Eczacıbaşı, Vakıfbank, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzon İdmanocağı... Bursa Büyükşehir Belediyesi... Türk Milli Takımı...
Size kadın voleybolundan bir seçki sunuyorum. Yukarıda adını okuduğunuz tüm kulüpler Avrupa ve Dünya voleybolunda mutlaka final oynamış kulüplerdir. Şampiyonluk kazanan, voleybol dünyasında taç giyenler de vardır kuşkusuz... Milli Takım da Londra 2012’de bizi temsil etti.
Hangisi, hangi yıl, hangi organizasyonun finalinde oynadı? Şampiyonluk Kupası’nı alanlar hangileri?
Kusura bakmayın, unuttum. Ama internete girerseniz, hepsini okursunuz.
Basketbola bakarsak...
Orada da hem kadın, hem erkek takımlarımızın başarıları var...
Kadınlarda Euroleague (Basketbolda Avrupa’nın Şampiyonlar Ligi) finalinde Fenerbahçe-Galatasaray, yurt içindeki ezeli rekabeti Avrupa’ya taşıdılar. Hepimizi final heyecanıyla onurlandırdılar. Soluk soluğa oynanan maçı Galatasaray kazanıp kupayı aldı. İnanıyorum ki Final Four’lara abone olan Fenerbahçeli kızlar da günün birinde aynı finali oynayıp rövanşı almayı hayal ediyorlardır.
Kimse yaşadığın fırtınayı, dalgaları, rüzgarı, tayfanın isyanını ya da beceriksizliğini sormaz.
Sadece limana bakar herkes... Gemiyi getirdin mi, getiremedin mi?
Getirdiysen ne ala!... Getiremediysen gözünün yaşına bakmazlar, hiçbir mazeretini dinlemezler...
Kazandıysan omuzlardasın... Kaybedersen sen yanmışsın, yoksun arkadaş!
İşte böylesine gergin ve baskı altında oynuyor Beşiktaş... Kasımpaşa karşısında da özellikle ilk yarıda tedirginlikten kurtulamıyor. Maçın açılışı Beşiktaş açısından hiç de fena değil aslında. Daha ikinci dakika dolarken Oğuzhan’ın çabukluğuyla ceza alanına giriyorlar... Orada harika asisti tamamlıyor Aboubakar.... Beşiktaş, zor rakibi karşısında erken golle rahatlıyor...
Tabii, biraz fazla rahatlıyor. Beşiktaş’ı izleyenlerin hiç de şaşırmadığı, artık alıştıkları olay gerçekleşiyor... İki dakika geçmeden Kasımpaşa da atıyor golünü... Edouk golünü atarken hemen herkes uyuyor, gafil avlanıyor.
O gol uyandırıyor Beşiktaş’ı. İnanılmaz baskıyla sağdan-soldan yükleniyorlar... Bir yanda günün en çalışkan adamı Quaresma, öte yanda Babel... Ama takdirle belirtmeli ki günün asıl sürprizi Adriano. Bu yıl sıkça görüldüğü gibi sol kanattan içeri dalıp
Sezonun bu zamanında iki karpuzu tek koltukta taşımak hiç de kolay değil. Başakşehir bu işi hiç zorlanmadan yapıyor, hem Lig’in, hem de Kupa’nın yükünü başarıyla taşıyordu.
Sonunda mutluluğu buldu mu, bulabilir mi? O kadar önemli değil... Başakşehir oyuna duyduğu saygı ile elinden gelenin en iyisini yapıyor.
Fenerbahçe’ye bakarsak... Gerçekten finali isteyerek, heyecanla koştular. İlk toplara bastılar. Pozisyonlara girdiler. Özellikle Robin Van Persie’nin üç pozisyonu var ki, goller akıl almaz biçimde kaçtı.
Dirk Advocaat, Abdullah Avcı ile hiç diyaloga girmeden yağmurda uzun süre kulübede oturmayı tercih etti. Avcı ise gayet sabırlı ve sakindi. Takımını da öyle yönetti. Ne var ki maçın gelişimi her iki hocayı da soluk soluğa bir koşunun içine soktu. Üstelik sadece futbolcularını oynatmadılar. Yaptıkları değişikliklerle, hamlelerle kendileri de adeta satranç oynadılar.
