Voleybol Milli Takımımız'ın Avrupa Şampiyonası'ndaki müthiş tırmanışı, hepimizin yaşama sevincini tazeledi. Tırmanış diyorum, çünkü hedefe henüz ulaşamadık. Hedef, gruptan ilk ikiye girerek çıkmak... Bu özlediğimiz başarı, bize yarı final sevincinin yanı sıra komşuda düzenlenecek Olimpiyat Oyunları'na (Atina 2004) katılma gururunu da kazandıracak.
Dünya, Olimpiyat ve Avrupa Şampiyonaları'nı adeta haraca bağlayarak bu alanda gerçek bir dev olduğunu defalarca kanıtlayan Rusya'yı set vermeden yenmek, o stres ortamında geriden gelip set kazanmak, her babayiğitin harcı değildir. Ama ana yiğitlerimiz başardı. Hepsine kucak dolusu sevgi ve saygılar sunuyorum. Şampiyona arifesinde beklenmedik ölümü ile oyuncularını gözyaşı sellerine boğan Deniz Esinduy hocamızı da rahmetle anıyorum. Bu başarıda hocalarına duydukları sevgi ve minneti iliklerine kadar hissedip kederi motivasyona dönüştürmek de Voleybol Federasyonu Başkanı Hüsnü Can, antrenörler Reşat Yazıcıoğulları, Ali Oktay ve menacer Nalan Ural'la kızlarımızın spor tarihine geçecek becerileridir.
Hesapta olmayan öneri
Başarı öyküsünün ardında sizlerle paylaşmak istediğim küçük bir anekdot var...
Efendim, bildiğiniz gibi sporun çarkları artık eski usul bütçe kalemlerinden münasip görülen minik tahsisatlarla dönmüyor. Voleybol Federasyonu da, Avrupa Şampiyonası hazırlıklarını karşılayacak özel bir bütçe için sponsor aramaya başladı aylar önce. Başkan Hüsnü Can ve arkadaşları sağlam bir proje dosyasıyla doğru seçtikleri ilk kapıyı çaldılar: Eczacıbaşı... Elbette Eczacıbaşı olacaktı, Türk Voleybolu denince akla başkası gelir miydi?
Eczacıbaşı yöneticileri, Colgate - Palmolive markalarının reklamına talip olan federasyonu, bu alandaki ortakları Procter & Gamble'a yönlendirdi. Onlar da ilk görüşmede hiç de hesapta olmayan "Orkid"i önerdiler. Başkan ve arkadaşları koskoca milli takımın hijyenik kadın bağı reklamıyla Avrupa Şampiyonası'na çıkmasının ülkede pek hoş karşılanmayacağını düşünüp, tedirgin oldular...
Doğru karar
O kararsız günlerde... Rüzgar kızımız Süreyya Ayhan imdada yetişiverdi...
Paris'teki Dünya Şampiyonası'nda hepimizi şampiyonluğa kilitleyip hayal kırıklığı yaşayan Süreyya, Rus rakibi Tomashova'ya geçilmesini, menstürasyona bağlıyordu. Regl durumu yani... Kadın doğasındaki periyodik olay, stres nedeniyle erken başlamış, Süreyya'nın performansını olumsuz etkilemişti.
Tartışmaları biliyorsunuz... Olay, spor sayfalarından çıkıp medyanın en ciddi yazarları tarafından gündeme getirildi. Süreyya'nın özeli, kamuoyunun gündeminde genel bir tartışma platformu yarattı.
Ve Hüsnü Can, Süreyya krizinden bir fırsat çıkarıp, kamuoyunda kabul gören menstürasyon'la ilgili reklamın artık beklediği gibi sakınca yaratmayacağını gördü... Orkid'e "evet" dedi.
Doğru adres, doğru öneri, doğru karar!
Bravo Hüsnü Can... Haydi kızlar... Tıpkı reklamlardaki gibi şu zor günleri sevinç ve neşeyle sürdürün. Devam, finale kadar!
