Duygusal Türk erkeğinin Kiev macerası

18 Ekim 2013

“Sev Beni” bugün sinemalarda. Film, evlenmekten ziyade “evlendirilmek” üzere olan bir gencin amcası ve arkadaşları tarafından son bir çapkınlık için Kiev’e götürülüşüyle başlıyor...

Daha önce yazmıştım, Altın Portakal Ulusal Yarışması’nda bu yıl büyük ölçüde aksayan filmler izlediğimizi... Festivalin ilk galası “Sev Beni”yi ise özellikle merak ediyordum, çünkü sinema yazarlarından kırık notlar alan filmle ilgili epey iyi izleyici yorumları duymuştum. “Kara Köpekler Havlarken”in yönetmeni Mehmet Bahadır Er ve birkaç yıl önce birlikte Ali Taran’ın senaryosundan “No Ofsayt”ı çektiği Maryna Er Gorbach’ın yönettiği “Sev Beni” bugün sinemalarda.
Film, evlenmekten ziyade “evlendirilmek” üzere olan bir gencin amcası ve arkadaşları tarafından son bir çapkınlık için Kiev’e götürülüşüyle başlıyor. Aslında son derken lafın gelişi, Kiev’e kalkan otobüsteki Türk erkeklerinden konuya hakimiyetinden de anlaşılacağı gibi bu ne ilk ne de son sefer, evli-bekar fark etmiyor. O otobüs sahnesindeki berbat ve karikatürize edildiğini umduğum maço erkek muhabbetine katlanabilirseniz asıl konuya geleceğiz.
Çünkü neticede bu bir aşk hikayesi ve bizim delikanlı, ki adı Cemal (Ushan Çakır),

Yazının Devamı

AİLE: KORUNAKLI CEHENNEM

15 Ekim 2013

Yekta Kopan, “Aile Çay Bahçesi” adlı yeni romanında, annesinin kuzusu, babaannesinin biriciği, babasın ise nesi olduğunu bilemeyen Müzeyyen’in anlatımıyla bir ailenin hikayesini anlatıyor

Babalar ve kızlar... Kızlar ve kız kardeşler... Bütün korkutucu ve yırtıcı ve vahşi “dış dünyadan” korunup kollandığımız kabuğumuz olması gerekirken asıl cehennemi içinde inşa eden aileler... Kolun kırılıp yen içinde kaldığı ailelerimiz...
Yekta Kopan’ın Can Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Aile Çay Bahçesi”, insanın yüreğinin ortasına kocaman bir taş bırakan bir kısa roman. Bir yandan elimden bırakamadan okudum, bir yandan gözümü kapatıp yazdıklarını görmeme isteği oluştu içimde her satırda...
Bir karakter yaratmış Yekta Kopan, adı Müzeyyen. “Annesinin kuzusu. Babaannesinin biriciği”, babasının ise nesi olduğunu bilemeyen Müzeyyen. Kız kardeşi, herkesin sevgilisi, pek güzel, pek tatlı Çiğdem “aralarına katılana” kadar annesini üzmeyen, iyi bir kızken, hayatı tepetaklak olan, o aralarına katılacak yeni bebekten daha doğmadan nefret eden Müzeyyen... O günden sonra başına gelen her felaketten kız kardeşini sorumlu tutan, bir daha hiç iyi bir kız olmayan, büyüdükçe acılaşan Müzeyyen...

Yazının Devamı

Best Model’di, Fatih oldu

13 Ekim 2013

“Fatih” dizisi yayına girmeden setteki huzursuzluk iddialarıyla yansıdı basına. Başrol oyuncusu Mehmet Akif Alakurt’un bir yardımcı oyuncuyu dövdüğü haberiyle de ayyuka çıktı söylentiler. Tam sular durulmuşken yönetmenin onu sebep göstererek ayrılmasıyla yine gündeme gelen Alakurt’un “Best Model”likten Fatih Sultan Mehmet’liğe uzanan hikayesi...

