Süper Lig ayrışıyor… Bazı takımlar ve oyuncular bildiğimiz ölçüler içinde kalıp başarıyı ararken, kendi yetenekleri ve üstünlükleriyle rakiplerini aşarak oyunun kalitesini ve seviyesini yükseltiyorlar.
Dün geceki maçın ilk yarısında edindiğimiz izlenim ve gözlem notlarımız böyleydi. Galatasaray, Okan Buruk’un tercihiyle Icardi ve Osimhen’i “çift santrfor” olarak sahaya çıkarırken, Beşiktaş tek santrforu Immobile’ye yalnızlığı yaşattı. Sadece Immobile değil… Topla buluşup zıpkın gibi rakip ceza alanına yönelen Rafa Silva da yalnız kaldı. İki sivri adam, topla hemen her buluşmalarında birbirlerini yalnız bıraktılar.. Topu getiren, kime pas vereceğini bilemedi, rakip savunmacılar da basıp kolayca “geçiş” yapıverdiler.
Beşiktaş oyunun başından itibaren topla daha çok oynayan taraftı. Buna ek olarak Arda Kardeşler’in Galatasaraylı futbolcuların sert müdahalelerine seyirci kalmadığını, serbest vuruş kararlarını bekletmeden verdiğini, sarı kartlarını göstermekte gecikmediğini de gördük. Hakem
Kaş çatmayan, öfkeyle konuşup azarlamayan, soğukkanlı hakemle başlayalım.. Alman Harm Osmers, iyi bir maç yönetti. Önce Lacazette’nin 24’te attığı gol için “beklemeye” geçti. Pozisyonun VAR incelemesinde “ofsayt” olduğuna hükmetti ve golü iptal etti. Sonrasında 29’da Emirhan’ın Lacazette’ye ceza alanı içinde (??) müdahalesine penaltı noktasını gösterdi. Ama yine anında bir incelemeye geçti VAR. Bu arada Emirhan’a da sarı kart çıktı. Evet, ikinci incelemede de müdahalenin ceza alanı dışında gerçekleştiğine karar vererek penaltıyı iptal etti. Ceza alanı dışından yapılan serbest vuruşu uzaklaştırmak pek zor olmadı.
VAR sistemi devreye girdiğinden beri ülkemizde ve yurt dışında (özellikle Avrupa’da) farklı uygulamalar görüyorum. Dün gece Osmers’in zamanı da iyi kullanarak gayet net kararlar verdiğini gördüm. Bizdekiler de hızlanıp soğukkanlı karar aşamasına geçerler mi? Elbette. Niye olmasın!
Evet, Beşiktaş şanslıydı… Anlattığım iki olayda da incelemeler doğru
En başta Senad Ok, Fenerbahçe uzmanı meslektaşlarımla konuştum. Hemen söylemeliyim: Geldiği günden beri Jose Mourinho’nun sezonu bitirmeden Fenerbahçe’den ayrılabileceğini düşünüyorum. Hayır, elimde haber diyebileceğim ciddi bir bilgi yok… Mourinho tarafının ya da Fenerbahçe başkan ve yöneticilerinin de gündemlerinde böyle bir konu olmadığını öğrendim. Ancak meslektaşlarımda böyle bir tartışma başlamış bile.
Olayları önceden kestirip sonunu gören bazı arkadaşlarım bu konuyu yazmamda bana daha da cesaret verdi. Yıllarca bir arada çalıştığımız ve futbol bilgisine güvendiğim dostum Kemal Belgin, “Kasım ayında ayrılık görüyorum. Böyle giderse Kasım’ın ilk haftasında ya da sonlarına doğru bize veda edebilir” dedi.
Senad Ok böyle bir ayrılık beklemiyor ama, çok daha farklı olayları anımsatıyor: “Jose Mouriho geldiği günden beri biraz yukardan, üsttenci bir dille konuşuyor. Ama asıl özelliği kendi tercihlerine kendi sistemine sıkı sıkıya bağlı olması… Adeta inat etmesi.. Oysa bu tip ısrarcı direnmeler
Doğru hava, doğru mekan, doğru zaman.. Daha da doğrusu var: Bronckhorst’un seçtiği on bir… Hollandalı hoca, kendisine yönelik eleştirilerin ve önerilerin odağındaki oyuncu Semih’i doğrudan maça başlayan kadroya seçince hem taraftarları, hem de kendisini rahatlattı. Ama daha da önemli, olanı Semih’in motivasyonunu yükseltmesi, ona güvendiğini göstermesiydi.
Peki Semih ne yaptı? Sol önde görevliydi ama, orada bir ziyaretçi gibi duruyordu. Oyunun akışına göre pozisyon alıyor, İmmobile’nin ortaklığına geçiyor ve hiç de sırıtmıyordu.
İçten gelen duygularla oynadı. Yaşama ve oynama sevincini arkadaşlarıyla paylaştı. Rafa Silva’nın pasıyla ceza alanına girip aut çizgisine (İmmobile’ye top atmak için) inerken geciken bir hamleyle düşürülünce Kadir Sağlam penaltıyı verdi. İtalyan da beşinci penaltı golüyle açılışı yaptı.
