Spor, insanları birbirine yaklaştıran, barış ve sevgi köprüsüdür... Yaşam biçimidir, tutkudur, sevdadır.
Bu güzelliği bozma adına elimizden geleni yapıyoruz! En önemlisi dilimize sahip çıkamıyoruz. Malesef sorumlular, sorumluluklarını asla bilmiyor, ağzına geleni söylüyor, sonra ortalık yangın yerine dönüyor.
Evet, Trabzon’daki olaylarla ilgili çok şey yazıldı, çizildi... Ne var ki, işin bir de psikolojik yanı var... Ne oldu bu ülkenin güzelim insanlarına? Statlarda en ufak bir kıvılcım, alev topuna dönüşüyor adeta! Geçmişte kol-kola maçları izleyen futbol severlerin yerinde yeller esiyor! Telleri söküyoruz, bayrakları yırtıyoruz, olmadı hakemlere saldırıyoruz, tekme-tokat girişiyoruz.
Sözü fazla uzatmadan, giderek tırmanan bu ‘vahim’ olaylara bir de psikolojik açıdan bakalım, sözü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Dilim Dalı Öğretim Üyesi, sevgili hocamız Prof.Dr. İbrahim Balcıoğlu’na bırakalım:
“Özellikle statlarda görülen şiddet eylemleri, ideolojik olmayan terör yöntemleridir. Günümüzde futbol karşılaşmaları terör ortamlarından ve gerginliğinden nasibini alıyor. Zaten nüfusu genç olan ülkemizde şiddeti eyleme dönüştürecek bir yapı var. Kitleler ve
Hafta içinde köşemizde bu karşılaşmanın kritik olduğuna dikkat çekip, bir dizi uyarılarda bulunmuştuk. Hatta kolay bir maç olmadığını da vurgulamıştık, yanılmadık!
Avantajı mavantajı buzluğa koyacaksınız, ayağınızı yere sağlam basacaksınız! Panik ve strese teslim bayrağı çekmeyeceksiniz.
Eee bi de takım savunmasını yapamazsanız, vay halinize! Türk futbolunun temel sorunu kim ne derse desin, takım savunmasında yatıyor arkadaş.
Ligde de böyle, uluslararası arenalarda da... Nedense buna ülke olarak bir çare bulamadık, sıkıntıları hep bu bölgede çektik!
Alın size en sıcak örnek; Beşiktaş’ın Akhisar maçı...Topa en çok sahip olan, oyunu sürekli rakip alana yıkan, pozisyonlar üreten goller bulan kim? Beşiktaş... Ne var ki, bu rakamsal gerçekler hiç bir zaman skor tabelasında karşılık bulamıyor.
Tamam, Akhisar boş takım değil, iyi futbol oynuyor, favori takımlara ‘taş’ koyuyor. Ancak adamlar üç kez Beşiktaş kalesine geldi, koca doksan dakikada üç gol buldu, bir topu da direkte patladı!
Varın o anlı-şanlı Beşiktaş’ın savunmasını siz düşünün! Ya arkadaş; bir topu uzaklaştıramıyor, hatta elinize-kolunuza sahip çıkamıyorsanız, siz ne iş yaparsınız?
Akhisar adına hat-trick yapan Rodallega tehlikeli bi
Demokrasinin temel taşlarından biri; düşüncelerinizi, özgürce, sakınmadan ortaya koyabilmektir. Ne var ki bunu kırmadan-dökmeden yapacaksınız. Doğrunun yanında, yalanın karşısında olacaksınız.
Bizim lugatımızda gazetecinin açılımı da budur. Taraf olamazsınız arkadaş! Adam almış eline sarı basın kartını, “Ben gazeteciyim” diyor, ama taraf! Doğrulara bile karşı çıkıyor, yan yollara sapma adına müthiş ter döküyor!