Hiçbir dizi yayımlanmadan önce bu kadar konuşulmamıştı herhalde. Gün geçmedi ki, “Fatih” dizisinin setinden bir huzursuzluk haberi dışarı sızmasın. Haberlerin odağında ise hep aynı kişi vardı: Fatih rolünü oynayan Mehmet Akif Alakurt. Bir gün yapım asistanlarının üzerine kılıçla yürüdüğünü, bir gün reji ekibini azarladığını duyduk, en nihayet bir yardımcı oyuncuyu dövdüğü haberiyle set tatil oldu. Ve birkaç gün sonra Med Yapım’dan bir basın açıklaması geldi: “Fatih dizisinin setinde kimi talihsiz olaylar yaşanmıştır. Büyük ölçüde yapılan işin gerginliğinden ve stresinden kaynaklandığına inandığımız bu olaylar sonucu çekimlere birkaç gün ara verilmiştir. Bu süre içinde herkes yaşananları değerlendirme imkanı bulmuş ve bu olayda kusuru olan taraflar, bu tarz olayların bir daha yaşanmaması için gerekli önlemleri alma imkanına

Yazının Devamı

YOKSA AMATÖR FİLMLER FESTİVALİ Mİ?

11 Ekim 2013

Altın Portakal Film Festivali’nde izlediklerim arasında değil bir uluslararası festivalde yarışmak, evde arkadaşlara gösterilmek için bile yetersiz filmler vardı. Her gelen yıl gideni aratıyor

Altın Portakal’ın ilk dört gününde Antalya’da olabildim. Ve galiba yarışma filmleri açısından değerlendirildiğinde, uzun zamandır gördüğümüz en acıklı Altın Portakal’la karşı karşıyaydık. Ne tuhaf, bunu birkaç senedir söylüyoruz, ama her gelen yıl gideni aratıyor. Zaten dört beş sene önce 15-16 uzun metrajlı filmin yarıştığını görürken, şimdi belli ki ön jüri 10 tane film belirlemekte bile zorlanıyor. Nitekim benim izlediklerim arasında değil bir uluslararası festivalde yarışmak, evde arkadaşlara gösterilmek için bile yetersiz filmler vardı. Gelecek yıla ve görmediğim filmlere dair umutlu olup, yarışma filmlerinden birkaç not aktarmak istiyorum...

‘Seyirci jürisi’ favorilerinden
Festivalin sonuna yaklaşırken aldığım seyirci ve sinema yazarı tüyolarına bakacak olursak, aralarında iyi oyuncuların da olduğu seyirci anketimden ortaya çıkan, Maryna Gorbach Er ile Mehmet Bahadır Er’in yönettiği “Sev Beni”nin çok beğenildiği. Kiev’e çapkınlığa gitmişken aşık olan bir adamın

Yazının Devamı

Yeşilçam gibi bir gece

8 Ekim 2013

Açılış gecesini üstlenen Mete Horozoğlu’nun dediği gibi, bütün soğuğa ve bir ara “bitmeyecek herhalde” hissi vermesine rağmen, kaçırılmayacak bir şanstı, bütün yıldızları görmek...

Yeşilçam filmleriyle büyümüş bir çocuk için ideal bir gece... Çocukluğumuzda kimi izleyip bayıldıysak hepsi burada... Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin 50. Yılı için düzenlenen özel gecede... Onur ödülü almak üzere sahneye çıkan Suna Selen’in cadı olduğu Pamuk Prenses mesela, pek öyle masaldır, çizgi filmdir, olmayan bir dönem için o cadının kayalıklardan düşüş sahnesiyle hâlâ aklımda...
Ya da aşık olunacak adamın mutlaka beyaz üniformalı bir bahriyeli olması gerektiğini kafamıza kazıyan, sayesinde verem olmadan sevdiğimizi anlayamaz olduğumuz Ediz Hun... Sonra birdenbire çıkagelip “Sevgi emekti” diye bir şeyle bizi tanıştıran Ahmet Mekin... Ve tabii ki her dönemin sultanı Türkan Şoray... Ya da Belgin Doruk’la unutulmaz bir ikili olan “altın çocuk” Göksel Arsoy... Yıllarla yaptığı barış anlaşmasının koşullarını şiddetle merak ettiğim Fatma Girik, zira belli ki hiçbir müdahale yok yüzünde ve sanırım eskisinden daha güzel.
Böyle tek tek saymanın sonu gelmez, gecenin sunuculuğunu üstlenen

