ABARTI YOK, BU OYUN KAÇMAZ

1 Nisan 2014

Bir oyun yedi senedir müthiş bir başarıyla devam ediyor, millet yer bulabilmek için kendini paralıyor, biletlerin karaborsada 300 liraları gördüğü oluyorsa, bu oyuncusunun popülerliğiyle açıklanabilir mi? Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Erdal Beşikçioğlu tarafından oynanan tek kişilik oyunu ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni, İstanbul turnesinin son gününde yakaladım nihayet. Biraz da bu sorunun cevabını ve de ilginin abartılıp abartılmadığını merak ederek.
Seçimlerin bir gün öncesi, günlük güneşlik bir cumartesi günü, öğle sonrası. Kendini kırlara bayırlara, deniz kıyılarına vurmak için dayanılmaz bir istek duyacağın günlerden...
Oyuna daha bir saat var ve Üsküdar Tekel Sahnesi’nin önünde anlam veremediğim bir kalabalık...
İçeri girince anlam veriyorum, öyle bir izdiham var ki ve yerler de numarasız, sıraya giriyorsun.
Sisler arasında salona vardığında gördüğün, koskoca bir vinç, tepesinden sarkan bir ayak... Ayağın sahibi Erdal Beşikçioğlu tarafından bir düğmeyle idare edilen o vincin, tek başına nasıl işlevsel bir dekor olduğunu oyun ilerledikçe fark ediyorsun. Yönetmen Cem Emüler, Gogol’ün ünlü metnini o vincin üzerine oturtarak son derece yaratıcı bir işe imza atmış. Dudak

Yazının Devamı

Roller ona yapışmıyor, yakışıyor

30 Mart 2014

Kuralları sorgulamayı, sınırları zorlamayı şiar edinen Erdal Beşikçioğlu, ekranlarda olmasa da sürekli gündemde. Bu hafta hem hangi partiye oy vereceğine dair açıklamasıyla konuşuldu hem de sekiz senedir kapalı gişe süren “Bir Delinin Hatıra Defteri”nin İstanbul turnesiyle

Bir cümle üzerine bu kadar tahmin yürütüldüğü az görülmüştür herhalde...
Hâlâ ulaşılabilen sosyal medya platformları Erdal Beşikçioğlu’nun Artı1 TV’de katıldığı programda yaptığı açıklamayı “tefsir” etmeye çalışanlarla dolu. Ne dedi Beşikçioğlu? “Ben kalkınmanın adaletinin olacağını düşünmüyorum. İçinde ‘halk’ olan bir partiye oy vereceğim. Beni daha
iyi anlayacaklarına inandığım için. Halk ile beraber yürüyen bir parti olacak.”
Şu an, “Behzat Ç., CHP’ye oy vereceğim dedi”cilerle “Hayır efendim, halk diyor, halk. Halkların Demokratik Partisi’ni kastetti”ciler birbirini yemekteler.
Dizi biteli bir yıl olacak ama hâlâ attığı her adım izlenmekte ve hâlâ o “gönüllerin komseri”. Bundan sonra oynayacağı karaktere kadar... Çünkü rolleri ona “yapışan” değil, “yakışan” oyunculardan.

Yazının Devamı

KAZANAN KiM? ÇOĞUNLUK...

28 Mart 2014

Son dönemin en popüler etkinliklerinden biri, Dot’un yeni oyunu ‘Dövüş Gecesi’ne gitmek... Hatta geçen cuma tiyatronun kafesi Popup’ta Nuri Harun Ateş ile birlikte DJ’lik yaparken gözlemlediğim kadarıyla tekrar tekrar gitmek...
Çünkü seyircinin oylarıyla şekillenen oyun, çok farklı şekillerde devam edip, her seferinde başka bir finale ulaşabiliyor.
Böylelikle her gittiğinizde başka bir oyun izlemiş gibi oluyorsunuz. Ama sanırım her sefer finalde aynı şokla, rahatsızlıkla ve sıkıntıyla çıkıyorsunuz salondan: Kendinizden memnun olmayarak. Çünkü finaldeki fotoğraf sizin suratınıza ne olduğunuzu gayet acımasız bir şekilde vuruyor. O gece orada ‘çoğunluk’ kimdi, görüyorsunuz.
Ve siz kişisel olarak kim olursanız olun, kazanan ‘çoğunluk’ oluyor...
Ben oyunu provada izlemiştim ama seyirciyle beraber nasıl değişeceğini tahmin edememişim. Hatta kendi tercihlerimin de nasıl değişeceğini tahmin edememişim... Çok öğretici ve düşündürücü bir deneyim oldu.

