Murathan Mungan’ın kalemine sağlık

23 Nisan 2025

İnsanın hayata bakışını hangi şarkıları dinleyerek, hangi şiirleri okuyarak büyüdüğü o kadar etkiliyor ki. Ben mesela gözümü “Ya dışındasındır çemberin / Ya da içinde yer alacaksın” ile açtığım ve sonraları hep yerimi tartma ihtiyacı duyduğum için, bazen insanın “İstersen hiç başlamasın / Bu hikâye eksik kalsın” diyebileceğini, ayrılıkları “Aslında giden değil kalandır terk eden / Giden de bu yüzden gitmiştir zaten” diye karşılamanın da mümkün olduğunu öğrettiği için, “Geçse de yolumuz bozkırlardan / Denizlere çıkar sokaklar” diye geçmişe ve yarınlara inandıran her bir sözcüğü için Murathan Mungan’a minnettarım. (Tabii başta Derya Köroğlu / Yeni Türkü olmak üzere bu sözleri bize ulaştıran bütün seslere de).

Murathan Mungan kadar çok yönlü ve üretken (bu iki içi aşırı boşaltılmış sıfatı kayıtsız şartsız kullanabileceğimiz belki tek insan) birinden sadece şarkı sözleriyle bahsetmek çok eksik kalır, biliyorum. Ama

Yazının Devamı

Belki olmadı ama olabilirdi

21 Nisan 2025

Hayatta duyduğum anda sohbeti kesip konuşmayı terk etme isteğine kapıldığım iki kalıp var: Biri “Sen onu bırak da”, diğeri “O da bir şey mi”. İkisi zaten aşağı yukarı aynı anlama gelir; senin anlatmakta olduğun fasa fisodur, onda hep bir fazlası, bir ilginci, bir seviye ötesi vardır, dur bir anlatsın da gör hele.

Pelin Esmer’in artık sona yaklaşmakta olan 44. İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale için yarışan son filminin adı “O da Bir Şey mi”. Film, bambaşka hayatlara sahip, yollarının kesişmesi neredeyse imkânsız sayılabilecek iki insanın tuhaf bir şekilde kesişen hikâyelerini anlatıyor. Levent (Timuçin Esen), İstanbullu ünlü bir yönetmen, ödüllü pek çok filmi var ve şu anda kendi çocukluk travmalarına / korkularına dair bir kısa film çekmekte.

Aliye (Merve Asya Özgür) ise Söke’de bir otelde kat görevlisi. Bir dizi olay sonucunda yarım kalmış hayalleri ve bu kasabaya, bu otele, sıkıştığı bu hayata sığmayan bir hayal gücü var. Hikâyesini yeniden yazmak istiyor. Söke Film Festivali’ne konuk olarak

Yazının Devamı

İnanırsan gerçek olur belki

16 Nisan 2025

Uzun bir masa, arkadaşların toplandığı bir akşam yemeği. İçlerinden biri, büyük bir tutkuyla yeni yazacağı kitaptan söz ediyor. Masadakiler onu ciddiye alarak mı dinliyor, içlerinden ya dışlarından dalga mı geçiyorlar umurunda değil, zaten farkında da değil. Dikkatinin odağında sadece kendisi var. Ama delici bakışlarından da anladığımız üzere bir kişi hepsinin farkında ve belli ki içinden sussun da kendini rezil etmesin diye dua ediyor: Karısı.

Bu sahnenin kendisi ve hemen sonrasında arabada yaşanacak diyalog (onu filmi izleyene bırakıyorum), ‘çift olmak’ üzerine o kadar çok şey söylüyor ki. Hani karşındakini sahiplenme ve onu ‘dış dünyaya’ karşı korumak istemeyle başlayıp onun adına utanma ve öfkeye hatta neredeyse öldürmek istemeye uzanan birçok farklı duygu. Görünüşe göre bizim çiftimiz; bütün aymazlığıyla kendini karısına teslim etmiş Keane ve ipleri elinde tutmaktan yılmış Suzie artık çift olarak yolun sonuna yaklaşmış durumda. İşin sonu ya boşanmaya ya cinayete varacak…

Yine böyle bir gecenin

Yazının Devamı

Bir efsane nasıl oluştu?

14 Nisan 2025

Okulda Fransızca öğrenmeye başladığımda en büyük yardımcım şarkı sözleri olmuştu. Bir şarkıyı eğer evinizde plağı, kaseti yoksa istediğiniz an dinleyemediğiniz, radyoda karşınıza çıkmasının sürpriz gibi sevindirdiği ve tabii ki şarkı sözlerinin parmağımızın ucunda olmadığı yıllar. Dinozor dinozor konuşmak istemiyorum ama kendi içinde bir güzelliği olduğu kesin bu çabanın.

Özellikle de “La Boheme” gibi, “Emmenez-Moi” gibi, “Hier Encore” gibi, “La Mamma” gibi bazılarını döne döne dinlediğimi, sözlerini sökmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Neden özellikle onlar diye düşünmemişim, onu da yeni düşündüm, 44. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen “Monsieur Aznavour” filmini izlerken. Çünkü bunlar hikâye anlatan şarkılar. Dünya çapında 180 milyondan fazla albüm satan Fransız şarkıcı ve şarkı yazarı Charles Aznavour, kariyerinin epey başlarında keşfetmiş bunun faydasını, birinci tekil şahıs kullanırsa, birinci ağızdan anlatırsa hikâyeyi, dinleyiciye daha yakın

Yazının Devamı

Bir ihtimal daha var, o da Umut

9 Nisan 2025

Gitmek, buralardan gitmek, başka bir ülkeye göçmek, göçüp her şeyden uzaklaşmak, uzaklarda yeni bir hayat kurmak… Şikâyet ettiğimiz ne varsa onların olmadığı bir hayat… (Kavafis’e inanmayıp) Yeni bir şehir, yeni bir ülke, yeni insanlar… Başka koşullar. Başka... Başka dertler. Ya da aynı dertlerin başka suretleri.

