Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


     La Liga'da Nihat Kahveci'nin takımı Real Sociedad, hepimizi ekrana kilitledi adeta... Elbette rating yarışında Asmalı Konak'la değil, İspanyol Ligi'nde Real Madrid'le kapışıyorlardı. Bu maceranın da jönprömiyese, yani "esas oğlan"ı Nihat Kahveci olunca, tüm dikkatlerimiz, ulusal golcümüzün vuruşlarına yoğunlaştı.
Celta Vigo deplasmanında elinden geleni yaptı Nihat Kahveci... İki gol attı, tam da Milliyet'in başlığındaki gibi " Nihat daha ne yapsın"dı!
Bitime bir hafta kala, Real Madrid liderliği kaptı.
Ahmet Çiğdem'in deyişiyle bir takımdan çok değerli bir koleksiyonu andıran Zidane'lı, Figo'lu, Ronaldo'lu, Roberto Carlos'lu Real Madrid'in şampiyonluğu kazanması elbette normaldir... Anormal olan, bunca paraya ve dünya starlarından kurulu kadrosuna rağmen Real Madrid'in açık ara ilan edebileceği şampiyonluğunu, ancak son haftaya bırakmasıdır. Güzel olan da Real Madrid'in zaten alışılmış, kanıksanmış şampiyonlukları yerine, Real Sociedad'ın bir yıl önce güç halle ligde tutunabilen kadrosunu, bir - iki gösterişsiz takviye ile Fransız teknik direktör Donieux'un yönetiminde ligin zirvesine yerleştirmesidir.
Nihat'ın gollerinden gözümüzü ayırıp tribünlere bakabilirsek... Orada da hiç alışık olmadığımız manzaraların yaşandığını hatırlayabiliriz.
Vigo'daki stat 30 bin kişilik... Biletlerin tamamı satılmış. 30 bin seyircinin 20 bini ev sahibi Celta taraftarı... 10 bini de mavi beyaz atkıları, T - shirt'leriyle, kimi davullarını da alıp San Sabastian'dan gelen Real Sociedad gönüllüsü...
Hayır, rakip seyirciye bilet ayırıp ayırmamak, ayrılan biletlerin sayısını karşılıklı protokollarla belirlemek gibi bir derdi olmamış Celta Vigo kulübünün...
Maçtan bir saat önce gişelerin önüne giden herkes, kuyruğa girip kendisine uygun gelen bilet ücretini ödeyip seçtiği bölümdeki tribünlere yerleşmiş...
Real Sociedad taraftarları ile ev sahibi Celta Vigo'nun taraftarları, iç - içe karışık düzen oturmuşlar... Takımlarını desteklemişler. Arada birbirleriyle inceden şakalaşmışlar. Rakip takım oyuncularının son durumları hakkında bilgi alışverişinde bulunmuşlar...
O tribünlerde tek polis de görevlendirilmemiş... Taraftar gruplarına potansiyel terör tehlikesi gözüyle bakılmıyor...
Bu anlattıklarım tümüyle gerçek. Sizler de tanıksınız. Ve inanılacak gibi değil, ama öyle... Çocukluğumuzda, inanmadığımız olayları yorumlarken "Hangi gazete yazıyor? Pandispanya gazetesi mi?" diye dalga geçerdik.
Bu haberler Pandispanya'dan değil.
İspanya'dan!