HER ADIMDA DEĞİŞİYOR

Yazının Devamı

UNUTMAYALIM... ALIŞMAYALIM...

25 Mart 2014

Dün sabah bir cümle düştü Twitter’a... Evet, ben hala kırk takla atarak Twitter kullanmayı başarıyorum. Her attığım taklada bunu yapmak zorunda oluşumuza isyan ederek...
En doğal haklarımız elimizden alınırken... Ve biz her gün daha az şaşırırken... Örneğin telefonumdan Instagram’a ve Facebook’a da giremedim dün geceden beri. Ve internetin kesilmekte olabileceğini düşündüm. Baktım, hiç de imkansız gelmiyor kulağıma. Daha geçen hafta Twitter’ın kesilebileceğine de ihtimal vermezdim halbuki. İnsanın adaptasyon yeteneği derken bundan söz ediliyorsa; fena, çok fena... Her şeye alışılmamalı...
Tekrar dönersem Twitter’da gördüğüm cümleye, dünyanın en sıradan görünen dört kelimesinden oluşuyor: “Okumak istiyorum! Yazmak istiyorum!”
Bu kadar. Ama geliyor insanın yüreğinin ortasına ok gibi saplanıyor. Çünkü yazan Lobna.
Lobna Allamii.
Gezi olaylarında başına saplanan gaz fişeğiyle komaya giren, aylarca ailesi, sevgilisi Barış ve onu tanıyan-tanımayan sayısız insanla birlikte olağanüstü bir yaşam mücadelesi veren, geçen hafta Ayşe Arman’ın yaptığı röportajdan gördüğümüz kadarıyla müthiş bir ilerleme kaydetmiş olan Lobna.
35 yaşında cin gibi, ışıl ışıl bir genç kadınken;

Yazının Devamı

Rüzgar daha önce nereden esti?

23 Mart 2014

Sezen Aksu’ya vurmak moda şu sıralar. Berkin Elvan’ın ardından yazdığı satırların samimiyeti sorgulanan hatta tepkisi babasının Fethullah Gülen’le yakınlığına bağlanan Aksu’nun geçmişi de benzeri samimiyet sınavlarıyla dolu

Sezen Aksu bir tabudur”dan “Sezen Aksu’ya vurmayan vatan haini”ne geçişimiz çok hızlı oldu... Zaten perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Bir süredir ondan en dile dökülemez duygularımızın tercümanı, en baş edilmez kederlerimizin dert ortağı payesini almış, yerine “hükümet destekçisi,
AKP yandaşı” yaftasını yapıştırmıştık. Ağzını açıp
ne söylese buna yoruluyor, karşıt bir cümle kuracak olsa da hemen samimiyet terazisine oturtulup yine haksız çıkarılıyordu. “Rüzgar nereden eserse oraya döner” demekten çekinmiyorduk Aksu için. Bunca yıldır şarkılar yazmaktan başka bir kabahati olmamış bir insanı böyle acımasızca “dövmek” nasıl en doğal hakkımız olabilir, düşünmeden... Hatta belki de bugüne kadar onu “çok sevmiş olmamızın bedeli” olduğuna inanarak...

Sağlığını bozan ilk evliliğini ailesine kafa tutarak yaptı

Yazının Devamı

GAZETECiLiK Mi, DEDiKODU MU?

21 Mart 2014

Gazetecilik, insanların size şüpheyle yaklaşmasına neden olan, “Yanımızda gazeteci var, dikkatli olalım” duygusu veren bir meslek. Beni de bu yönüyle çok rahatsız ediyor, çünkü ben bütün meslekler gibi gazeteciliğin de bir çerçevesi olması gerektiğine inananlardanım.
Dedikoducu biri değilseniz, sizin yanınızda konuşulan ve kimseyi ilgilendirmeyen şeylerden haber çıkarıp, insanları zor durumda bırakmazsınız diye düşünüyorum. Güvenilir biriyseniz “Bunu yazma” deneni de yazmazsınız zaten, eğer söz konusu olan ne bileyim büyük bir hırsızlık, yolsuzluk, kamu yararını ilgilendiren bir mevzu değilse.
Bu mesleğin bir parçası değildir bu. Hele hele bir kafede yan masada arkadaşıyla dertleşen insanın söylediklerine kulak kabartıp, onun izni olmadan yazmanın gazetecilikle açıklanmasını hiç kabul edemiyorum.

