Patlak spotlar niye ‘patladı’?

22 Mart 2013

Tiyatro dalında senenin en kötülerini değerlendirecekti Patlak Spot Ödülleri. “Siz kim oluyorsunuz?” diyen ahali yüzünden vazgeçti. Herhalde tarihin kendi kendini en hızlı imha eden oluşumu olarak, her şeyiyle yok olup gitti

Şubat ayının sonuydu, bir mail almıştım, “Gönderen: 1. Patlak Spot Ödülleri”.
Twitter’da dikkatimi çekmişlerdi, takip ediyordum kendilerini... Tiyatroda bu senenin en kötülerini ödüllendirmek gibi bir yola çıkış amaçları vardı. 35 kişiydiler, 18 Mart’ta adaylarını açıklayacaklardı ve o güne kadar biraz adlarını duyurmak gibi bir dertleri vardı.
Açıkçası ilginç bulmuştum kendilerini. Kim olduklarını da merak etmiştim bir yandan... Aralarında tiyatroyla profesyonel olarak uğraşanlar var mıydı? Ya da tiyatro üzerine kalem oynatanlar? Akademisyenler? “Sadece tiyatro seyircisiyiz” oldu aldığım cevap; “Sayımızı gelecek yıl 80’e çıkarmayı amaçlıyoruz. Tiyatro eleştirmenleri de katılabilir, bu konuda duyuru yapacağız”. Bir seyirci inisiyatifi, neden olmasın... En azından ne zararı var?
Kısa süre sonra bir baktım, bazı profesyonelleri tarafından “Siz kim oluyorsunuz?” sorgusuna tabi tutulmaktalar. Kim oluyorsunuz da neyin kötü olduğuna karar veriyorsunuz? Bu

Yazının Devamı

KADINLAR GEMİ AZIYA ALDI!

19 Mart 2013

Hande Çayır’ın kadınların evlenip boşanınca değişen soyadı meselesini ele alan filmi ‘Yok Anasının Soyadı’, durumun müthiş bir özetini yapıyor. İş, ötekinin derdini “Bırak bu işleri” diye karşılamamakla başlıyor

Bir kısa belgesel izledim geçen gün. Daha baştan, bir kadın ve bir erkek sesi arasında geçen diyalogla insanı hafif sinirlendirerek yakalıyor. Karanlıkta giden bir arabadayız. Yüzleri görmüyoruz. Yönetmen olduğunu anladığımız kadın, yeni projesinden söz ediyor. “Soyadı üzerine” diyor. Kadınların evlendikten sonra değişen soyadı üzerine yani... Ya da iki soyadını birden taşıma konusundaki ısrarları üzerine. Karşılaştığı tepki, “Biraz saçma olmuş” oluyor, başka konu mu kalmadı?” Pardon, “Biraz saçma olmuş aşkım” diyor. Anlıyoruz ki ya kocası ya sevgilisi, yönetmenin. “Aşkım” diyor. Ama aşkının üzerine bir film yapmaya değer gördüğü konuyla ilgisi bu kadar... Hatta bu kadar da değil, “Bu kadar sorun varken bu mu kaldı?” da diyor; “Daha dişe dokunur şeyler yap, bırak bu kadın işlerini.”
Bu arada büyük olasılıkla taksi şoförü olan ikinci bir erkek sesi daha karışıyor lafa... Bu kendi soyadını da taşıma isteği falan, bütün bunları “Kadınların gemi azıya alması”yla

Yazının Devamı

“Bir 10 yıl daha çok güzel yaşayabilirdik”

17 Mart 2013

Metin Serezli, Türkiye’nin en iyi tiyatrocularından olması dışında ölümünün ardından “beyefendi”,“çok iyi bir insan” denilerek hatırlanan biriydi.45 yıllık eşi Nevra Serezli onun için “Çok sevilir, sayılırdı. Bir 10 yılımız daha olsa çok güzel olurdu, yaşımıza göre eğlenceli bir yaşam sürerdik” diyor

Kapıyı çalıyorum, Nevra Serezli o yıllardır sayısız oyunda, filmde gördüğümüz boncuk gözleriyle açıyor. Gözler aynı gözler de, bir hüzün yerleşmiş içlerine... Birkaç gün önce kaybettiği
45 yıllık eşini, sevgilisini, en yakın dostunu, oyun arkadaşını anlatırken zaman zaman gene parlıyor gözleri eskisi gibi, arada doluyor. İki kelimeyle özetleyecek olsam, hüzünlü ama metin derim. Bu onun tercihi, acısını kendini yerlere atmadan ve ilaçla uyuşturulmadan, her anını hissederek yaşamak istiyor. Galiba insan biriyle 45 yılı bu kadar dolu ve her anını hissederek paylaşmışsa, kaybını da bütün ağırlığıyla içinde taşımak istiyor. Ve Nevra Serezli, bütün bu acısının içinde kendi Metin’ini bize anlatmayı kabul ediyor... Arada tatlı tatlı kızarak, arada gülerek, hep büyük bir sevgi, saygı, özlemle... Metin Serezli’yi hayatının en yakın tanığından dinliyoruz...