Gazeteci Jimmy Burns, başta Arjantin olmak üzere, birçok ülkede binlerce insanla konuşup gerçek öyküleri ve olayları ustaca birleştirerek müthiş bir kitap yazdı: Tanrı'nın Eli... Dünya futbolunun gelmiş geçmiş en parlak yıldızı Diego Armando Maradona'nın hayatını anlatan kitap, günlerdir elimden düşmüyor. Maradona'nın o eşsiz yeteneği ile mukavva ve tenekelerden çatıştırılmış bir varoş evinden çıkıp, harikalar yarattığı ve aynı zamanda ahlâk bakımından da sorgulanacak bir yaşam macerası sergileyerek, sadece futbolseverleri değil, hemen her insanı etkileyecek örnekler de sunuyor bize... Futbol okurlarının dünyasını Kaptan'la zenginleştiren İthaki Yayınları'nın, editör Barış Tut ve İngilizce'den çeviriyi yapan Ali Kaftan'ı içtenlikle kutlarım.
Hatırlayacaksınız, Maradona 1986 Dünya Kupası'nda İngiltere'ye elle attığı golü soran gazetecilere "O Tanrı'nın eliydi" demiş, sportmence bir itiraf yerine işine gelen kurnazca bir yorum yapmıştı.
Pazar derbisini izlerken, futbolun doğasına yakışmayan görüntülere tanık olduk...
İlahi tesadüf
Prates, artık Hakan'a pas mı vermek istiyor, yoksa kaleye mi şut çekiyor, hiç anlaşılamadı. Ama top bir kayaya çarpar gibi Hakan'ın kafasından sekip Recep'i avlayıverdi. Galatasaray'ı kurtaran ilahi (!) bir tesadüf!
Sonra Hakan'ın havada kovalayıp galibiyet golünü aradığı o son dakika görüntüsü... Luciano'nun topu elle kesmesi... Brezilyalı futbolcu da buna "Tanrı'nın eli" der mi bilmem... Ama bu açık penaltı pozisyonunu göremeyen Mühittin Boşat, herhalde maçın en talihsiz kuluydu, bu kesin!
Bu maçın bir başka garipliği de şu: Dört gol de kafayla atıldı... Luciano, penaltıyı da göze alarak muhtemel bir golü elle önledi...Hakemin gözü maçın kaderini belirledi.
Peki football , ayaktopu değil miydi?
Beşiktaş Menajeri Sinan Engin, takım içindeki gruplaşma iddialarının yanlış olduğunu belirterek, "Böyle bir şeye izin vermeyiz. Gruplaşma olursa, ilk tekmeyi ben atarım" demiş...
Hatta, arada çok sevdiği "abartmayın" sözcüğünü de kullanmış olabilir...
Bence Sinan şu gruplaşma konusunda bir kez daha düşünmeli... Örneğin, kendi belirlediği birkaç futbolcuyla Tarabya'da düzenlediği özel eğlence gruplaşma sayılabilir mi?
Ya da Asbaşkan Yıldırım Demirören'le odasında otururken, içeri giren her futbolcu, kapıyı arkadan kilitleyerek o sırada TV'den canlı yayınlanan bir yarışı izleyebilir mi?
Ya da şöyle soralım... Sinan Engin, Beşiktaş'taki her futbolcuyla Laila'ya gidip eğlenebilir mi? Yoksa bunların arasından seçtiği daha özel futbolcular mı olur? Böyle ayrıcalıklar, elbette gruplaşmayı doğurur. Evet, Sinan Engin bir kez daha düşünmeli!
SPOR
O golü düşündüm
At yarışları
Avrupa ligleri
Efes ve Ülker İtalya'da
İKİNCİ LİG PUAN DURUMU
ABD tam gaz
Biz bir aileyiz
Kaptanın rotası belli
Skora göre yorum!
İngilizler korkmasın
'Hedefimiz üçüncü tur'
ANADOLU ATEŞİ
UEFA'da bugün
Haber turu...
İlk servis Süreyya'dan
Özay Şendir
Ayıplı bir tartışma, 'işine yarayacak'
14 Mayıs 2025
Didem Özel Tümer
Türk şirketlere BAE’de finansa erişim kolaylığı
14 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
En son imparator!
14 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
EOKA’nın köyünde ölümle burun buruna! Neşe Karaböcek’ten Kıbrıs anıları…
14 Mayıs 2025
Dilara Koçak
Yaz gelmeden detoks değil, denge zamanı
14 Mayıs 2025