Arkas Sanat Merkezi, yine çok özel bir sergiyle sanatseverleri buluşturuyor... 2018 yılında Türkiye’de açılmış en iyi üç sergiden biri olarak adlandırılan ve İstanbul’da Tophane-i Amire’de 65 binden fazla ziyaretçiyle rekor kıran Arkas Koleksiyonu’nda Post-Empresyonizm sergisi, yarın İzmir’de beğeniye sunuluyor...
Son empresyonist sergiden, Fovizm’in doğuşuna kadar gelişen Fransız sanat hareketi diye açıklayabiliriz Post-Empres-yonizmi... Empres-yonistlerin; ışığın ve rengin doğal tasvirine olan ilgisine karşı bir tepki olarak çıkmış...
1880’ler-den 1900’lerin ilk çeyreğine uzanan dönemden 40 sanatçı ve 83 eserin bir araya geldiği sergiyle ilgili ayrıntılı bilgileri sizlerle daha sonra paylaşacağım.
Kenize Mourad’ın kitabı
Roman yazarı ve gazeteci Kenize Mourad; sürgün, kimlik, dil ve yazı aracılığıyla bir kültüre ait olma duygusu üzerine olan konuşmalarını İzmir’de düzenlenen aktivitelerde bizlerle paylaştı... Fransız Kültür Merkezi’nin davetlisi olarak İzmir’e gelen Kenize Mourad, 1987 yılında Türkçede yayımlanan ilk kitabı olan “Saray’dan Sürgüne” isimli, Annesi Sema Sultan’ın hayatını anlattığı, anı-roman tarzındaki eseriyle büyük bir okuyucu kitlesi kazandı. Yazar, son kitabı
‘Kintsugi: Yara İzindeki Güzellik’ adlı köşe yazısı, Begüm Tatari’nin kaleminden Haber Ekspres internet gazetesinde Pazar günü yayımlandı... Okuyanlarınız olmuştur mutlaka... Yazıdan birkaç alıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Japon ‘kintsugi’ tekniğinden ilhamla, ”Kusurlarımızı, kırılıp dökülmüş taraflarımızı halının altına süpürmek yerine kucaklamak, bizi kendimize has ve güçlü kılabilir”.
Efsaneye göre, Japonya’nın şogunu Ashikaga Yoshimutsu (1358-1408), bir gün en sevdiği çay kâsesini yanlışlıkla kırar ve onarılması için Çin’e gönderir. Kâse, kırık zımbaları metal zımbalarla birleştirilmiş olarak geri döner. Bu görüntüyü çirkin bulan Yoshimutsu, zanaatkârlarını daha uygun bir çözüm üretmek için görevlendirir. Zanaatkârlar ise ondan sanatsal bir şey yaratırlar. Geliştirdikleri ‘kintsugi’ adlı teknikte, kâsenin kırık parçaları dikkatle toplanır, birleştirilir ve altın tozuyla kaynaştırılmış, urushi lak kullanılarak yapıştırılır. Hasara dair çizgiler, güzel ve güçlü hale getirilir. Meydana gelen kıymetli altın damarlar, kırıkların kendilerine has felsefi bir zenginlik barındırdığını vurgular...
Fanilik ve tamamlanmamışlık
Kintsugi, Zen felsefesinde yer alan ‘wabi-sabi’
RIBA Uluslararası Mimarlık Ödülü, her iki yılda bir, mimarisiyle anlamlı bir sosyal etki yaratmış olan bir yapıya verilir. Bu alandaki en prestijli ödüllerden biri olarak kabul edilen RIBA, bu yıl ‘Çocuk Köyü projesine (Children Village) verildi... Brezilyalı mimarlık şirketi Aleph Zero ve Rosenbaum tarafından tasarlanan ‘Çocuk Köyü’, finale kalan dört olağanüstü projenin arasından seçildi.
Çocuk Köyü projesi, 540 ortaokul öğrencisi için yatılı konaklama imkânı sağlıyor... Çocukların çoğu ülkenin muhtelif bölgelerinden, çoğu da tekne yolculuğu yaparak geliyor... Projenin fonu, Bradesco Vakfı tarafından sağlanıyor. Brezilya’nın kırsal topraklarındaki çocuklara eğitim veren vakıf, 40 adet okulun işletmesini de üstlenmiş. Çocuk Köyü, bu 40 okuldan biri.