İlk nerede gördünüz

Yazının Devamı

İyi niyetler, iyi oyun

12 Mart 2013

Meltem Cumbul’un rejisiyle izlediğimiz ‘Bent’, yeni mezun öğrencilerin sahnede parladıkları bir oyun. Hamursuz Fırını’na gidin ve kendiniz karar verin

Oyunun başlamasına beş dakika var, kapılar açılıyor, sahnede üç delikanlı bağırıp çağırıyor, duygularını ifade eden cümleler sıralıyorlar. Ben Meltem Cumbul’la yaptığım söyleşiden aldığım tüyoyla şu an, Eric Morris metoduyla oyuna hazırlanan oyuncuların ısınmakta olduğunu biliyorum. Hele deri yelekli, son derece afili bir tanesi; karşımıza dikiliyor, gözümüzün içine bakıyor, “Sizden korkmuyorum, çok çalıştım ben bunun için” diye meydan okuyor. Peki, itirazımız yok...
Işıklar sönüyor ve çiçeği burnunda tiyatro toplululuğu D22’nin ilk oyunu ‘Bent’ başlıyor.
İlk yönetmenlik denemesini yapan Meltem Cumbul’un Mimar Sinan Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nden yeni mezun öğrencileriyle yaptığı bu oyuna gelirken iyi niyetliydim, bu kesin. Metni okumuş, çarpılmıştım. Ama onun, hele hele sahneye ilk kez çıkacak gençler tarafından nasıl oynanacağı ciddi bir soru işaretiydi.
Nazi Almanya’sında, Berlin’de başlıyor hikaye. Bir eşcinsel kulübündeki partiyle, ki bu bölüm film olarak çekilip katılmış oyunun içine, meşhur Greta’nın

Yazının Devamı

“Bu çılgınca sevinç içimden geliyor”

10 Mart 2013

Öğrencilerinin kurduğu D22 tiyatro grubunda “Bent” adlı oyunu yöneten Meltem Cumbul, hayatından çok memnun. Neşesinde İzmirli köklerinin de payı olduğunu düşünüyor: “İki kahkaha patlatırız, derdimizi, kederimizi unuturuz”

Biz aylardır evliliğiyle, kocasıyla arasındaki yaş farkıyla, yüzüğünü gösterip göstermediğiyle meşgulken Meltem Cumbul ne yapıyordu? Mimar Sinan Üniversitesi’nden mezun ettiği öğrencilerinin kurduğu D22 adlı tiyatronun ilk oyunu “Bent”i yönetiyordu. Oyun, Martin Sherman tarafından 1976 yılında yazılmış. Türkiye’de ilk kez sahneleniyor. İzleyince bunca yıldır bu işe neden kimsenin soyunmadığını anlayacaksınız, zor bir oyun “Bent”. Bir o kadar da etkileyici.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin eşcinsellere uyguladığı korkunç baskıları, ‘soykırımı’ anlatıyor. Mesut Özkeçeci’nin çevirdiği, tiyatroya para yatırmak gibi bir çılgınlığa kalkışan Hilal Erdoğan’ın desteğiyle Hamursuz Fırını’nda hayata geçirilen oyunun ana karakterlerini Berkay Ateş, Can Kulan ve Emir Çubukçu oynuyor. Bir diğer hocaları, Reha Özcan da oyunun içindeki filme konuk olarak beyaz perdede Mick Jagger’ın oynadığı Greta karakteri canlandırmış. Müzikte Nurkan Renda, dekorda Barış Dinçel,

Yazının Devamı

Savaş filmi böyle de yapılır

8 Mart 2013

Uçsuz bucaksız bir beyazlıkta ilerlemeye çalışan bir at arabası. Atın ayakları kara gömülmüş, takati yok artık yürümeye... Biraz direniyor, sonunda pes edip yığılıyor karın üzerine... Arabadakiler; bir adam, bir kadın, bir çocuk, kaderleriyle baş başa kalıyorlar sonsuzluğun ortasında

