Nikah masasına oturtma kılavuzu

12 Şubat 2013

‘Romantik Komedi 2: Bekarlığa Veda’, anlatmak istediğinin hakkını veriyor. Bütün o güzel kadınlar, yakışıklı erkekler, şıklık, şaşaa, pırıltı yerli yerinde

Filmin sonunda Ajda Pekkan sürprizi var. Kızlar “Yaşasın yüzüğü taktım!” diye oynarken, Ajda,“Ben senin yerinde olsam ufak ufak uzarım, durmam” diyor.

Üç kız arkadaş... Biri ‘muradına ermiş’, evlenip çoluk çocuğa karışmış... Öbürü, ‘her genç kızın rüyası’ olan teklifi almış, parmağına yüzüğü takmış. Üçüncüsü, kıskançlıktan ölüyor... Onun mutlu olma sırası ne zaman gelecek? O yüzük o kutudan çıkana kadar hayatı adeta beklemede... Planlar kuruluyor, ‘onu nikah masasına oturtacak’ tüyolar veren
kitaplar hatmediliyor, yapılması gerekenler madde madde tahtaya yazılıp ezber yapılıyor, yine de olmuyor bir türlü... Kafasını dondurma kasesine sokup “Ben nerede hata yaptım?” diye bunalıyor da bunalıyor kahramanımız...
Türünde başarılı bir Türk ‘Sex and the City’si olan ‘Romantik Komedi’nin ikincisi, 14 Şubat’ta, cümle alem Sevgililer Günü’nü kutlarken sinemalarımızda olacak. Bu kez alt başlığı ‘Bekarlığa Veda’dan da anlaşılacağı gibi, mesele tamamen nikah masasına odaklanmış durumda. Zaten filme girerken bize de birer yol

Yazının Devamı

“Okul Yolunda, Nikah Masası’nın başlangıcıdır”

10 Şubat 2013

Ferdi Özbeğen’in cenazesinde gördük onu... Onlar “tuşların iki efendisi”ydiler... Çok üzgündü Ümit Besen, “Kardeşimi de kanserden yeni kaybetmiştim. Arkasından Ferdi Özbeğen çok acı geldi” diyor. Cahide’de de çıkmaya başlayan Besen, çektiği acılardan bestelerini nasıl yaptığına, şarkılarının hikayesinden Tarkan şarkısı okuduğu için aldığı tepkiye kadar pek çok şey anlattı

Ferdi Özbeğen’in öldüğü gün hastane kapısında gördük Ümit Besen’i... “Mazim gitti” diyordu. 1978 yılında Ümit Besen’in Adana’dan gelip Köşem Bistro’da piyanonun başına oturduğu günden bu yana tuhaf bir paralellikte gitmişti hayatları. Gazetelere baksanız, ‘Tuşların iki efendisi’ydiler, birbirlerinin en azılı rakibiydiler, bir küsüp bir barışıyorlardı... Bir bakıyordunuz can ciğer, bir bakıyordunuz kanlı bıçaklı... Ümit Besen’e sorarsanız, ne biri ne öteki...
Cahide’de yapacağı program öncesinde buluştuk Ümit Besen’le. Biraz Ferdi Özbeğen’i analım, biraz temsilcisi oldukları ‘piyanist şantör’ geleneğinin o altın günlerinden konuşalım dedik... Biraz da bu müziğe son dönemde iyice artan ilgiden...
Cahide sahnesine iyice alışmış Ümit Besen. Şarkıları her ne kadar kavuşamayan aşıkları anlatsa da, 14 Şubat’ta

Yazının Devamı

Bu hayatı mı hak ediyoruz?

8 Şubat 2013

Parlak bir mizah ve çarpıcı bir fikirle başlıyor ‘Kurabiye Ev’. Genç bir karı koca, kanepeye uzanmış televizyon izlerken adam birden “Hayatım, şuradan suyu uzatır mısın?” doğallığında, “Tatlım, bence çocukları satmalıyız” diye giriyor lafa

Sıfır Nokta İki’nin ‘Yalnızlar Kulübü’ oyununda göz alıcı bir oyuncu tanıdığımı yazmıştım: Pınar Çağlar Gençtürk. Bu kez yine onun izini sürerek Tiyatro Yan Etki’nin ‘Kurabiye Ev’ oyununa gittim. Bu arada genç oyuncunun Akademi İstanbul ve Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunu olduğunu, ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ filminde, ‘Muhteşem Yüzyıl’da oynamış olduğunu gördüm ama belli ki o da ışığı sahnede parlayanlardan. Ve bu sefer Pınar Çağlar Gençtürk’e bir kez daha hayran olduğum yetmezmiş gibi, çok iyi oynayan bir oyuncu ekibiyle daha karşılaşmış oldum. Hele Deniz Karaoğlu’nu daha önce izlemediyseniz benim gibi, büyük kayıp içindesiniz, elinizi çabuk tutun...