Oyun mücadeleli geçti. Konyaspor teslim olmayan, rakibi için sürekli arıza çıkaran bir konuktu. Çok koştular, top çaldılar, pozisyonlara girdiler ama
Bu yazıya saygı duruşuyla başlamak istiyorum…
Türk futbolunun büyük macerası kahramanlarla dolu. Her biri saygıyı hak ediyor. Onlar, çimsiz, ayakkabısız ve parasız bir dünyada çamurdan iki kat ağırlık kazanmış, su çekmesin diye domuz yağı ile silinip cilalanmış toplarla oynar ya da savaşır, maç sonu duş yapamadan evlerine giderken çamurlu formalarını götürüp ertesi maça yıkatıp ütületerek getirirlerdi. Başlangıçta paranın sözü edilmez harçlıklar biriktirilerek şehir içi maç yolculuklarına para denkleştirilir, herkes heyecanla becerisini göstereceği maçı beklerdi. Destan tadında unutulmaz hikayeleri vardır.. Bir gün parça parça da olsa yazarım. Genç arkadaşlarım kitaplardan da okuyabilirler.
Bombacı Bekir’den Buduri’ye, Hakkı Yeten’den Cihat Arman’a… Metin Oktay, Turgay, Can, Lefter, Kadri, Şenol-Birol’a hepsi de futboldaki kahramanlarımızdı. Yurt dışında oynayanlar, profesyonelliğin ilk yıllarında “mütevazı” paralar kazanırken unutulmaz hikayelere imza atanlar
İstatistiklere bakıp avunabiliriz, Bayrak Çocuklar’ın oyununu, heyecanını ve sayısal performans bilgilerini takdir edip alkışlayabiliriz.
Evet, dün geceki maç, böylesine “sayısal gösteriyle” hem keyif, hem de ıstırap yaşattı.Topla oynamada 64/36, şut sayısında 29/10, isabetlide 9/2 üstünlüğümüz vardı. 431/207 başarılı pasla maçın efendisiydik…
Tüm o üstünlük sayıları, skor tabelasındaki eşitliği bozmaya yetmiyordu. O tabeladaki eşitliğin sahibi ise Karadağ kalecisi Nikic’di. Evet, iyi yer tutuyordu. Savunmasından da yardım görüyordu. Ceza alanında kalabalık oluşturarak, bizimkilere alan ve zaman bırakmayan Karadağlılar, onca baskıya ve akına karşı “full konsantrasyon” kaleyi koruyan Nikic sayesinde rahat ettiler. Yine de geçiş oyunlarıyla topu kaptıklarında etkili ve tehlikeli ataklarla üstümüze gelen Karadağlı oyunculara bizim çocukların kolay geçit vermediğini söylemeliyiz.
Bu arada… Montella dün de santrforsuz oyun ısrarıyla başladı maça. Orada anlayışla karşıladığım bir durum var. Bizim
Kişisel olarak Giovanni van Bronckhorst’e saygı duyarım. Onu çalışkan, ciddi ve dürüst bir teknik adam olarak kabul ederim. Ancak onun bu özellikleri, Beşiktaş’ta yaşanan gerçekleri örtmeye yetmiyor.
Siyah-beyazlı takımın şu sıralar en çok konuşulan oyuncusu Semih Kılıçsoy. Geçen sezon takımda yer almaya başlayan Semih, biliyorsunuz 12 gol atarak başarı göstermişti. Bugün A Milli Takım’a sürekli çağırılan bir oyuncu statüsüne sahip. Ancak Montella’nın “santrforsuz” oynama anlayışıyla birlikte bazı Beşiktaş maçlarında da sol kanatta görevlendirilmesi, ya da kulübede unutulması, sadece santrfor özelliğini değil, oynama alışkanlığını da yok ediyor. Öte yandan futbolda eğitici olarak uzmanlaşmış bazı hocalara göre Semih, olağanüstü çabuk, etkili çalımlar atabilen, topa çok iyi vuran yetenekli bir oyuncu. Ancak alt yapıda görmesi gereken bazı konuları henüz öğrenememiş. Artık açığı kapatma görevi, Bronchorst’ün omuzlarında. Ne var ki o daha kestirme bir yol bulup
Beşiktaş için gece kötü başladı. Önce Mert’in beklenmeyen sakatlığı… Ersin’in beklemediği kaleci piyangosu(!)… Sonrasında iki gaflet anında üç dakikada peş peşe yenen Eintracht golleri.
Beşiktaş resmen şoka girmişti. Donup kalmıştı adeta… Sonra ortalık ısını verdi. Rafa Silva’yı durdurmaya çalışan Robin Koch bir penaltı armağan etti bizimkilere…
Topun başında doğal olarak penaltıcı Immobile vardı. Doğal olarak sağıyla vurdu topa.
Yine de doğal olmayan, alışılmamış bir vuruştu bu… Ligdeki bütün penaltıları kalecilerin soluna, topu orta yüksekliğe atarak gole çeviren, çoğunda da rakibini ters köşeye yatıran Immobile, bu defa Santos’un sağına gönderdi meşin yuvarlağı. Çok rahat bir uzanışla kurtardı Brezilyalı file bekçisi…
Olayı anlamaya çalıştım. İlk aklıma gelen, Santos’un Immobile’nin ligdeki bütün atışlarını videodan izleyip, kendine göre bir yön seçmesiydi. Peki, Immobile neden sağına attı Santos’un? Sanırım ikisi de aynı şeyi düşündüler. Immobile