Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



İstanbulspor yenilgisinin bir iş kazası olduğunu yazdığım zaman dudak büken dostlar şimdi ne düşünüyorlar bilemem ama, hep birlikte görüyoruz ki Fenerbahçe futbol takımı - tüm eksiklerine rağmen - ligin seyir zevki en yüksek futbolunu oynuyor. Pozisyon zenginliği, bireysel beceri örnekleri artık Fenerbahçe'nin tüm maçlarını kapalı gişeye çevirir... Fenerbahçe de kazanır, deplasmana gittiğinde rakipleri de.
Servet ve Petkov'un son gün transferleri de savunma eksiklerini gidermekle kalmayacak, takım içinde yeni alternatifler yaratacaktır. Daum'un bu alternatifleri çok iyi değerlendireceğini düşünüyorum.
Futbol takımı böylesine keyifli bir yolculuk yaparken, yönetimin de sadece transfer ataklarıyla değil, başka güzelliklerle de takıma eşlik etmesi gerekir.
Aziz Yıldırım ve arkadaşları, yıllardan beri inatla sürdürdükleri federasyona karşı soğuk ve küskün tavıra artık bir son vermelidir. Yıldırım'ın Haluk Ulusoy'u yok sayan davranışları, ne kendisine ne de Fenerbahçe'ye yakışıyor... Küçük bir barış adımı, olası birçok gerginliği ortadan kaldırır. Trabzonspor kulübüyle bozulan ilişkiler de İstanbul'daki rövanşa kadar mutlaka düzeltilmelidir... Başkanın medyaya karşı tavırları da çelişkiler içeriyor... Uçağa gazeteci almayıp öfkesini sergiliyor, sonra onları kahvaltıya davet ediyor... Yıldızlar topluluğu Fenerbahçe takımı medya engellemeleriyle taraftarlarından ve halktan uzak tutuluyor.
Yıldırım ve arkadaşları, kulüp olarak da Fenerbahçe'nin gülen yüzünü gösterebilir.
Hadi başkan... Uzat o dost elini, göster içindeki sevgini!

Süreyya Ayhan'ın Paris'te kaptırdığı dünya şampiyonluğu, sonuçlarını akıllıca analiz ederek değerlendirir ve gerekli önlemleri alırsak, yakın gelecekte yüzümüzü güldürüp özlemlerimizi giderecek çok değerli bir derstir.
Kendimce, Paris'teki Dünya Şampiyonası'ndan şu sonuçları çıkardım:
1) Süreyya'nın şampiyonluğuna fena halde koşullanıp kilitlendik. Hiç kimse madalyonun öteki yüzünü görmedi. Medyadan Başbakan Erdoğan'a kadar hepimiz öylesine koşullandık ki, çantadaki kekliğin uçup kaçabileceğini düşünemedik. Her yarışta, her sporcu için geçerli olasılıkların tümünü yok saydık.
2) Atletizm Federasyonu, Süreyya Ayhan için özel önlemler almadı. Özel doktor görevlendirmedi. Kadın doğasının rutin olayı, Süreyya'nın derdi oldu. Doktor inisiyatifini kullanamadı.
3) Antrenör Yücel Kop'un da yalnızlığını hesaba katıp, ikinci - üçüncü antrenörle - yerli ya da yabancı - bir teknik ekip oluşturulmadı.
4) Süreyya Ayhan gibi dünya çapında bir sporcunun psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunu ancak yarıştan sonra hatırladık. Oysa Turgay Biçer gibi deneyimli bir mentor pekala Paris'te göev alabilirdi.
5) Süreyya Ayhan, kariyerine uygun davranışlar ve konuşmalar yapamıyor. Bir iletişim uzmanından yararlanabilir, kendisinin ve ülkesinin tanıtımını daha iyi yapabilirdi.
6) Ayhan ve Kop ikilisinin takıntıları var. Kimseyi işlerine karıştırmak istemiyorlar. En iyisini yaptıklarını sanıyorlar. Eleştirilerden pay çıkarmıyorlar, tavır koyuyorlar. Bugüne kadar elde ettikleri başarı da onların bu yanlış tutumuna dayanak oluşturuyor.
7) Atletizm Federasyonu, sırtını Süreyya'ya dayanarak adeta "One girl show" yapıyor. Ruslar finalde üç atlet koştururken, Süreyya'nın bir partneri yok. (Biraz radikal olabilir ama Elvan, hem 5000, hem de 1500 koşamaz mı?)
8) Süreyya'nın sponsoru Vestel'e teşekküler. Ancak onların da sadece Süreyya'yı değil, tümüylü Türk atletizmini kucaklaması düşünülmeli.
Elbette daha bilimsel analizler yapılabilir. Benim öyle bir iddiam yok. Süreyya'nın gümüş başarısını da 80 yıllık Cumhuriyet tarihimizin onur mücevherlerinden biri olarak kalbimde saklıyor, ona minnet ve şükranlarımı sunuyorum. Pistlerdeki başarısının da ötesinde, genç bir kadın olarak özgürlüğüne sahip çıkan direnişini de saygıyla alkışlıyorum.
Paris'te yaşadığımız dram, Atina 2004'ün olimpik düğününe dönüşebilir...
O halde koş Türkiye... Sadece Süreyya ile değil, aklınla koş...