İyi bir absürd komedi olabilir-di
Parlak bir mizah ve çarpıcı bir fikirle başlıyor ‘Kurabiye Ev’. Genç bir karı koca, kanepeye uzanmış
televizyon izlerken adam (ki adı Brian) birden “Hayatım, şuradan suyu uzatır mısın?” doğallığında, “Tatlım, bence çocukları satmalıyız” diye

Yazının Devamı

BAHÇEDE OYNARKEN DiN Mi SORUYORUZ?

5 Şubat 2013

Bir zamanlar farklı dinlerin, farklı kültürlerin çocuklarının oynadığı bahçelerin havasını soluyoruz hâlâ Mardin’de. Hayatın içinde bütün renklere yer var ve sadece siyah ya da beyaz olsun diye uğraşanlar, kendilerini yok ediyor en önce

Geçen yıl ilk kez gittiğimde de düşünmüştüm, Mardin’in tuhaf bir büyüsü var. Hangi ülkede, hangi gezegende olduğunu şaşırtıyor insana sanki. Takvimsiz, sınırsız bir yerlere gönderiyor seni. Mardinli Sermiyan Midyat’ın ’Hükümet Kadın’ filminin gösterimi için gittim bu kez. Film için çok şey denebilir ama en önemlisi, bu ülkede söylenmesi gereken birçok sözü bir komedi filmine sığdırması bence. Hani mizahın politik de olma yönünü neredeyse tamamen kaybettiği bir dönemde güldürmenin yanı sıra söyleyecek sözü olması. Bu artık neredeyse ayıp bir şeymiş, demodeymiş, sıkıcıymış gibi geliyor ya insanlara... Bunun hiç de şart olmadığını gösteren bir film.

O yoksa sen de yoksun
Hele hele Ercan Kesal’ın oynadığı Belediye Başkanı Aziz Veysel’in Peder Hanna’yla bir konuşması var ki, kalemi kağıdı çıkarıp not almak istedim. Baktım ki sosyal medyada pek çok kişi o basit ama etkili cümlelerden söz ediyor, burada da paylaşayım dedim: “Bu dünya, senden

Yazının Devamı

“Politika da yaparım, kahkaha da atarım”

3 Şubat 2013

Gazeteci Ece Temelkuran, son bir yılın çoğunu Tunus’ta kitap yazarak geçirdi. Sonunda “Düğümlere Üfleyen Kadınlar” romanıyla döndü. Temelkuran entelektüel kadınlara yüklenen hep ciddi görünme misyonundan şikayetçi: “Evet, ben politik bir insanım ve evet kendimi güzel bir kadın olarak görmeyi de seviyorum”

Ece Temelkuran’la ben, mesleğe 20 yıl önce Cumhuriyet’te iki tıfıl muhabir olarak başladık. Birbirimizi önce telefonda tanıdık çünkü o Ankara’daydı, ben İstanbul’da. Sonra hayat bizi sık sık buluşturdu, yolumuzu Milliyet’te tekrar kesiştirdi, birbirimizin büyüdüğünü gördük.
Ece, Habertürk’ten çıkarıldığından beri, yani bir yıldır gazetecilik yapmıyor, kitap yazıyor. Çoğu Tunus’ta geçen bu dönemin sonunda “Düğümlere Üfleyen Kadınlar” (Everest Yayınları) romanıyla döndü. İnsanı sarıp sarmalayan şefkatli bir kitap, hayatı ‘yapan’ kadınların, ‘büyücü’ kadınların öyküsünü anlatıyor. Tunuslu Amira, Mısırlı Mayram, ismi olmayan Türk gazeteci kadın,
bir de zamansız-mekansız Madam Lilla ile acayip bir maceraya çıkıyorsunuz. Kadın dünyasını bir kez daha seviyorsunuz...
Biz de Ece’yle onun deyişiyle ‘en güzel yaşlarına yeni gelmiş’ iki kadın olarak güneşli bir İstanbul

Yazının Devamı

Bir kez daha ‘Testosteron’ patlaması

1 Şubat 2013

Oyun Atölyesi’nde yeni bir ‘Testosteron’ faaliyeti olduğunu duyduğumda şaşırmıştım önce. Tiyatroda beş yıldır oynanan oyun, yeni reji ve yeni kadroyla tekrar çalışılıyordu. Ne işti?

