O sadece hastalandığı için sayfalarda yer bulan, herhangi bir eski futbolcu değil. Milliyet’in usta yazarı Attila Gökçe yazıyor: “Dört gün önce 85 yaşını geride bırakan ‘Ordinaryüs’ lakaplı Lefter Küçükandonyadis bu ülkenin yetiştirdiği en büyük iki futbolcudan biriydi”
Atina, 23 Nisan 1948... İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya normalleşmeye başlar, ülkeler sportif temaslarla barışın tadını çıkarmaya koyulur... Yunanistan-Türkiye futbol maçı da bizim Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamalarında günün en önemli etkinliğidir.
Yunan seyirciler takımlarını ateşli sloganlarla desteklerken, konuk takıma da saydırırlar! Futbolcularımız arasında en çok iltifata (!) hedef olan da 23 yaşında, ele avuca sığmaz delikanlıdır... Her iki ayağıyla inanılmaz vuruşlar yapar, akıl almaz çalımlar atar.
Türk Milli Takımı maçı 3-1 kazanır... İkinci golü o delikanlı atmıştır, adı Lefter Küçükandonyadis’dir.
Büyükadalı Rum bir balıkçının oğludur Lefter... Baba, evi geçindirmek için evden çok sandalında yatar.
Lefter’in ilk oyuncağı, Ada’daki faytonların geçtiği dar sokaklarda çocuklarla oynadığı futbol topudur.
Rivayete göre onu keşfeden, Galatasaray’ın unutulmaz futbolcusu ve ilk usta antrenörlerimizden Gündüz Kılıç’tır. Ne var ki Kılıç ileride Lefter’in günün birinde Fenerbahçe’ye gittiğini öğrenecek ve çok üzülecektir.
Ersin Arısoy’un Dr. Rüştü Dağlaroğlu’nun anılarına dayanarak aktardığına göre, 1947 yılında Fenerbahçe Beyoğluspor’dan Şalabi’yi transfer etmek ister. Beyoğluspor yöneticileri “Tamam ama siz halen askerde olan, Taksim’in eski oyuncusu Lefter’i almaya bakın” derler. Dağlaroğlu, Diyarbakır yollarına düşer. Dört yıllık askerliği terhis aşamasına gelen Lefter’i Fenerbahçe’ye bağlar... Dönemin antrenörü Macar Ignace Molnar’dır... Molnar, Lefter’i ilk olarak B takımında, Fenerbahçe A takımına karşı oynatır. Maçı 4-1 B takımı kazanır, dört golü de Lefter atar, maçtan sonra ortadan kaybolur... Günlerce aramadan sonra Dağlaroğlu ve yöneticiler, Lefter’i Büyükada’da bir evde bulurlar... Delikanlı, “Çok utandım... A takımdaki abilere dört gol atmak ayıp oldu” der.
“Bu maçta ırkıma karşı ulusumu temsil ettim”
Öykünün başına dönelim...
3-1 kazandığımız Yunanistan maçından sonraki sözleri unutulmaz: “Irkıma karşı ulusumu temsil ettim!”
Daha bu yıl Berlin’de Almanya’ya 3-0 yenildik ya... Almanların bir golünü de Mesut Özil atmıştı. 1948’de Atina’da Lefter’e saydıran zihniyet, Berlin’de de Özil’e saydırmıştı.
Her neyse...
Lefter Küçükandonyadis, Türk futbolunun gelmiş geçmiş en büyük iki oyuncusundan biridir... Elbette istatistiklerde daha çok milli olan, daha çok gol atan oyuncular vardır. Ama istatistiklerin de gerisinde, futbol keyfini doruklara çıkaran ustalar da ölümsüz değerleriyle anılacaktır hep...
Lefter Küçükandonyadis ve Fikret Arıcan konusunda otoriteler genellikle ikiye ayrılırdı: “Hangisi daha büyük?”
Fikret Arıcan -ki bizim dünyamızda merhumun adı hep “Kefal” olarak anılacaktır- 1927’den 1947’ye kadar 406 maçta 231 gole adını yazdırdı...
Fikret Arıcan futboldan gelip kulüp başkanlığı yapan son Fenerbahçeliydi... Aynı zamanda belediye otobüsüne binen, özel otomobil kullanmayan son Fenerbahçe başkanıydı... Soğuk ve mesafeliydi, kendini saydırmayı bilirdi. Günün birinde Ankara’da bir otelin lobisinde “Size göre 1 numara kimdi? ” diye sordum... Belli belirsiz bir gülümsemeyle, “Lefter, Lefter’dir!” dedi, “Hepimiz bir şeyler oynadık...
O günler geride kaldı artık!”
Milliyet’te birlikte yazdığımız günlerde Lefter abiye (Yazının geri kalanında ona seslendiğim gibi yazacağım) sordum aynı soruyu... “Kefal 1 numaradır” dedi: “Tartışmam... Beraber oynadık be... Bilmez miyim!”