Hayatımızın son döneminin temel bir meselesi bu; gitmek. Giderken götürdüklerin, yanına alamadıkların, orada aradıkların, buldukların, bulamadıkların. Şu ihtimal de var değil mi üstelik, hadi bir yolunu bulduk da gittik, “ya işler istediğimiz gibi gitmezse?”

Bu soru etrafında şekillenen, seyirciyi de bu soruyla ve bir daha bir daha tekrar eden döngülerimizle meşgul eden bir oyun, adı üstünde “Loop”. Tiyatromuzun çarpıcı kalemlerinden Ebru Nihan Celkan’ın yazdığı, Nagihan Gürkan’ın rejisiyle H6 Act yapımı olarak İstanbul Tiyatro Festivali’nde seyirciyle buluşan oyunun serüveni farklı salonlarda devam ediyor. (14 Nisan Pazartesi Alan Kadıköy’de olacak).

Oyunumuzun kahramanı Umut (Berfu

Yazının Devamı

Hayatınızın listesi var mıydı?

7 Nisan 2025

Bazen bir film insana hayata dair onlarca soru sordurabiliyor. Bu filmin iyi mi kötü mü, çok derin mi yoksa sabun köpüğü mü olduğundan bağımsız bir durum. Denk geliveriyor bir şeyler. Mesela dönüp çocukluğunun, ilk gençlik yıllarının geçtiği evde zaman geçiriyorsan o sıralar, o çekmeceler, o dolaplar hala senin bir zamanlar olduğun kişiden izler taşıyorsa, sakladığın sinema biletleri, arkadaşlarına ya da kendine yazdığın notlar, anket defterleri çıkıyorsa kutulardan, adeta yeniden tanışıyorsan kendinle; daha doğrusu bir zamanlar olduğun kişiyle, o sırada bir platformda önüne çıkan “The Life List” (Hayat Listesi) gibi bir film, beklenmedik bir yolculuk yaptırabiliyor sana.

Filmin Türkçe adı “Aşk Peşinde Bir Yıl” oluvermiş. Eskiden vardı böyle bir içinde ‘aşk’ geçen isimlerin daha çok ilgi çektiği iddiası, demek hala geçerli. İnsan neden yoksunsa onun peşine daha çok düşüyor diye açıklayabiliriz bunu galiba ama bence ‘hayat’ da o kadar ihtiyaç

Yazının Devamı

Mekânın hafızası her şeyden güçlü

2 Nisan 2025

Bazı sokakların, bazı mekânların ‘ruhu’ olduğunu söyleriz ya. Nedir sözünü ettiğimiz aslında? O sokakları belki biz bu dünyaya gelmeden yüzlerce yıl önce adımlamış olan insanların bıraktığı ayak izleridir. O binalarda yaşamış olanların duvarlara sinmiş kahkahalarıdır, geride bıraktıkları özlemleridir, yarım kalmış hikâyeleridir. Hani yalnız değilmiş gibi hissedersiniz bazen, ondandır. Yalnız değilsinizdir.

Beyoğlu’nu onca kabuk değişimine rağmen gerçekten ‘değiştiremeyen’ de budur bence. O kadar çok hikâye kazınmış ki o kaldırım taşlarına, ne zaman silebiliyor ne insanın hoyratlığı. Mekânın hafızası diye bir şey var, her şeyden güçlü. Bu çok güçlü hafıza merkezlerinden birine, İstiklal Caddesi Pembe Çıkmazı’ndaki Büyük Zarifi Apartmanı’na davet edeceğim sizi bugün. Önce Hrant Dink Vakfı tarafından İstanbul’un çok kültürlü mirasını keşfetmek isteyenler için hazırlanan KarDes uygulamasını indirin telefonunuza, kulaklığınızı takıp Pera turunu dinleyerek adımlayın

Yazının Devamı

“Festivalin içeriğinden ödün vermeden”

31 Mart 2025

Sanat, ülkemizde her dönem zor koşullarda yapılan bir şey oldu. Maddi zorluklarla; tiyatro ise sahne, sinema ise salon, müzikse yapımcı / dağıtımcı sıkıntılarıyla, her daim yasaklarla dolu bir mücadele alanı sanat. Ne zaman bir kriz olsa ilk gözden çıkarılan, ilk bütçeden düşülen kalem.

Doğal olarak festivallerin durumu da öyle. Bir yerel yönetime bağlıysa başka dertleri oluyor, bağımsızsa başka, bir vakfa bağlıysa başka. Süreklilikleri zor ve önemli o nedenle. Sektör için, seyirci için, film yapanlar, izleyenler, bir perdede, bir salonda birleşenler için. Antalya Altın Portakal ise söz konusu olan, bu ülkede bir festivalin 60 yaşına gelmesi çok önemli bir şeydi mesela. 60. yılında onun sarsıntısından payını alan Ankara Film Festivali 34 yaşına kolay gelmemişti. Ya da bu ay 44. kez kapılarını seyirciye açmaya hazırlanan İstanbul Film Festivali için konuşacaksak, bir film festivalinin 40 yılı devirmesi az şey değil. Hani en keskin eleştiri oklarıyla festivalleri lanetlerken, seyirciyi filmlere gitmemeye, sinemacıları filmlerini geri çekmeye,

Yazının Devamı