Öyle ekranlara çıkıp, ağacı kökünden budayamazsınız. Efendim, maşallahı var bazı arkadaşların... Yerine göre savcı, yerine göre hakim oluyorlar! Herkes işini yapacak, sınırlarını bilecek. Gazetecinin işi, kişileri istifaya çağırmak olmamalıdır.
Kişileri geçtik, o makama saygı duyacaksınız. O kişileri seçen bir kurul var, seçip-seçmeme hakkı tamamen onlara aittir. Bazı renklere gönül vermiş olabilirsiniz, buna lafımız olmaz. Ancaak bu gönül vermişlik ‘amigo’ seviyesinde olursa, bize de söz söylemek hakkı doğar.
Bunun adı gazetecilik değildir. Çıkıyor avaz avaz bağırıyor, ‘İstifa et’ diyor! O başkanın, yönetimin eksilerini, artılarını ortaya koyabilir, seviyeli bir şekilde eleştirebilirsiniz, buna kimsenin gıkı çıkmaz. Demokratik bir haktır. Gazetecilik, yorumculuk
Atalarımız, ‘korkunun ecele faydası yok’ demiş... Ne var ki, korkuyu sürdürme yerine puan kayıplarına karşı önlem almak en doğru yoldur. Sürekli korku duygusuyla hareket ederseniz, olası tehlikelere de davetiye çıkarırsınız. Diyeceğimiz o ki Sivasspor, korkuyu iliklerine kadar yaşıyor, düşer mi, düşmez mi, bilemeyiz!
Sivasspor, ligdeki kritik konumu nedeniyle, liderin karşısına, ‘Ne kaparsam kâr’ oyun anlayışı ile çıkmış. Savunmada adeta etten-duvar ördüler, Aatıf’ın topla çıkışlarıyla rakip kalede pozisyon arayışları sadece düşüncede kaldı!
Topla oynama yüzdesini elinde bulunduran Beşiktaş, kontrollü oyun anlayışını ön plana çıkarırken, rakip savunmada dişe dokunur çok ciddi pozisyon üretemediler. Yalnız Gomez’in ilk yarıda tartışmalı bir pozisyonu var. Alman futbolcu altıpas içinde kafayı uzattı, vuramadı. Ne var ki, Oumari’nin Gomez’e arkadan dokunuşunu da unutmayalım!
İkinci yarı, tüm hatlarıyla rakip kaleye yüklenen Beşiktaş, aradığı çilingiri buldu, Kerim Frei’nin asisti sonrası kaleci ile karşı karşıya kalan Gomez, klas bir gole yine imzasını attı. Bu golün 58. dakikada gelmesi çok ilginç bir rastlantı olarak tarihe geçecek. Gomez’in golü rakibin katı savunma anlayışına da set
Teknik adamlık zor iştir... Evet, futbolun içinden gelmek kimine göre ilk şartlarından birisidir, itirazımız yok. Ancak sadece futbolu iyi bilmekle, iyi teknik adam olunmadığını da biliriz.
Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın kadrolarına bakın, birçok yıldız oyuncu görürsünüz. Egoları yüksek oyuncuları yönetmek öyle sanıldığı kadar kolay değildir. Kenarda takımı yönlendirirken, öfkenizi, heyecanınızı iyi kontrol etmek zorundasınız. Her hatalı düdüğe isyan eder, hakeme, rakip oyunculara salça olur, sağa-sola gereksiz çatarsanız, başınıza iş alırsınız. Hem siz oyundan düşersiniz, hem de takım!
Örnek Pereira... Portekizli çalıştırıcı, asıl işini unutuyor, her şeye limon oluyor! Adamın bu anlamda dosyası bir hayli kabarık! Shakhtar ve Braga maçlarında tribüne çıkması da bundandır. Tribünlere oynama konusunda bir numara, hakkını da yemeyelim!
Konya’da taç atışını geç kullanan rakip futbolcunun göğsüne topu sert şekilde atmasına ne demeli? Rakip sakatlandığı için centilmence topu taca bırakan Mehmet Topal’a gösterdiği tepki de anlaşılmaz ve garipti. İşine odaklan kardeşim ve sahada kalmayı öğren!