Projenin mimarlarının vizyonlarının merkezinde ‘mimarlığın toplumsal dönüşüm için bir araç olduğu ‘ fikri yer alıyor... Mimarlar, proje için çalışırken çocuklarla iç içe bir hayat sürmüş. Evlerinden uzakta bir evleri olabilecek çocukların, aidiyet ve bireysellik duygularını geliştirebilecekleri bir ortam yaratmayı hedeflemişler. Özel alanların yanı sıra, tasarlanan kamusal alanlarda öğrencilerin ders, oyun ve zaman geçirmeleri için
Kış mevsiminde klasik pazar sabahındayım... Önce gazete, sonrasında kahvaltı ve pazar ödevlerimle baş başayım... Asıl işimin dışında yazı, resim gibi hobilerimle kendimi geliştirmeyi sürdürüyorum. Hayata daha geniş bir perspektiften bakmaya çalışıyorum, eğer çok yaşarsam işten sonraki yaşamım için bir altyapı inşa etmiş oluyorum. Planlama, hayatın olmazsa olmazı... Annemin sıklıkla söylediği bir söz, “Kul kurar, kader güler”... Gülümserken onayladığım bir söylem... Gülümseme ve ardındaki hüzün... Planladıklarımız ve gerçekleştirebildiklerimiz?.. Acaba diyorum, planlamada bir hata mı var? Her neyse, tatil sabahında felsefeyi bırakıp konumuza gelelim...
Gündem; seçimler ve belediye başkanı adayları... Özellikleri ve vaatleri... Her kim seçilirse, mükemmel şehirler, kasabalar ve oralarda yaşayan mutlu vatandaşlar hali vaat ediyor... Planlama-vaat birbirine karışıyor... Bu hikâye, sürdürülebilir bir durum arz ediyor.
Biz millet olarak kaderciliği severiz... Kaderin oyunu, kader utansın, kaderimse çekerim, kaderden kaçılmaz gibi pek çok söylem sıklıkla hayatımızdadır. Kadere teslim olmak kolaycılıktır... Kader de boş durmuyor elbet, elinden geleni yapıyor zaman çarkı dönerken... Kadere
Pazar günü Çeşme’de yürüyorum. Etraf oldukça sakin. İnsan yoğunluğu azalınca dikkatim cadde, sokak, kaldırım ve binalara yoğunlaşıyor. Aslında bu konulardaki dikkat ve sorgulamamın kalabalıklarla pek de ilgisi olmadığını da itiraf etmeliyim.
Marina, güzel ve bakımlı bir sahil şeridi oldu… Denize bakan yüzü güzel ancak arka yüzde arızlar başlıyor. Karşımda bir telefon kabini, yunus formunda; ahizeyi elime alıyorum, ucu kopmuş ve içinden teller fışkırıyor. Yunusun şirin gülüşü ile karnından çıkan telefon ahizesi insana bir umursamazlık duygusu veriyor ve gülümsetiyor. Az ilerde lunaparka bitişik bir meydancıkta bir modern anıt ve bir Türk büyüğü heykeli sırt sırta duruyorlar. Heykelin içi boş üzeri de yaldızla boyanmış kaidesi derme çatma, arkasında ölmüş bir palmiyenin kalıntıları. Etrafında eski savaş topları; paslanmış, bakımsız gelişi güzel serpiştirilmişler. Sağımda Çeşme Kalesi, solumda luna park ve çay bahçesi ve güzelim Çeşme Limanı…
Meydancık ve kaldırımların zeminlerindeki taşları eksik ve kırık, yürümek cambazlık. Az ilerde belediye binası; ön cephesine bakıyorum, sağ tarafında WC levhası ve wc girişine bakan yan yana dizilmiş yunuslar (telefon kabinleri), wc için karşılama
Milliyet Ege’de, Panorama adlı köşemde 15 günde bir okuyucularımla buluşuyorum... Hal böyle olunca haftalık haber ya da duyuru niteliğinde olan yazılarım, bazen üzerinden biraz zaman geçerek yayımlanmış oluyor...