Yıl 1915. Sarıkamış Harekatı kaybedilmiş, 90 bin asker donarak ölmüş. Yolcularımız, Bakü’de Hariciye Nazırlığı’nda görevli Saci Bey ve sağ salim Erzurum’a ulaştırmakla görevli olduğu Kalem Müdürü’nün eşi Gül Hanım’la kızı Nihan. Pek farkında değiller durumun korkunçluğunun. Zannediyorlar ki birileri gelip onları bulacak.
Bir müddet yürüdükten sonra terk edilmiş bir Ermeni köyüne sığınıyorlar ve ilk gecenin sonunda önce iki köylüyle ölmek üzere bir asker katılıyor aralarına. Ardından da perişan vaziyete iki asker daha... Bir mücadeledir başlıyor sonra. Dondurucu soğuk, durmaksızın yağan kar, bir de üstüne açlıkla baş edip hayatta kalmaya çalışıyor bu sekiz insan. Ve ‘eve dönmeye’.
‘Eve Dönüş: Sarıkamış 1915’, Alphan Eşeli’nin ilk filmi. Eşeli, en ürkütücü korku filminden daha kan dondurucu bir atmosfer kurmuş ve hem etkileyici, hem izlemesi zor bir film çıkarmış ortaya. Zordan kastım

Yazının Devamı

MELAHAT ASLINDA FORTUNE İDİ...

5 Mart 2013

Alper ve Caner Özyurtlu’nun çektiği ‘Mektup’ belgeseli, babaanneleri Melahat Özyurtlu’nun hikayesini anlatıyor. 80’ninden sonra aslında bir yahudi olduğunu öğrenen ve bunun hiçbir önemi olmadığını bir kez daha anlayan Melahat Hanım’ın hikayesini

İçine doğduğunuz, hikayesini ezbere bildiğiniz ailenize bir gün yabancı memleketlerden bir mektup gelip bildiğiniz hikayeyi ters yüz ederse ne yaparsınız? Kimi sarsılıp bunu bir ‘sır gibi’ saklamayı seçebilir, kimi epey ileri yaşında anneannesinin Ermeni olduğunu öğrenen Fethiye Çetin gibi bir kitap yazar, birçok insanın hikayesine tercüman olur... Alper ve Caner Özyurtlu da kameraya davranmış, ortaya dünya tatlısı bir belgesel çıkmış. Adı ‘Mektup’. 2006’da ‘başlarına gelen’ olayı an be an çekmişler. Belki sadece aile arşivleri için. Ama babaanneleri Melahat Özyurtlu’nun hikayesi öyle anlatılası ki, belgesele dönüştürmüşler sonunda.

Acemilik filmleri
Ben filmi ‘Altyazı’ dergisiyle ‘Bant Mag.’ın garajistanbul’da düzenlediği ‘Uzunun Kısası’ gecesinde izledim. Üç kısa film izledik o akşam: ‘Tepenin Ardı’nın yönetmeni Emin Alper’in yıllar önce çektiği bir filmdi biri. Kendisinin de izledikten sonra itiraf ettiği gibi özellikle

Yazının Devamı

Yakarsa bu dünyayı garibanlar yakardı

4 Mart 2013

Bu duyguların da karşılığını Müslüm Gürses’te bulmasında şaşılacak bir yan yoktu, çünkü onun Müslüm Akbaş olarak başlayan hikâyesi de dünyayı yakacak gariplerin’kinden farklı değildi...

“Onun sesinin olduğu yerde umut biter” diyordu, Muhsin Kızılkaya Müslüm Gürses’in ölüm kalım savaşının ilk günlerinde Milliyet’e yazdığı yazıda: “Heyecanlar ölür, arzulara gem vurulur, her şey demirden bir kahır duygusunun arkasına saklanır, özlem basar, hüzün çöreklenir; umudun zerresi kalmaz orada.”
Belki bir tek umut kalır, ‘Hor görülenlerin isyanını Tanrı’ya duyurmak’. Bir de ‘yakarsa bu dünyayı gariplerin yakacağına dair’ zayıf bir inanç... Bu duyguların da karşılığını Müslüm Gürses’te bulmasında şaşılacak bir yan yoktu, çünkü onun Müslüm Akbaş olarak başlayan hikayesi de dünyayı yakacak ‘gariplerin’kinden farklı değildi. 1953’ün 7 Mayıs günü, Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesi’nin Fıstıközü köyünde Rençber Mehmet ve karısı Emine’nin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Yanık bir sesi vardı babasının, bağlama da çalardı. Müslüm 3 yaşındayken geçim derdinden Adana’ya göçtüler, Zeyno ve Ahmet de katıldı aileye sonradan.
“İlkokulu bitirdim. Gerisi yok” diye anlattı öğrenim hayatını. Gerisi

Yazının Devamı