Süper Kupa’nın yeni sezonun başında oynanmasına itirazım var. Bu kupa geçen sezonun sonunda şampiyonluğu ve Türkiye Kupası’nı alan ekiplerin antrenör ve futbolcularıyla lig bittikten 3 gün sonra da oynanabilirdi.
Şenol Güneş Beşiktaş’ın başında ama Aboubakar ile Marcelo yok. Konyaspor’a bakarsak Aykut Kocaman şimdi Fenerbahçe’de. Örneğin Bajic ve Mehmet Uslu da yok. Hak edenlerin o sezon Süper Kupa’yı oynaması daha şık ve adil olurdu.
Samsun Yeni 19 Mayıs Stadı hayırlı olsun. Bazı Samsunlu dostlar açılışta ilk resmi maçın Samsunspor tarafından oynanması gerektiğini öne sürüp, atarlanmışlar. Bence Samsun esnafına sorup öyle karar verseler daha iyi olur. Havai fişekler, çatapatlar, alev ve duman dün yine sahne dekoruydu. Neyse ki ayıp Antalya ve Eskişehir’deki gibi skandal boyutuna erişmedi.
Maça dönersek... Mustafa Reşit Akçay, Aykut hocadan aldığı Konyaspor’a bir fazla kalite kazandırmış. O da yapılan akıllı transferlerin yansıması. Boğaz’da unuttuğumuz canavar balık Kofana, meğer Konyaspor’da Fofana adıyla boy göstermiş. Dün forvet arkasında hem tek başına top taşıyıp hücumculara harika fırsatlar sundu hem de Beşiktaş’ın kazandığı toplara baskı yaparak yeniden oyun kurdu.
Saçlarını futbol için ağartmış, gurur duyulacak bir kariyer yapmış. Bizdeki sicili başarı için yeterli kupalarla dolu. 1 UEFA Süper Kupası, 2 Lig Şampiyonluğu... Hem de iki ayrı (Galatasaray/Beşiktaş) takımda.
İstanbul’u bırakıp Ukrayna’ya uçtu... Shakhtar Donetsk’te bir de UEFA Kupası ile taçlandırılmış şampiyonluklarla dolu 12 yıl. Geçen yıl Zenit’te hayal kırıklığı yaratan mesaisi ve görevine son verilmesi... Zirveyi de dibi de görmüş.
Kimse yaşına takılmasın. Karl Heinz Feldkamp da, Luis Aragones de 70’lerini sürerken şampiyonluk gördüler. Gençler bilmeyip hatırlamadığı için eski örnekleri vermiyorum. Sağlığı ile ilgili dedikodulara da açıkça yanıt verdi.
Lucescu sempatik adam... Benim açımdan TRT Spor ve Lig Radyo’da sıkça dile getirdiğim gibi “Nöbetçi Eczane” idi. Dükkanı hiç kapamadı, Türkiye’yi boş çevirmedi. Öncelikle medyadaki arkadaşlarımızı... Örneğin manşetler boş mu kaldı? Ver bir Lucescu... Telefonun ucundan hep hazır olduğunu, ancak Shakhtar’dan kopamadığını söyleyip dostça tavsiyelerde bulundu.
Bu yıl “Nöbetçi Eczane” olarak fazla mesai yaptı. Önce Galatasaray, sonra da Milli Takım... TFF Başkan Yıldırım Demirören’i kırmadı ve zor göreve imza attı.
Heme
Tanık olduğumuz olay hiç de sürpriz değil. Son bir yılda yaşananlara bakarsak, Terim’in çoktan bırakması gereken bir yığın sorun çıktı ortaya... Milli Takım’da herkesin bildiği gerçekleri ille de Fatih Hoca’ya söyletmek isteyenler, kayadaki ilk çatlakları Arda ile oluşturdular. Sonrasında Arda’nın meydan okuyan, gider yapan haytalığı sadece Terim’i değil, ülkeyi bütünüyle huzursuz eden, inciten bir hadise idi. Kaptanın Milli Takım’ı bıraktığını ilan etmesi, Terim karşıtlarının ekmeğine yağ sürdü.