Geçen günlerde İZDOB, harika bir geceyle unutulmaz saatler yaşattı. Küçük, anlamlı ve tarihi salonda yıllardır başarıyla bizlere dünyanın en önemli opera ve balelerinden eserler sunan İzmir Operamız, takdire şayan bir kurum. Aytül Büyüksaraç’ın müdür olarak atanmasıyla bu yıl çok renkli eserlerin ve konserlerin sahneleneceği kanısındayım. Aytül Hanım, aynı zamanda başarılı bir soprano.
İzmir’de 23 Ekim 2018 akşamında her ikisi de bir perdelik opera olan Cavelleria Rusticana ve I Pagliacci, ortak bir dekor anlayışıylya hafızamızda güzel sesler ve izler bıraktı... Sezon prömiyerinde aynı gecede sahnelenen iki eser dakikalarca alkışlandı.
Büyük zorluklar ve imkânsızlıklar içinde bizlere böylesine kaliteli eserleri izleme imkânı sunan operamız, küçük, güzel ve tarihi salonda yıllardır büyük eserler sahneliyor... Karşıyaka’da yapılması planlanan opera binası, kentin merkezinde olmalıydı... Belki de Basmane çukurunda olabilirdi, yakışırdı... Güzel bir meydan düzenlenerek,
Cumhuriyet Bayramımız yurdun her köşesinde coşku ile kutlandı. Coşku ve Atatürk sevgisi giderek artıyor. Dünyada gelmiş geçmiş liderlerin en büyüğü, en özel ve güzeli ulu önderimiz sonsuza kadar parlayacak. Her geçen gün değeri daha da anlaşılacak. Akla gelen gelmeyen her konuda ve alanda söylediği veciz sözlerin her biri ders niteliğinde… Fotoğraflarında, adeta bir film karesindeymişçesine özenli şık ve bakımlı… Tanrının ışığı üzerinde…
Kalabalıklar arasında bir yıldız gibi parlıyor. Bu yüce insan akıl, fikir, cesaret vatan sevgisi ile donanmış, zarafet timsali, dünya malında gözü olmamış “Üstün insan Atatürk”. Ülkemizin üstünde ilelebet parlayacak bir güneş.
Onu tasvir ve tarif ederken sadece güzel sözler sarf etmek yerine, kıymetli insanların eserleri aracılığı ile onu gelecek nesillere aktarmak bir görevdir.
1933 yılında Hamdullah Suphi Tanrıöver’in, yerli ve yabancı 80 imza Atatürk’ü anlatıyor adlı kitabından:
“İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben et ve kemik geçici Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal, Onu “ben” kelimesi ile ifade edemem; o ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben,
Mimarlık Haftası, 1-7 Ekim 2018 günleri arasında İzmir Mimarlık Merkezi’nde sergiler ve söyleşilerle kutlandı... ‘Equal Spaces’ etkinlikleri kapsamında, İsveç mimarlığıyla, ahşabın önemi ve değeriyle ilgili yazı, proje, fotoğraflar, ormana verilen değer ve mimarideki önemini vurgulayan proje ve bilgiler sergilendi. İsveç, dünyada vahşi hayatın korunmasına yönelik olarak özel bir bölge ayıran ilk ülke... Ahşap mimarisi, doğayla uzun ve kalıcı bir ilişkiye sahip... Mimari ile ahşap el ele, binalar neredeyse ahşaptan yapılagelmiş. Ahşap, kamusal mekânlarda da kullanılıyor... Ahşap ülkesi İsveç’e havadan baktığınızda, ağaçlar nedeniyle yerleşimler zor görülüyor... ABD için gökdelenler ne ise, İsveç için kırmızı ahşap kulübeler odur diye söz ediyorlar İsveçliler...
Yaratıcı ve akıllı şehirler
‘Equal Spaces-Eşit Alanlar’, Swedish Institute ile İsveç Başkonsolosluğu’nun geliştirdiği, yaratıcı, akıllı ve kapsayıcı şehirleşmeyi destekleyen bir proje... Şehir planlama, mimari, tasarım ve diğer yaratıcı alanları kapsayan, çok disiplinli bir proje olan ‘Equal Spaces’ İsveç’ten ve Türkiye’den partnerlerle yeni diyaloglar ve işbirlikleri oluşturma, bilgi transferi ve inovatif çözümler için ortak