Emre (Dk.42) ve Sow’un (Dk.71) karşılıklı gollerinden sonra maçın inanılmaz bir hareketlilik kazandığına, oyunun hızlandığına ve düelloya dönüştüğüne tanık olduk.
Abdullah Avcı, “Ya hep ya hiç” diyerek 5 dakikada 3 değişikliği birden yaptı. Mustafa Pektemek, Napoleoni ve Holmen’le hücumdan başka hiç bir şey düşünmediğini
Beşiktaş-Başakşehir arasında Süper Lig tarihimizin kolay unutulmayacak şampiyonluk mücadelesine tanık oluyoruz. Peşlerindeki takımlardan kopmuş, kayıplarıyla-kazançlarıyla, tökezleyerek-sendeleyerek, zor engelleri aşarak...
Koşarak, taşarak, coşarak...
Muhteşem bir macera yaşatıyorlar bizlere.
Hayata renkli gözlüklerle bakmıyor, bütün renkleri bir arada görüyorsanız... O renklerin değil, oyunun peşinden koşuyorsanız, çok keyifli bir rekabetin tanığı oluyorsunuz demektir.
Bu keyfi her zaman bulamazsınız... Tadını çıkarmaya bakın.
Rekabet kültürü gelişmemiş, her olayın arkasında komplo senaryoları arayan, algı operasyonlarıyla uğraşan güzel ülkemizde ne yazık ki yarışın tadını kaçıranlar da var.
Fısıltıyla yaydıkları söylentiler acaip bir kamuoyu oluşturuyor. Tanık olduğunuz gerçeklikten kopup paranoyalarla hazırlanmış senaryolara dalıyorsunuz.
Yüksek gerilim ya da yüksek basınç... Ne derseniz deyin. İki takım da farklı nedenlerle aynı koşullar altında oynadılar.. Daha doğrusu oynayamadılar..
Bursaspor, farklı yenilgilerle hiç de beklemediği bir irtifa kaybına uğrayınca, peş peşe istifa eden- değişen hocalarla günü kurtarma telaşına düştü. Futbolcuların da taraftarların da aradığı fırsat Beşiktaş maçıydı. Timsah Arena’da daha dirençli, daha cesur, daha çok koşan, kontralarda gol arayan bir ev sahibi vardı. Lig liderliğinde 7 puanlık avantajında, en yakın rakibine 3, ezeli rakibine de 2 puan kaybeden Beşiktaş’ın elinde - avucunda iki puanlık küçük bir fark kalmıştı. Kredisi tükenmiş, kadrosu eksilmiş (Talisca), sinirleri bozuk bir konuktu Beşiktaş.
Evet, topa daha çok sahip oldular. Gol girişiminde, isabetli pasta, kornerlerde üstünlük konuk takımdan yanaydı. Ne var ki bu kaliteye rağmen, ilk yarıda aradıkları golü bulamadılar.
Karşılıklı sertliklerle geçen maçta Şenol Güneş, Talisca’ya bir vekil aramamış, Oğuzhan Özyakup’u klasik 10 numara olarak görevlendirmişti. Merkezden forvet arkasına geçen Oğuzhan, beklenen etkinliği gösteremedi. Çok koştu ama yaratıcı bir oyun kuramadı, kilitleri çözecek bir pas atamadı.
Beşiktaş
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, yeniden gündemin zirvesinde. O nedenle izlediğiniz derbinin ayrıntıları ne olursa olsun, baş köşede onu görüyorsunuz.
Beşiktaş-Fenerbahçe maçının analizleri bir yana, Volkan-Talisca sürtüşmesi bile gölgede kalıyor.
Aziz Yıldırım, bu defa Caferağa Salonu’nda rakip kulüp başkanını tokatlıyor.
Attığı tokatın gerekçesi de protokolda kendisine yer ayrılmaması, salonun Beşiktaş taraftarlarıyla doldurulması, Yakın Doğu Üniversitesi’nin daha sezon bitmeden etik dışı davranışlarla Fenerbahçeli sporculara kanca atması...