Son Alaçatı olayı da Terim’e yakışmayan bir “babalık” gösterisiyle, kabadayılık motifleriyle süslendi.
Sadede gelelim: Fatih Terim, kaybederek bırakıyor görevini... Asıl işine odaklanması gerekirken, beklenmedik durumlarla, olaylarla zorluklarla karşılaştı. Spor kültürümüzün popüler kültür karşısında ezilmesinin bedelini ödedi.
Bir de şu var: Anlaşılır nedenlerle mektup kaleme alıp Fatih Hoca’yı istifaya çağıran, olmadı görevden alınması gerektiğini yazan Rüştü Reçber, “O da mı olmadı... Talimatı verecek makam belli!” diyerek, gerçekten haddini aşarak bir spor adamının yapmaması gerekeni yaptı. Fatih Hoca gider ama, bu spekülasyon da sürer: Acaba talimat nereden geldi?
Demek ki onca çabaya
Kim derdi ki Epik Tiyatro’nun yaratıcısı ve önderi, şair ve yazar, felsefeci ve antitezci Bertolt Brecht (1898-1956), taa 1920’lerden günümüze uzanıp futbolda yaşadığımız çılgın yolculuğa ışık tutacak.
Oluyor işte... Ne demişler, Gökkubbe’nin altında söylenmemiş söz yoktur. Yeter ki onları bulup anlamaya çalışın.
Brecht’i bu köşeye taşımamın nedeni, 1926’da yazdığı “Radyo - Sinema Yazıları” adlı kitabından iki cümle:
Kimse sonuçlarla ilgilenmiyor...
Herkes imkanların ve fırsatların peşinde!
Arada geçen 90 +1 yılda değerinin zirvesine çıkan cümleler. Hadi örnekleyelim... Otoyollar yaptık, hızlı arabalar ürettik... Ama trafik kazalarını önleyemedik... Üretimi destekledik, fabrikalar kurduk... Makinalar ürettik. Ama hava kirliliğini önleyemedik. Klimaları icat ettik de küresel ısınmaya engel olamadık.
Örnekler çoğaltılabilir. Gerçek yine de değişmez: Teknoloji, gelirler, buluşlar, keşifler ne kadar ilerlese de kimse sonuçlarla ilgilenmiyor.(Herkes imkanların peşinde)
Popüler kültür, siyasette, sanatta ve futbolda bazı kahramanlara unutulmaz unvanlar verir...
Baba gibi: Baba Hakkı (Yeten), Baba Gündüz (Kılıç), Baba Recep (Adanır)...
Taçlı ya da taçsız... Metin Oktay’ın unvanı da Kral’dır...
Dünya ve Hollanda futbolunun (elbette Barcelona’nın) unutulmaz yıldızı Johann Cruyff’a Sarı Fare denmiştir.
Onun da hocası ve en çok etkilendiği futbol düşünürü Rinus Michels’di...
General...
Bizde en popüler unvan, İmparator’dur.
Şenol Güneş haklı olarak soruyor: Marcelo’da tezgah mı var?
Lyon Teknik Direktörü Bruno Genesio, Brezilyalı stoperi mutlaka kadrosuna katmak istiyor. Bunun için Fransızlar bedel de biçmişler: 8 milyon Euro! Gelgelelim Beşiktaş için bu rakam hiç de yeterli değil, en az 12 milyon Euro istiyorlar. İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü! Ne var ki spekülasyonlar, tartışmalar, Fransız ve Türk basınındaki haberler Şenol Güneş’in canını sıkıyor. Haklı olarak soruyor: Marcelo işi neden karıştırılıyor?
