Kanada’dan Sibirya’ya, Yunanistan’dan Kaliforniya’ya, Avustralya’dan Türkiye’nin kıyılarına kadar dünya yeniden tutuştu.
Bazı yerlerde sıcaklık 50 dereceyi aştı.
Buzullar hızla eriyor, su kaynakları çekiliyor, yaban hayatı yok oluyor.
Ama ekranlarımızda bu haberler birkaç dakika yer buluyor, sonra yeniden savaşlar, seçimler, siyasi kampanyalar, linçler, kutuplaşmalar…
Sanki doğa bir başka gezegene aitmiş gibi.
Oysa bu yangınlar, sadece ağaçları değil insan uygarlığının temellerini hedefliyor.
Sağlığımız, gıda güvenliğimiz, ekosistem dengemiz…
Hepsi birlikte yanıyor, geleceğimiz kül oluyor.
Bir orman yangını, yalnızca ağaçların kül olması değildir. Toprak kurur, hava zehirlenir, su çekilir, su tutmaz olur, erozyon başlar, çiftçi ürün alamaz.
Her yangın, sadece bir alanı değil, bir yaşam döngüsünü sona erdirir.
Toprakla birlikte geçim yanar, umut yanar, göç başlar, yoksulluk haritası biraz daha genişler.
Üstelik bu yangınlar, iklim krizini daha da derinleştirir.
Yani bir felaket, başka bir felaketlerin sebebi olur.
Buna rağmen biz hâlâ bu zincirleme yıkımlara “doğal afet” deyip geçiyoruz.
Oysa bu, doğanın değil, insanlığın ihmalkârlığıdır.
Ve biz hâlâ birbirimizin gölgesine ateş ediyoruz…
***
NASA’nın yangın haritalarını gördünüz mü?
Dehşet verici. Anlık aktif yangın noktalarını gösteriyor. Üstelik yangınlar artık mevsimlere bağlı değil; yıl boyu devam ediyor.
Los Angeles’ta binalardan yayılan zehirli metaller, Kanada’dan Avrupa’ya taşınan hava kirliliği, Güney Kore’de onlarca ölü ve binlerce tahliye...
İtalya, Fransa, Almanya ve İspanya’da rekor sıcaklıklar nedeniyle insanlar öldü, tarım çöktü.
Ve Türkiye... Sadece Temmuz’un ilk üç gününde 263 yangın çıktı.
İzmir ve çevresi küle döndü, köyler boşaltıldı, rüzgâr felaketin boyutunu büyüttü.
Ve hâlâ felaketin milliyeti, inancı, aidiyeti tartışılıyor.
Oysa zehirli hava, kuraklık, yangınlar, deprem gibi doğa felaketleri pasaport sormaz, kimlik seçmez.
Felaket anında kime, nereye ait olduğun değil, hayatta kalıp kalmadığın önemlidir.
***
Peki ne yapılıyor?
Onlarca COP Zirvesi, Paris Anlaşması, Glasgow’daki vaatlere rağmen dünya giderek daha büyük felaketlerle sarsılıyor.
Zirve toplantılarında 130’dan fazla ülke “ormansızlaşmayı durduracağız” dedi. Aynı yıl Amazon’da ağaç kesimi rekor kırdı.
Avrupa ülkeleri “yenilenebilir enerji önceliğimiz” dedi. Aynı yıl kömür ithalatlarını artırdılar.
Sahnede çevreyi kurtarıyorlar, söz veriyorlar, birbirlerini alkışlıyorlar, sahne arkasında doğayı pazarlıyorlar.
Çünkü kriz küresel ama çıkarlar ulusal.
Hiçbir ülke küresel adalet için ulusal kazancından kolayca vazgeçmiyor.
karbon salınımı bile artık borsada işlem gören bir metaya dönüşmüş durumda.
Şirketlerin iklim kriziyle “mücadelesi” bile bir reklam stratejisine indirgenmiş durumda.
‘Geri dönüştürülebilir ambalaj’ dedikleri mikro plastik dolu, “Doğa dostu enerji” dedikleri üretim fosil yakıta bağlı, “Yeşil sertifikalı bina” dedikleri ormanın ortasına dikilmiş beton yığını.
Yani çevreciymiş gibi yaparak kamuoyunu kandırıyorlar.
Bu duruma Avrupa’da Greenwashing deniliyor.
***
Çünkü gerçek anlamda değişen bir şey yok. İnsanlık gerçekte değişmiyor. Sadece değişiyormuş gibi yapıyor.
Çevrecilik dünyayı kurtarma arzusundan çok, sömürmeye devam etmenin yeni kılıfına dönüşüyor.
Gerçekten değişseydik: Savaş bütçelerinin yarısı temiz enerjiye aktarılırdı.
Ormanların yok edilmesi “kalkınma” diye alkışlanmazdı.
Karbon salınımında başı çeken ülkeler, dünyaya “yeşil yol haritası” sunmazdı.
Ama değişmiyoruz.
Çünkü nihai hedefimiz sürdürülebilir yaşam değil, sürdürülebilir kâr.
Einstein’ın dediği gibi: Bir problemi, onu yaratan zihniyetle çözemeyiz. Doğayı yok eden akıl, onu kurtaramaz.
Özay Şendir
Futbolcu transferi değil terörsüz Türkiye
6 Temmuz 2025
Abbas Güçlü
Üniversite tercihi ve mezuna kalmak?
6 Temmuz 2025
Zeynep Aktaş
Bankalar atağa geçti endeks pozitife döndü
6 Temmuz 2025
Ali Eyüboğlu
Şehirde festival ve cezaevinde konser
6 Temmuz 2025
Güldener Sonumut
Almanya’nın sıra dışı nükleer hevesi
6 Temmuz 2025