Şu anda 37 yaşındayım. İstanbul’da üniversite okuduğum dört yıl ve asteğmen olarak askerliğimi yaptığım bir yıl hariç hep Ankara’da aynı mahallede, Keçiören’de, Pınarbaşı Mahallesi’nde oturdum. Aslen Ankara Balalıyız ama hep Keçiören’de oturduk; hatta doğumum da bu evde yaşarken olmuş. Mahalle kültüründe, sokaklarda büyüdük. Sonra evlendim, çocuklarımız oldu. Onlar da aynı mahallede, benim büyüğüm apartmanın birkaç bina ötesinde bu mahalle kültürünü deneyimlediler. Kızım benim okuduğum okulda öğrenim gördü bir süre. Hiç uzaklaşmak, başka bir yere taşınmak istememiştim. Mekânlar benim için hep duygusal bağ kurduğum şeylerden biri oldu.
Ancak trafiğin gitgide artması, çocukların okuluna uzak olmamız, her gün işe gitmek için uzun süre trafikte kalmak zorunda olmam sebebiyle taşınmaya karar verdik ve bu hafta taşınıyoruz. Eşyaları toplarken, eski fotoğrafların olduğu bir albüm karşıma çıktı, şöyle bir karıştırayım derken, çok eski bir fotoğraf gözüme ilişti. Kardeşim Cihan’ın 5-6 ve benim 10-11 yaşlarında olduğumuz, uzun süre giyelim diye büyük alınan, bu sebeple üstümüze bol gelen tişörtlerle poz verdiğimiz bir fotoğraf. Sokakta kaldırımların orada durmuşuz, arkada gülümseyen bir komşu kızı. Bu fotoğraf zihnimde eski günleri canlandırdı.
Oturduğumuz sokakta iki bakkal vardı; Dilaver Amca’nın Ersin Bakkaliyesi ve İhsan Amca’nın, yanlış hatırlamıyorsam, Özgür Bakkaliyesi. İkisiyle de diyaloğumuz yakındı. Onlar bizi, nereli olduğumuzu, nelerle uğraştığımızı bilirdi, biz de onları. Biri diğerine kırılmasın, haksızlık olmasın diye bir gün ekmeği birinden, diğer gün öbüründen alırdık. Bakkaldan aldığımız leblebi tozları, torpiller, kız kaçıranlar, nadiren alabildiğimiz buz gibi şişe kolalar. Kolanın kapağından bedava çıkması hayatımızın önemli heyecanlarındandı. Dilaver ve İhsan amcalar bu dünyadan göçeli uzun zaman oldu.
Oturduğumuz apartmanda bir sürü yaşıtımız vardı. Ben en çok İboş dediğimiz Halil İbrahim’le samimiydim. İboş denilmesine şimdilerde bozuluyor. Normal tabii, kocaman adam oldu. İboşlar Çerkez’di. Annesi rahmetli Muazzez Teyze çok güzel belibah ve fıccın böreği yapardı. Sık sık birbirimize gider gelirdik. Hâlâ tadı damağımdadır o lezzetlerin. Annem de içli çöreği güzel yapar. Yaptığı zaman, aman kokusu komşulara da gitmiştir, biraz da onlara gönderelim derdi.
Apartmanımızın bahçesinde kiraz, vişne, kayısı ve elma ağaçları vardı. Biz arkadaşlarla bu ağaçlara dalardık. Hatta bir gün karşımızdaki ASKİ’nin su deposunun bekçisinin minik bahçesinde yetiştirdiği soğanlara daldık. Bekçi bizi kovalamaya başladı, bir iki km sonra yakalanınca, ben niye soğanlara daldım diye bir farkındalık yaşadım. Tabii bunda yakalanmış olmamın da etkisi büyüktü.
Ve bunun gibi birçok anı daha zihnimden geçti gitti. İnsan geriye dönüp baktığı zaman, yaşadığı anıların kanıtı o anların yaşandığı mekânlar gibi geliyor. Ben bunları yaşarken, çocukluğumda, gençliğimde hep daha ilerisinde daha mutlu olacağımı zannederek planlar yapardım. Ancak şimdilerde, en güzel günlerin yaşanırken o kadar güzel olduğunun farkına varmadığımı anlıyorum. Bu sadece geçmiş için değil, şu an için de geçerli. Farkında değilsin belki ama şu anda en güzel anlarını yaşıyor olabilirsin.
Kendine iyi davran, görüşmek üzere.