San Antonio Spurs'un NBA şampiyonluğuna, en az onlar kadar sevindim...
Hayır... Bir NBA fanatiği değilim. Elbette basketbolu seviyorum, ama sporcuları, örnek oluşturan adam gibi sporcuları hem seviyor, hem de içten gelen sonsuz bir saygıyla izliyorum.
David Robinson, 1986 Dünya Şampiyonası'nda, 21 yaşında bir Deniz Harb Okulu öğrencisi olarak ünlü Sabonis'i marke edip, parlamıştı. Donanma'da, iki yıl zorunlu hizmet süresini doldurdu, sonra da drafttaki birinciliğinde, kendisine açılan kapılardan geçip, NBA'ye adım attı.
Kolay değil... 14 yıllık kariyerinde iki altın, bir bronz, olimpiyat madalyaları var... 92 ve 96'da Olimpiyatlar'ın Rüya Takımları'nda top sürdü.
David Robinson, iki yıl önce sözleşmesi bittiğinde, San Antonio'nun bütçesi onun klasını karşılayacak yeterlilikte değildi. Ama eşiyle birlikte bir karar aldı. Hiçbir yere gitmeyecekti... Kentin fakir semtine yaptırdığı lise inşaatı bitip, orada öğrenim başlayana kadar, San Antonio'yu terk etmeyecekti. Öyle yaptı... Bedava fiyatına sözleşme yeniledi ve kulübünde kaldı. Dindar bir ailenin çocuğuydu. Kiliseye bağışta bulundu. Fakirlere yardım etti. Yüzlerce genci okuttu...
David Robinson'un serveti, banka hesaplarında değil, gönüllerdeki sevgiyle büyüdü...
Sadakat ve hümanizma dediğimiz, günümüzde unutulan değerler, bir yerlerde unutulmuyordu.
Yukarılardan elbette Robinson da görülüyordu... Takdir ediliyor ve galiba hayatının en mutlu olayı olan şampiyonlukla ödüllendiriliyordu.
Bizde halktan, taraftarlardan uzaklaşıp, oturdukları siteleri, gezdikleri mekanları ayıran ve giderek kendi kabuğuna çekilip, asosyal bir yaşamın tutsağı olan sporcu kardeşlerimiz için, belki bu öykü bir şeyler anlatır.
(Elbette bu öykü, Lyon'da Milli Takım antrenmanını basıp, taşkınlık yapan taraftar gruplarını kapsamamaktadır.)

Avrupa şampiyonu, gurur kızımız Süreyya Ayhan, Amerika, Kıbrıs ve Erzurum'da yaptığı hazırlıklardan sonra, pazar günü Avrupa Uluslar Kupası Yarışları'na katılıp, yeniden ipe koşacak.
Atatürk Olimpiyat Stadı'nın resmi açılışı için düzenlenen bu yarışlara, atletizm sevgimiz olsun ya da olmasın, mutlaka gidip tanık olmak gerek.
Özellikle genç kızların, kız anne - babalarının ve elbette sporu, atletizmi seven herkesin oraya koşması gerek.
Süreyya Ayhan, bu ülkenin geleneklerden, bin yıllık yanlışlarından örülmüş duvarlarını yıkarak, yepyeni ufuklar açtı hepimize.
O, hem çağdaş bir sporcunun çabalarıyla başarısını gerçekleştirdi, hem de yüz binlerce Türk gencinin yüreğindeki meşaleleri ateşledi.
Böyle bir günde Süreyya'yı alkışlamak, hepimizin ulusal görevi... Elbette 80 bin kişilik stadı, şu yol yetersizliğinden, tümüyle dolduracak olanağımız yok. Ama orada 20 bin kişi olsak, Süreyya'yı yalnız bırakmadığımızı kanıtlayabiliriz. Bazen halkın sevgisi ve ilgisi, bir madalyadan daha da değerlidir.
Haydi Süreyya... Seni alkışlamaya geliyoruz.





SPOR


AURELİO'YA CAVCAV FRENİ
At yarışları
Avrupa Ligleri
ULEB Genel Kurulu İstanbul’da
2. LİG puan durumu
Chicago’nun gözü Hido’da
Nihayet kazandık
Rüştü kapıyı açtı
ŞİMDİ ŞOV ZAMANI
Serhat Akın Fener'de kaldı
ŞARTLI EVET!
Paar'dan ilginç öneri
Sociedad krizi
Arjantin'e yenildik: 2-0
Dünya rekortmenleri!
Wimbledon'ın tadı kaçtı
Haber turu...
İspanya, pandispanya!