Yazının Devamı

“Rüzgarı sert, delikanlısı mert” yerden İstanbul’a

6 Ekim 2013

Şov bu işin bir parçası olmasa sen benimle bu röportajı yapar mısın?” Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün yıllar içinde muhtelif röportajcılara sorduğu soru bu... 2004’te Nuriye Akman’a, 2012’de İzzet Çapa’ya... Değişen bir şey yok. O hâlâ Şişli Belediye Başkanı ve şov, işinin önemli bir parçası... Kolay değil, Erzincan’ın bir köyünden kalkıp, gelip dağa taşa, İstanbul’la ilgisi olan olmayan her köşeye, Makedonya’nın yollarına bile “Çare Sarıgül” yazmak-yazdırmak. En azından bunun için iyi çalışan bir ekibi var, o kesin.
Hikaye 1956’da Erzincan’ın İliç ilçesine bağlı Güngören köyünde başlıyor... Babası Hakkı Bey geçim derdiyle köyü terk edip İstanbul’a gidiyor. Mustafa Sarıgül’ün hayatı altı yaşına kadar babasını özlemekle geçiyor. İzzet Çapa’ya “Ne zaman dağlarda elime bir uğur böceği konsa, üfleyip ‘Uç uğur böceği uç, babama selam söyle’ diyerek haber gönderirdim ona” diye anlatıyordu çocukluğuna damga vuran baba özlemini.
Mahmutpaşa’da bir handa, Gök Triko’da çalışan babası, daha sonra Gürkan Hacır’ın Akşam’da yazdığına göre, Merkez Mahallesi Yeniyol Sokak’taki Park Apartmanı’nın görevlisi oldu. Zor koşullarda da olsa okutmayı kafasına koyduğu oğlu Mustafa’yı da

Yazının Devamı

Gazeteci rahat durmaz ki...

4 Ekim 2013

Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, hoşnut olmadığı bir haberden ötürü Radikal muhabiri İsmail Saymaz’a “Oğlum bi rahat dur, fena olacak” içerikli bir mail yollayabiliyor. Daha neler göreceğiz acaba?

“Oğlum İsmail, yine rahat durmuyorsun.” Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna’nın hoşnut olmadığı bir haberden ötürü Radikal muhabiri İsmail Saymaz’a gönderdiği mail bu cümleyle başlıyor. Evet, ne kadar absürd göründüğünün farkındayım, bir vali, bir gazeteciye böyle bir cümle yazabiliyor.
Rahat durmamış da ne yapmış İsmail Saymaz? Valinin Ali İsmail Korkmaz davasının il dışında görülmesi yönünde görüş belirtmesi hakkında haber yapmış. Valinin CNN Türk’te canlı yayında söylediği “Kendi arkadaşlarına bile zarar verip onu polis yaptı süsüne büründürmeye çalışan gruplar oldu” sözünün üstüne gitmiş. Gençleri döven coplu ve gaz maskeli sivil polislerle eli sopalı sivilleri gösteren kamera kayıtlarını yayınlamış. Ali İsmail’in ölümünden önce alınan ifadesine, ona polis tarafından tekme atıldığı anın fotoğrafına, “Devletin polisine yardım ettik” diyen sanık ifadelerine ve en sonunda da dövülme anının kamera kayıtlarına ulaşmış. Görüyorsunuz ya, tam bir “baş belası”. Resmi açıklamalarla

Yazının Devamı

USTALIK VE SAYGI

1 Ekim 2013

Asıl “ustalık”tan söz edeceksek, yaşam ustasıydı demek lazım Tuncel Kurtiz için. Bu mesleğe yıllarını verdi diye değil, sahiden yaşadığı, “serseriliği” hiç elden bırakmadığı, kendiyle de dalga geçebildiği için şaşırtıcıydı, hiç yaşlanmamıştı

Cuma günü Tuncel Kurtiz’in bize veda ettiğini duyduğumda müthiş bir şaşkınlık yaşadım. Onu ne kadar genç, ne kadar yaşsız gördüğümü fark ettim. Onu son görüşümden geriye en çok bu duygum kalmıştı. Son filmi olacağını asla tahmin etmeyeceğimiz “Mutlu Aile Defteri”nin genç ekibiyle arasındaki uyumu hayretler içerisinde izlemiştim. “Ben ekibin en yaşlısıyım, bu mesleğe onların yaşından fazla yıl vermişim, herkes sussun ben konuşayım, en iyisini ben bilirim” hiçbirisi yoktu bunların konuşmalarında.
Öyledir çünkü bizde, “yaşına hürmeten” diye bir şey vardır, her yaş alan da o hürmeti bekler illa. Sevilmek filan değildir önemli olan, “saygı” gösterilmektir. Ama işte sadece yaşa gösterilen saygı da içi boş bir şeydir, koftur. Gençler sana pek “bulaşmazlar”, sözünü usulen dinlerler ve aslında bir kulaklarından girip ötekinden çıkar dediklerin. Sen de, yaşın gereği her şeyi gençlerden daha iyi bildiğini düşünürsün, onların ne düşündüğünü, ne

Yazının Devamı