Ülkemizde sporseverlerin çoğuna göre tenis, bir televizyon sporudur... Grand Slam'ler, Roland Garros, Wimbledon, Avustralya Open ve Amerika Open müsabakaları gerçekten bir yıldızlar geçididir. Sihirli kutunun karşısında adeta büyülenerek maçları izlerken kimbilir kaç kişi iç geçirmiştir. "Ah, bizim de bir Open'ımız olsa!"
Oysa, Türkiye'nin de bir açık tenis turnuvası var. Üstelik federasyonlar ya da devlet tarafından değil, yıllardan beri bir kulüp tarafından düzenlenen bir turnuva bu. TED Open, bizim turnuvamız... İstanbul Tenis, Eskrim ve Dağcılık Kulübü'nün sınırlı olanaklarıyla başlayan, yıllar geçtikçe büyüyüp gelişen TED Open. sonradan dünya doruklarına çıkan bir çok yıldızın - Ilie Natase gibi - raket salladığı bir organizasyon oldu.
Turnuva bu yıl "Akbank Private Banking - TED Open 2003" adıyla düzenleniyor. Adından da anlaşılacağı gibi organizasyonun yanında şimdi dev bir sponsor var. 10 bin dolarla başlayan büyük ödül bu yıl 75 bin dolara yükselmiş. Benzerleri arasında dünya beşincisi olan TED Open'ın hedefi, bu tip turnuvaların ilk sırasını tutmak... Böylece hem teniste iç ve dış cazibe yaratmak, hem de ülkemizin genel tanıtımına katkıda bulunmak. Bu yıl dünya sıralamasında ilk 100'de yer alan Rus Voltchkov, İsveçli Soderling, Çek Beck, TED'in sert zemininde izleyicilere gerçek raket ziyafetleri sunacaklar. Bu hafta boyunca 11.00'den 17.00'ye kadar TED'deki maçları ücretsiz izleyebilir, futbolsuz Pazar'ınızı da (7 Eylül) final heyecanıyla değerlendirebilirsiniz. Bu arada küçük (!) bir piyango da var: Şampiyonu bilen çift, Wimbledon 2004'ü Akbank'ın davetlisi olarak izleyecek.
Şampiyon raketimiz Haluk Akkoyunlu ile Barış Ergüden ve Barış Ergün'ün ülkemizi temsil edeceği turnuva, Tarabya'da sporseverleri bekliyor. Haydi TED'e!
(Bilgi için: TED Tenis Koordinatörü Bekir Emre / Tel: 0212.262.90.80)

Hayır, geçen yıl bazılarının yaptığı gibi ikisini mukayese ederek, tartıya çıkararak saçmalayacak değilim. Kaldı ki bu yıl ikisi birbirine çok benzemeye başladı... Biri savunma ve kontrol inadını sürdürürken, Denizli'de az daha pahalı bir fatura ödüyordu, kronometre ile kurtuldu... Öteki, Gençlerbirliği karşısında iki dakikalık oyunla iki golü bulunca, maçın önemli bir kısmını savunmaya çekilerek sürdürdü.
İki hocanın da oynattığı futbol tat vermiyor... İkisi de takımın oyun sisteminden çok tek tek futbolcularla uğraşmaya başladılar...
Şampiyonlar Ligi de geldi, kapıyı çaldı.
Bugünkü oyun tutarsızlıklarıyla Beşiktaş da, Galatasaray da umut vermiyor.
D Grubu'nda Juventus, G Grubu'nda Chelsea favoridir. Galatasaray'ın Sociedad'ı, Beşiktaş'ın Lazio'yu aradan çıkararak ikincilik bileti alması gerekiyor.
Bugünkü futbolla olur mu?
Birbirimizi kandırmayalım... Olmaz!




SPOR


GALATASARAY BENİ ASLA KORKUTAMAZ
At yarışları
Avrupa ligleri
Uğurlar olsun
İKİNCİ LİG PUAN DURUMU
ABD tam gaz
Bayanlardan tarihi çağrı
Saracoğlu vizesi Liechtenstein'da
10 gömlek üstünüz
Kiralıklara stepne
99 çeşit sorun
Kalpler Ege'de kaldı!
Engel tanımıyor
ABD yağmur altında
İmalat hatası
Bozacı ve şıracı!
Sporcular Parkı açıldı
Haber turu...
Aziz Başkan!