Belki nezaketinden, takım kaptanına (sonradan hocası) saygısından böyle diyordu... Ama ikisi birbirini işaret etmişse, tartışmanın da (hele bu zamanda) anlamı kalmıyor!
“Bilet yok”u duyunca kalbi kırıldı, küstü
25-30 yıl önce Lefter abi bir gün Fenerbahçe’nin Altıyol’daki eski kulüp binasına geliyor... İki gün sonraki önemli bir Avrupa Kupası maçı için iki adet bilet istiyor, ücretiyle... Görevli personel mi tanımıyor, gerçekten tükendiği için mi, bilemiyoruz. “Bilet yok!” diyorlar, Ordinaryüs’ün kalbi kırılıyor. Sonradan gönlünü almak için çok uğraşıyorlar... Maçlara gelmiyor... Neyse ki medya bir işe yarıyor! Milliyet’te maç kritikleri yazmaya başlıyor Lefter abi...
Nereden nereye... Bir dönem kendisine maç bileti verilmediği için kalbi kırılan, futbola küsme noktasına gelen Lefter abinin akrabalarını ziyarete gittiği son Atina seyahati kabusa dönüşüyor... Anlaşılıyor ki o kocaman yürekte bazı sorunlar var. Aort damarı tıkanık. Tıbbi müdahale gerekiyor...
Aradan geçen yıllar Fenerbahçe’yi kurumlaştırmış... Lefter’in değerini, kim olduğunu herkes biliyor artık Fenerbahçe’de. Fenerbahçe özel bir ambulans uçak kaldırıyor Atina’ya, Asbaşkan Murat Özaydınlı ve Kulüp Müdürü Serkan Acar da var o uçakta... Lefter abiyi İstanbul’a, adasına döndüren uçuş başlıyor...
Lefter abi bugün yoğun bakımda, yine sevdikleriyle hayata ve 86’ncı yaş günü pastasına gülerek bakıyor. İyi ki doğdun Lefter abi. İyi ki futbol oynadın. Seni sevdik, gollerini ve seni saydık... Seni tanıdığımız için onur duyduk... Her golünü alkışladık... Hayallerimizi süsleyen o maçlar hiç bitmesin...Top sürmeye, çalım atmaya, hayata renk ve derinlik katmaya devam...
Ordinaryüs lakabını nasıl aldı?
Lefter abi 8 Haziran 1960’ta Ankara’da oynanan ve Milli Takım’ın İskoçya’yı 4-2 yendiği maçta ikisi de uzaktan müthiş goller atar... Maçtan sonra Avusturyalı hakem E. Steiner, “Bugün sahanın en iyisi Lefter’di...
O bir profesör!” der... Tercümeyi yapan Manol bu sözleri, biraz da onu yüceltmek adına, “Ordinaryüs profesör” olarak aktarır...
Lefter abinin “Ordinaryüs” unvanını aldığı gün, işte o gündür...
Şunu da hatırlatalım: Futbolumuzun Ordinaryüs’ü çok sonraları Bolu’daki kursta antrenörlük diploması alabilmek için okul sıralarına dönmüş ve dışarıdan sınava girip gerekli diplomayı almıştır.
Can Bartu’yu isyan ettirdi
Becerisi ve yetenekleri ölçüsünde disiplinli, ciddi ve alabildiğine ihtiraslı bir oyuncuydu Lefter abi... Can Bartu’nun anlattığına göre, bir maçta takım arkadaşı Puskaş Ergun gole giderken, arkasından yetişip omzundan iterek topu almış ve golü kendisi atmıştır. O gün takımın genç yıldızlarından biri olan Can abinin (Bartu) adeta isyan ettiğini anlatırlar... Lefter’in yanıtı kısadır : “N’apayım a canım... Golü koklayınca dayanamıyorum be!”
Dünya Kupası’nın 400’üncü golünü attı
Türk Futbolu’nun en büyük futbolcularından. “Ordinaryüs” olarak adlandırılan ustası. 22 Aralık 1925’te doğdu. İstanbul Taksim takımında oynadı. Diyarbakır’da askerlik hizmetini yaparken Fenerbahçeliler tarafından transfer edildi. 1947’de Fenerbahçe’ye katıldı. 1951-53 yılları arasında İtalya’da Fiorentina, Fransa’da Nice takımlarında oynadı. Tekrar Fenerbahçe’ye döndü. 1963’te jübile ile futbolu bıraktı. Yunanistan’da Egaleo, Güney Afrika’da Johannesburg’da antrenör futbolcu olarak kısa bir süre oynadı. Dönüşünde 1963 -64 sezonunda sekiz maçta Fenerbahçe forması giyerek takımın şampiyonluğuna katkıda bulundu. 50 defa milli formayı giydi, 9 maçta kaptanlık yaptı. Ay yıldızlı forma ile 22 gol attı. Fenerbahçe forması altında 615 maçta 423 golü vardır. “Ver Lefter’e, yazsın deftere!” sloganı ile Türk futbolunda yıllarca en popüler futbolcu olarak alkışlandı.
