Bunlar Türk spor tarihine ikinci meşrutiyetin ilan edilmesinden sonra gurur dolu sayfalarla büyük olaylar yazmışlar... Çok büyük zaferleri, çok büyük yıldızları yurt içinde ve yurt dışında kazanılmış bir çok başarıları var. Onca başarının, şiir lezzetindeki maçların geldiği noktada evet büyük bir rekabet var ama birbirlerine saygı duymayan bu futbol kuşaklarına iyiliği, sportmenliği, hakkaniyeti kimler anlatacak?
Öyle bir geleneğimiz var ki, maçlara çıkan takımlar seyirciyi selamlarken “sağ ol, sağ ol” diye selamlıyor... Keşke o selamdan sonra karşılıklı saygıya, centilmenliğe, beyefendiliğe de tanık olabilseydik.
Olmuyor, arkadaşlar bu şımarıklığı bitirmenin, nezaketi kadroya alıp oyun alanına taşımanın bir çaresi yoksa, sportif başarı beş kuruş etmez... O kötülükten spor adına hiç bir onurlu örnek oluşturulabilemez... Yol yakınken saygı adına, barış adına, dayanışma adına bir şeyler yapın da Türk futbolu sizin bu kahramanlığınızı yazsın... Ne o, çok kral golcüleriniz varmış... Bize ne... Siz çok kral şahsiyetler
Bugünkü Ziraat Türkiye Kupası çeyrek final maçları çok ilginç… Ligdeki “yoğun ve kanamalı” rekabet -istesek de istemesek de- Ziraat Türkiye Kupası'nda kavgadan, polemikten, tartışmadan uzak ve yumuşak bir meltem estirebilir. Süper Lig'in her hafta acayip dedikodu ve sosyal medya mesajı sahici olsun ya da olmasın yorumcu harikalarıyla (!) sahnelenen oyunları kupamıza dahil değildir. Türkiye Kupası’nda rekabet uysaldır. Skor önceliği de vardır ama futbolseverler oyunu saygı ile izler, beceri ve hataları konuşur, sonunda tur ya da final başarısı varsa, neşeyle eve dönerler.
Sıkıntı ya da baskı, Kupa maçlarında yumuşar, çok daha tahammül edilebilir şekle dönüşebilir. Tüm çeyrek final maçlarında olduğu gibi Fenerbahçe - Galatasaray kapışmasında da güzel goller izleyeceğiz, alkışlayacağız. Fenerbahçe'de En Nesyri (26), Dzeko (19), Galatasaray’da Osimhen (26) güzel goller attılar. Kazanıp kazanmama heyecanı biraz geride kalacak ancak her iki takımın gol organizasyonu ile golleri daha çok alkışlanacak. Sezonun en
Güzel bir derbi izledik. Bol pozisyonlu, topa basarak zaman harcayanları değil; topu hızla karşı kaleye taşıyarak ısrarla gol arayışını sürdüren oyuncuları alkışladık. Bir de şu var: Rekabetin ve temaslı mücadelenin ortamı kızıştırdığı maçta canı acıyınca öfkelenen ve rakibinin üstüne yürüyen oyuncular, arkadaşlarının araya girmesiyle sakinleştiler, barıştılar… Kırmızı kart gören Frankovski ise Muçi’ye yaptığı sert ve kontrolsüz müdahalenin bedelini ödedi.
Gaziantep FK ve Konyaspor’a peş peşe yenilerek çok sert sarsıntılar geçiren Beşiktaş, dünkü maça ezeli rekabetin sihirli havasıyla taraftar desteğinde çok iyi bir başlangıç yaptı. Ole Solskjaer’in durumdan ders ve vazife çıkaran kararlarıyla İmmobile’nin yedeğe alındığını, Oxlade Chamberlain, Joao Mario’nun takıma artı güç eklediğini de söylemek gerekiyor. En önemli dokunuş ise Rafa Silva’nın santrfor göreviyle sahaya sürülmesiydi. Rafa Silva kendinden beklenen tüm hareketleri doğru yaptı. Ceza alanına hızlı
A Milli Futbol Takımımız, umut ve hayal kırıklığıyla, yetersizlik, başarısızlık ve vizyonsuzlukla yıllarca mücadele etti. Dünya Kupası’na en son 2002’de katıldık, üçüncü olduk. Bugün o dönemi özlemle anıyoruz… Avrupa Futbol Şampiyonası’nda oynadığımız yarı final maçının üzerinden de kocaman bir on yedi yıl geçti. On yedi yılda sürdürülebilirliği yakalayamadık.
Geçmişin buruk tablolarıyla başladık. Bugün hangi değerlerle zenginleşip yol aldığımıza da titiz bir dikkatle bakmalıyız.
Milli takımımız ya da “Bizim Çocuklar” oynadıkları son 21 maçta 34 gol attılar. İlginç bir not: Bu golleri 25 farklı oyuncumuz kaydetti.
Sayılar şunu söylüyor: Artık Burak Yılmaz ya da Cenk Tosun gibi başarılı golcülerimiz/ santrforumuz yok. Ama gollerle yola devam ediyoruz.