Seyirci ne kadar farkında bilemiyorum ama Oyun Atölyesi’nde bu yaz yaşanan ayrılık, tiyatro camiası için epey haber değeri taşıyordu. Ahmet Levendoğlu, Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer’in kurduğu Tiyatro Stüdyosu’nun ilk oyunundan itibaren, yani 20 yıl önce ekipte olan, daha sonra yoluna Olcay ve Bilginer’in Oyun Atölyesi’yle devam eden, 2003’ten beri de bütün oyunları yöneten Kemal Aydoğan tiyatrodan ayrıldı.
Birlikte çalışmaktan ne derece mutlu olduklarını sık sık belirten bir ikiliydi Bilginer’le Aydoğan, o nedenle şaşkınlık yarattı bu ayrılık. Oyun Atölyesi’nde yeni bir dönemin açıldığını söylemek mümkün. Bilginer’in Ayça Bingöl ve Canan Ergüder’le oyun çalıştığı haberleri var mesela, ne güzel. Aydoğan’ınsa kendi tiyatrosunu kurduğu, ekimde perde açacağı söyleniyor. Yani Twitter’dan görüldüğü üzere, şu an ortada bir öfke var ama “Uzun vadede yeni oluşumlar iyidir” deyip asıl konumuza geçelim...

Erkeklik halleri komedisi
Polonyalı senarist, yönetmen, yazar Andrzej Saramonowicz’in yazdığı

Yazının Devamı

Sorarlarsa ne diyeceğim?

29 Ocak 2013

Milliyet Pazar’da yayımlanan Engin Günaydın röportajı, hâlâ kafamı kurcalıyor. Bazı kaygıların ne kadar gerekli olduğunu düşünüyorum

Engin Günaydın, şunca yıllık gazetecilik hayatımda röportaj yaptığım en açık insanlardan biri. ‘Röportaj yapıyorum, bir dolu insan bu dediklerimi okuyacak, iyi görünmeliyim, faça vermemeliyim’ gibi dertleri yok. Hiç mecbur değil, uyumak için içkiye ihtiyaç duyduğunu, kafasının içinin bir sürü kötücül tipin onu mutsuz etmek için konuşup durduğu bir kahveye benzediğini söylemeye; ama çekinmiyor. Her şeyden önemlisi de, ‘Ünlüyüm ben, millet bana bayılıyor, istediğimi yapar, istediğim gibi ahkâm keserim’ gibi bir durumu hiç olmadığı gibi, attığı her adımda “Biri bana sorarsa sen ne biliyorsun ki diye, ne diyeceğim?’ kaygısı yaşıyor. Hatta basbayağı birinin gelip kendisini köşeye sıkıştırmasını, ona hesap sorup dersini vermesini bekliyor.
İlk bakışta tuhaf ve yorucu, hatta engelleyici görünüyor ama, bu mesele epey kurcaladı kafamı. Aslında bu kaygının ne kadar gerekli olduğunu düşündüm... İyi bir şey yapmak için... Film çekerken, oyun yönetirken, albüm çıkarırken, tabii en çok da kendi mesleğime baktım; yazı yazarken insan kendine sorsa... Biri

Yazının Devamı

“Zihnim kahvehaneye benziyor, çok gürültülü bir yer”

27 Ocak 2013

Engin Günaydın, yakında “Monk” uyarlaması “Galip Derviş” ile ekranda olacak. Bu hafta SİYAD’dan en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Günaydın, kafasının içinde onu mutsuz etmek için çalışan bir sürü tip olduğunu söylüyor

Yıllar önce sahnede izlemiştim Engin Günaydın’ı, “O Hikayedeki Mal Benim” diye bir tek kişilik gösterisi vardı. Bir insan kendisi hakkında nasıl bu kadar açık, samimi olabilir diye şaşırmıştım çünkü kendisiyle çok dalga geçiyordu, öyle “Bana bakın bana, çok şahaneyim, çok zekiyim, şimdi sizi acayip güldüreceğim” halleri hiç yoktu. Ama çok yetenekli ve çok komikti. Birçok dizide, filmde oynadı, sonra “Vavien”i yazdı, Sadece iyi bir oyuncu değil, çok iyi de bir senaryo yazarı olduğunu öğrendik. Onda hâlâ bir havalanma görülmedi. Hep aynı ‘içine atan’ çocuk olarak kaldı.
Engin Günaydın önümüzdeki ay Kanal D’de yayınlanacak “Monk” uyarlaması “Galip Derviş”le çıkacak karşımıza. Obsesif kompülsif bozukluk yaşayan, kimsenin görmediği detayları görüp cinayetleri çözen dedektif... Bu hafta “Yeraltı” filmiyle Sinema Yazarları Derneği’nden en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı... Temmuzda yeni senaryosunun çekimleri başlayacak... İyi bir yıl yani...
Engin Günaydın’ın

Yazının Devamı