Milli Takım’ın 1954 Dünya Kupası’ndaki kadrosunda da yer aldı Lefter... Orada üç maçta 2 gol attı. Federal Almanya’ya attığı gol, Dünya Kupası maçlarının 400’üncü golü olarak ölümsüzleşti.
Maç öncesi mönü: Yengeç, karides, pavurya
1956-57’de İstanbul Mahalli Profesyonel Ligi’nde Galatasaray ve Fenerbahçe şampiyonu belirleyecek final maçına çıkacaklardır. F.Bahçe’nin kazanması gerekmektedir.
Hafta başında ilk antrenmanda Lefter abi hocası Fikret Arıcan’a döner: “Kaptan, bırak Büyükada’ya gideyim... Kamp yapayım kendime göre... Söz veriyorum yenip şampiyon olacağız!”
Fikret Arıcan reddeder ama takım kaptanı Naci Erdem kefil olur. Lefter abi gidip döner, Fenerbahçe 3-0 kazanır, şampiyon olur. Lefter abinin de golü vardır, Ada’dan getirdiği!
Can abi (Bartu) o günleri anlatırken “Biz kampa girerdik, o da Ada’ya giderdi... Ama ne idareciler, ne hoca, ne de futbolcular itiraz edebilirdi... Çünkü oradan her defasında zıpkın gibi döner, döktürürdü!” diyor. Adadaki evinde yengeç, karides, pavurya, midye, kalamar, her türden balık yiyip enerji deposuna dönerdi.
“Rozetini ben taktım”
Halit Kıvanç
1963’te 50’inci milli maçını Ankara’da Romanya karşısında oynayacaktı. O maçı ben anlatıyordum. Gazetem Milliyet, Lefter’e özel bir altın rozet yaptırdı. O rozeti maçtan önce Lefter’e ben taktım.
Bir ara dört futbolcumuz İtalya’da oynuyordu. Şükrü Gülesin, Bülent Esel, Bülent Eken ve Lefter... 3,5 ay kalıp maçlarını izledim. Lefter Fiorentina’da oynuyordu. Bir gün sağdan topu alıp beş kişiyi çalımladı, bir pas verdi, gol... Sonra soldan çalımlar, bir pas, gol... Sonra bir tane daha... Böyle tezahürat görmedim. Bütün “Turko, Turko!” sesleriyle Lefter’i alkışlıyordu. İtalyanları iki kez dünya şampiyonu yapan Vittorio Pozzo da hayrandı Lefter’e: “Bana inanın, topu iki elimle sıkı sıkı tutup karnımda saklasam, sizin bu Lefter mutlaka çalımını basıp o topu alır, yapacağını yapar!”
“Kaldığımız yerden ağlamaya devam!”
Turgay Şeren
Lefter, 9 Ekim 1963’de Ankara’da oynadığımız Romanya maçında 50’nci defa milli formayı giydi. Maçtan önce Federasyon Başkanı Orhan Şeref Apak’a “Lefter son maçına kaptan çıksın” dedim. Kabul etmedi. Takım kaptanı bendim ama tam maça çıkarken Lefter’i kolundan çekip önümüze geçirdim. “Bugün kaptanımız sensin... Seninle oynamak hepimiz için gururdur kaptan!”dedim. Onu Yunanlı hakem Rogas’a takım kaptanı olarak takdim ettim. Çok duygulandı, boynuma sarıldı, ikimiz de gözyaşlarımızı tutamadık. Perşembe günü hastanede onu ziyaret ettim. Kaldığımız yerden birlikte ağlamayı sürdürdük!”
“Penaltısını kurtardım, namım yürüdü”
Metin Türel
İstanbulspor’da oynarken bir penaltı Lefter abi ile bizi karşı karşıya getirdi. Lefter abinin solu malum... O beni kandırmadan ben kandırayım dedim. Sola hamle yapar gibi yapıp sağa atladım. Lefter Abi de topu tam üzerime atmış oldu. Penaltıyı kurtarmıştım. Bir kaleci olarak namımız böyle yürüdü.
Özay Şendir
Ayıplı bir tartışma, 'işine yarayacak'
14 Mayıs 2025
Didem Özel Tümer
Türk şirketlere BAE’de finansa erişim kolaylığı
14 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
En son imparator!
14 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
EOKA’nın köyünde ölümle burun buruna! Neşe Karaböcek’ten Kıbrıs anıları…
14 Mayıs 2025
Dilara Koçak
Yaz gelmeden detoks değil, denge zamanı
14 Mayıs 2025