Gol sayısının sosyalizasyonu gözlerden kaçmamalı: Eskiden 1 ya da 2 golcüyle oynadığımız maçlarda, onlara gol attırmak üzere çaba gösteren, enerji harcayan, taktiksel denemelere giren oyuncularımız, medyada “santrforsuz
Cumartesi günü Atatürk Olimpiyat Evi’nde çok seviyeli, güzel bir kongreye katıldık. 2011’den beri Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi başkanlığını sürdüren Prof.Dr. Uğur Erdener hocamız, önce üyeler tarafından hem faaliyet raporu, hem de denetleme kurulu raporlarının oylanıp kabul edilmesiyle ibra edildi. Önceki yıllarda üzerinde anlaşma sağlanan, uzlaşılan tek adayla düzenlenen kongrelerden sonra ilk kez iki adaylı kongre gerçekleştirildi.
Adaylarımız Uğur Erdener ve Ahmet Gülüm’dü… Başkan adayları birbirlerine saygı mesajları vererek teşekkür ettiler. Sonra Erdener TMOK’ta gerçekleştirdikleri başarı ortamını anlatıp gelecek vizyonunu özetlerken, Erdener, 148 olimpik sporcuya 2 yıl geçerli olmak üzere 600 dolar ve asgari ücretten oluşan önemli bir gelir sağladıklarını anlattı. Ahmet Gülüm, TMOK’un acilen üç misli sponsor gelirleri sağlaması gerektiğini söyledi.
Barış içinde başladı ve bitti. TMOK kongresine katılan üyelerin 335 geçerli oyundan 185’ini alan Ahmet
Evet, Solskjaer iyi bir antrenör… Beşiktaş kadrosundaki oyuncuların çoğuna dokunarak kronik rahatsızlıklarının bir bölümünü tedavi etmeyi başardı… Ama sonrası daha da sıkıntılı oldu.
Anımsayalım: futbolcular geçen hafta İstanbul’da kendi taraftarlarının önünde yenilgiden kurtulamadılar. Gol yedikten sonra adeta şoka uğrayıp mücadele yeteneğini kaybettiler.
Konya’daki maça bakarsak… Başlangıçta Rashica, Rafa Silva, Gedson Fernandes’le rakibi ürkütücü bir tempo oyunu sergilediler. Bu oyun üç şuta izin vermedi. Toplar direklerden döndü. Erken vuruşlar, gol şansı yaratmayan boşuna ataklarla Beşiktaş hem zamanı hem de topu kaybetti.
Hakem Ali Şansalan titiz bir dikkatle yönetti maçı… Avantaj kuralına dikkat etti, faullerde VAR uyarısıyla sarıdan kırmızıya döndü… Ancak ironik bir oyun yarattı bu durum… Melih Bostan ve Ndao’nun kırmızı kartla oyun dışı kalmasından sonra bocalayan takım yine Beşiktaş oldu…
Savunma, orta alan ve forvet oyuncuları birbirinden kopuk bireysel
Müjde!... Yepyeni dopinglerimiz oldu. Yıllardır doping kültüründen bir türlü kopamayan, spor alanlarındaki yaşam biçimini “doping bağımlısı” olarak kurgulayan çok sporcumuz var. İşte o sporculardan 12’si “yılın dopingcileri” olarak kürsüye çıkmayı (!) garantiledi.
Uluslararası Spor Federasyonları’nın WADA’dan (Dünya Anti Doping Ajansı) gelen raporlar doğrultusunda aldığı ceza kararları, olabilirse (!) son derece utanç verici… Daha da utanç verici olanı, bu alanda kusurlu görünüp ceza alan çoğu madalyalı evlatlarımızın, “haksızlığa uğradıkları”nı iddia etmesi… İşi daha da ileri götürenler, ‘Tam da eğildiği sırada bir görevlinin masadaki sürahiden kendi bardağına su koyarak doping maddesini ilave etmekte çok ustaca davrandığını’ söylemekte bir beis görmediler. Özetle her biri “mağdur”u oynayarak durumu geçiştirmeyi tercih etti.
Dünya minderlerindeki medar-ı iftiharımız Rıza Kayaalp de son listede yer alıyor. Anlattığına göre kulak
İlginç bir maç izledik… Bir yanda Ole Solskjaer ve pozitif enerji verdiği Beşiktaş onbiri, bir yanda da kenardan sabırla takımını izleyip sürekli uyarılarla Gaziantepspor’u sürekli oyunun içinde tutan Selçuk İnan vardı. Bence ikisi de birbirinden farklı iki antrenör, Süper Lig’deki meslektaşlarından da çok farklılar. Ole’yi biliyoruz, tanıyoruz. Türkiye’ye gelmeden önce ustalığını zaten kanıtlamıştı. Selçuk İnan biraz daha erken dönemini yaşıyor. İkisinin de büyük işler yapacağını düşünmeye başladım. Umarım yanılmam.
Saha içine bakarsak…İlk yarıda Beşiktaş, tribündeki taraftarının özveriyle oraya geldiğinin farkındaydı. Onların sevgisi ve heyecanına bir an önce karşılık vermek için çok çabuk, çok pozisyonlu bir oyun geliştirdiler. Genç Tayyip Taha ilk on birde yer almanın heyecanıyla… Dinamik ve hızlı Masuaku da sol kanattan indirdiği ortalar ve başlattığı ataklarla göz dolduruyordu. Oyunun en iyilerine bakacak olursak… Gedson Fernandes, Rashica, Rafa Silva ve Joao Mario