Ortalık karışıyor tabii... Tokada hedef olan Işık Eyigüngör, kendini savunmak zorunda kalıyor. Tribündeki beklenmedik olay, çevredeki insanları tedirgin ediyor, gerginlik yaratıyor. Kadınlar “Bırakın!” diye feryat ediyor.
Biraz tarihe baksak mı? ABD’nin 41. Başkanı George Herbert Walker Bush, 1. Körfez Savaşı’nda Saddam’ın Irak’ına karşı bombaları yağdırırken aynen şunları söylemişti :
“We did what we must have done!. If necessary,we’ll do again.”
Mehmet Topal yok, Şener yok... Van der Wiel’e Advocaat’ın güveni yok...
Atiba yok, Tosiç de cezalı...
Bu durumda dünkü maça “Yokların Derbisi” diyebiliriz... Olmayan oyuncular, takım kurgusunda, işleyişinde, hamlelerinde zaman zaman arandılar. Alternatif olarak sahaya sürülenler de sürprizdi... Advocaat, Hasan Ali’yi sağda oynatarak zorunlu bir karar almıştı. Solda da İsmail Köybaşı vardı. İki oyuncu da Fenerbahçe’yi savunma pozisyonunun ötesinde ileri hamlelere taşıyamadılar Mehmet Topal’ın vekili (!) olarak görevlendirilen Neustadter, bırakın Topal’ı kendini bile temsil edemedi. Fenerbahçe savunmasında yine Kjaer ve Skrtel ile ayakta durmaya çalıştı, direndi...
Beşiktaş’ta Tosiç’in boş bıraktığı stoper görevine Atınç Nukan’ın seçilmesi biraz şaşırttı izleyenleri. Ama dakikalar ilerledikçe Güneş’in isabetli bir karar aldığını gördük. Öte yandan yorgun ve sakat Atiba’nın yerini kimin alacağı da belliydi: Tolgay Arslan... İlk yarı biterken kurduğu oyun, Quaresma’ya attığı top akıl ve çabukluk gösterisiydi. Q7 de ilk yarıdaki en etkili hareketini işte o anda sergiledi... Aboubakar’a boş alanda yaptığı asistle soyunma odasına neşeli gittiler.
Yokların Derbisi’nde Fenerbahçe saha
Keyif kuş olmuş, uçup gitmiş.
TT Arena’daki Galatasaray gerçeği böyleydi... Avrupa Kupaları’na katılabilmek için mücadele eden ev sahibi, konuğu Kasımpaşa’yı “boş evde” seyircisiz - taraftarsız karşıladı. Stadın tamamı kapandığına göre Fenerbahçe karşısındaki yenilgiyi “küfürle” protesto eden “koro” toplu cezayı hak etmişti. Keyif kaçıran ilk olay, tribün boşluğu...
İkinci olay da Igor Tudor - Bruma “nahoşluğu”! Portekizli hafta içinde “Zam yap yoksa giderim” diye rest çekince yöneticiler hiç de memnun olmadılar durumdan. Memnun olmayanlardan biri de maç sırasında Bruma’ya ancak 18 dakika dayanabilen Igor Tudor’du. Akla gelen ilk olasılık sakatlık... Hayır, öyle bir şey yoktu. Bu işte başka bir “sakatlık” vardı. Sonradan anlaşıldı... Bruma “laubali” oynuyordu. Pas hataları, top kayıpları, arkadaşlarından kopuk hali Igor’u “köpürtmeye” yetmişti. Hırvat Hoca kemendi atıp kenara aldı Bruma’yı. Yanisi hafifçe burnunu sürttü. Yerini alan Gary Rodrigues biraz daha ciddiyetle girdi oyuna...
..Ve sadece yedi dakika sonra golü yediler. Kemal Özdeş’in Kasımpaşası oyunu doğru oynayarak, sakin ve doğru hamlelerle gollerini attı. Önce Adem Büyük’ün harika asisti ve sağdan kopup gelen Andre