Hakça düşünelim... Lyon’un Beşiktaş’ı rahatsız etmek, zor duruma düşürmek gibi bir derdi olamaz... UEFA Avrupa Ligi’ndeki cezalı çeyrek final aşaması düşmanlığa gerekçe için yeterli değil.
Burada olsa olsa Marcelo’nun menajeri her kimse, onun bazı hedefleri olabilir. Bu transferi kızıştırdığı rakamlarla gerçekleştirirse, elbet alacağı komisyon da ona göre çok çekicidir. Hesapta olmayan bir transfer için havadan gelen para, oh ne ala!
Oysa Pepe’nin transferiyle Beşiktaş, Güneş’in kafasındaki ideal ikiliyi bulmuş, başka sorunlarla ilgilenmeye başlamışken Marcelo tartışmaları huzursuzluk yaratmıştır.
Beşiktaş’ın asıl derdi, “Kiracı Şampiyon” olmasıdır...
Santrfor ve golcü olarak başarılı katkılar
Büyük yenilgiler, hezimetler, düşüşler ve çöküşler yaşadık.
Onurlu, coşkulu günlerimiz de oldu, utanç dolu anılarımız da. Hepsi futbolun asla futbol olmadığını gösteren örneklerle iç-içeydi.
Ama hiç biri “3 Temmuz süreci” kadar travmatik olmadı.
O travmatik olayda maalesef kendi kendini yönetemeyen futbol, mahkeme kapılarına düştü. Ağır Ceza’da avukatların, başkanların kapışmalarına tanık olduk. Tapelerden, polisten ve savcılıktan sızdırılmış ifade tutanakları ve iddianame taslaklarından başımız döndü.
Nihayet anlaşıldı ki travmanın arkasında hayatın her alanına sızmış, eğitimden hukuka kadar her yeri kontrol altına almış bir örgütün yarattığı tahribatla baş başaydık. Bugün hâlâ o örgütle hesaplaşıyoruz.
O örgütün adı belli: Fetö!
En başta Aziz Yıldırım, Şekip Mosturoğlu, Tamer Yelkovan’ı kıskacına aldı o örgüt... Sonra Serdar Adalı’dan Tayfur Havutçu’ya, oradan İbrahim Akın’a, Ümit Karan’a uzayan bir tutuklular listesi oluştu.
2014’de Beşiktaş’ın “ölümsüz” başkanı Süleyman Seba vefat ettiğinde TFF çok yerinde bir karar alarak, 2014-2015 sezonunu Süleyman Seba’ya adadı... Onun örnekliğini, dürüstlüğünü, centilmenliğini ve saygı üzerine kurduğu felsefesini benimsemeye çalıştık. Ne kadar başarılı olduğumuzu tartışacak değilim.
Sonraki yıl (2015-2016) da TFF eski başkanı Hasan Doğan’a adandı. 2008 Avrupa Şampiyonası’ndaki muhteşem yarı final başarısını öylesine heyecan ve coşkuyla izledi ki yorgun yüreği tatilin ilk günlerinde iflas etti. Hasan Doğan’a da vefa duygumuzu gösterdik..
Geçen yıl (2016 -2017) Berlin Panteri Turgay Şeren’e adandı. Onu da saygı ve sevgiyle andık. Daha anlamlı olabilir miydi? Olabilirdi. Ama dedim ya, artık güncel ve biraz da yüzeyselin peşindeyiz. Örneğin Turgay Abi’ye adanmış bir sezonda uluslararası kalecilik semineri düzenleyebilir, yılın en başarılı kalecisini seçebilir, anısını gelecek kuşaklara aktarabilirdik. Bunları TFF’den beklemekle başımızdan savuramayız elbette. Bizim de (medya) önerilerimiz olabilirdi. Galatasaray Spor Kulübü’nün, Profesyonel Futbolcular Derneği’nin, Spor Bakanlığı’nın da katkısı sağlanabilirdi.
Hayır, üç adanmış insana saygısızlık etmek istemem. Hepsi