HÜMEYRA NAZİK BİRİ
Bu hafta başında patlayan ‘magazin bombası’ndan söz ediyorum. Hümeyra, Cihangir’de bir kafede bir arkadaşıyla buluşuyor. Belli ki uykusuz, yorgun ve gergin, dizi setindeki düzensizlikten yakınıyor. Hani hepimizin yeri geldiğinde çalışma koşullarımızdan, ne bileyim müdürümüzden, yan masadaki sinir olduğumuz falanca beyden şikayet edeceği ve fakat

Yazının Devamı

ÖZPETEK’iN DÜNYASINA ZİYARET

18 Mart 2014

Ferzan Özpetek’in filmleri benim için özlediğim bazı arkadaşlarla yeniden buluşma gibi bir anlam taşımaya başladı. Sanki onlar orada, İtalya’da yaşamaya devam ediyorlar, biz arada ziyaretlerine gidiyor, yeni maceralarını izleyip dönüyoruz. Yönetmenin onuncu filmi ‘Kemerlerinizi Bağlayın’ da aynı etkiyi yarattı, bu kez Elena, Fabio ve Antonio’nun hayatlarının on üç yılına tanık olup döndük.
20’li yaşlarındaydılar biz onları gördüğümüzde. Yağmurlu bir günde başlıyor hikaye ki sinema eleştirmenleri bunun enfes bir açılmış sekansı olduğunda hemfikirler.
Yağmurdan kaçıp bir saçak altında buluşan insanlar arasında Elena ve Antonio’yu tanıyoruz. O iki dakika içinde ikisi hakkında da fikir sahibi oluyoruz. Araba tamircisi Antonio’nun faşist fikirlerine şahit oluyoruz örneğin ve kaslarıyla zekası ters yönde gelişmiş bu adamdan hiç hoşlanmıyoruz.

HAYATINDAN ÇIKMAMAK ÜZERE

Derken Antonio, Elena’nın en yakın arkadaşı Silvia’nın sevgilisi olarak giriyor hayatımıza... Bir daha çıkmamak üzere... Elena’yla Silvia’nın bir de gay arkadaşları var; Fabio, bu üçü adeta bir aile gibiler. O çok iyi bildiğimiz seçilmiş bireylerden oluşan Ferzan Özpetek ailelerinden...
Ama işte

Yazının Devamı

HAYATTAN BiR KESiT GÖRMEYi SEVENLERE

11 Mart 2014

“Bizim kadınların da hikayeleri olduğunu anlayacak yönetmenlerimiz olmayacak mı?” derdime derman olan filmler peşpeşe vizyona girmeye başladı. Yani kadını hikayenin tuzu biberi, süsü efendim çiçeği olarak değil, kanıyla canıyla kahramanı yapacak yönetmenlerden söz ediyorum. Galiba mesele şu: Herkes eninde sonunda bildiğini anlatıyor.

BİR BÜYÜME ÖYKÜSÜ
Nitekim Zeynep Dadak ile Merve Kayan da ‘Mavi Dalga’da bildiklerini, küçük şehirde geçen bir büyüme öyküsünü anlatıyorlar.
Hepimiz gibi “Bu sizin en önemli seneniz” cümlesine maruz kalarak, üniversite macerasına doğru yol almakta olan sert, yüzü pek nadir gülen, hayata sürekli umursamaz bakışlarla bakan bir genç kız, Deniz. Üç de yakın arkadaşı var ve görüyoruz ki insanın o yaşlarda dış dünyaya karşı ördüğü kız arkadaş kalesi, orada da, burada da ve her dönemde aynı.
Zaman zaman kendi lise çağımı izler gibi oldum.
Gördüğüm kadarıyla epey sert eleştiriler almış film, Altın Portakal’dan ödüllerle döndüğünde...

Yazının Devamı