Valla, maç sonu açıklamaları, futbolculara olan söylemleri de bir garip adamın! Elindeki
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman ve arkadaşları, kim ne derse desin müthiş bir başarıya imza attı. Onca ekonomik krize karşın, büyük bir cesaret örneği göstererek, 1066 gün önce ilk kazmayı stada vurdular. Bugün, yarın derken Kartal’ı yuvasına yeniden taşıdılar, taraftarıyla buluştururken, tarihe geçtiler. Evet, stat her yönüyle modern, tam bir futbol mabedi... Ne var ki, eksiği-gediği yok değil... Yapılacak bir dizi ince işler var. Olsun, buna da şükretmek lazım. En azından Kartal’ı göçebe kuşu olmaktan kurtardılar.
Dönelim zirve yarışına... Fenerbahçe’nin Konya’daki mağlubiyeti bir anda ibreyi yeniden Beşiktaş’a çevirdi. Ancak Vodafone Arena’da ilk maçına çıkan Kartal’ın, psikolojik açıdan işi öyle sanıldığı kadar da kolay değildi. Bir yanda inanılmaz seyirci baskısı, diğer yanda yarışta avantajlı konuma geçme mücadelesi...
Nitekim, Beşiktaş rakibi karşısında zaman zaman sıkıntıya düşmedi değil... Savunma ağırlıklı bir anlayışla sahaya çıkan konuk takım karşısında Gomez’in nefis golüyle öne geçen Beşiktaş’ın yedi dakika sonra Traore’nin ayağından yediği gol, psikolojik baskının en büyük örneği idi. Diyeceğimiz o ki rakip bir kez kaleye geldi o da gol oldu! Bursa’nın bir de direkte
Sezonun bitimine 7 hafta kaldı, zirve yarışı kafa-kafaya geldi, iki takım da adeta sırat köprüsündeler! Ne var ki bu oyunda evdeki hesap, hiçbir zaman çarşıya uymaz! Bu köprünün altından daha çok sular geçecek arkadaş! Şampiyonluğun öyle çantada keklik olmadığını bir kez daha gördük! Osmanlı deplasmanda Fenerbahçe’ye kafa tutacak, puanı kapacak, Kasımpaşa evinde Beşiktaş’ı yenecek.
Oynadığı futbolla herkesin beğenisini kazanan Beşiktaş’ın, Kasımpaşa’ya yenilmesini tartışmakta yarar var. Yenilgiye herkes farklı yorum getiriyor, kimi konsantrasyon eksikliğini öne çıkarıyor, kimi de kötü futbola bağlıyor. Her iki eleştiriye saygı duyuyoruz... Ne var ki asıl unutulan Rıza Çalımbay faktörüdür.
Beşiktaş’ı bu ligde en iyi tanıyan, eksiğini-gediğini, etkili yönlerini bilen bir çalıştırıcı. Dersini iyi çalışmış hoca...
Necip değil Marcelo
Beşiktaş’ın en etkili yönlerinden biri, kanat bindirmeleri ve buradan ofansa yapılan servisler. Çalımbay öncelikle bu pas trafiğini bitirdi. Orta sahanın göbeğinden paslar gelmeyince, ne Beck, ne de İsmail etkili olabildi. Dikkat ederseniz Gomez ya bir kez topla buluştu ya da iki kez! Quaresma’nın yanı sıra Gökhan Töre’nin olmayışı da rakipleri
Ne güzel, Fenerbahçe sahasında sürpriz iki puan kaybetmiş, Beşiktaş’ın eline puan farkını açma adına müthiş bir fırsat geçmiş. Böylesi tabloda doğrusu Şenol Güneş hocadan, topuyla-tüfeğiyle sahaya çıkmasını beklerdik!
Gelin görün ki, Güneş hoca da modaya uydu, tek forvetli anlayışından taviz vermedi! Yapma, etme hocam, Quaresma gibi silahından zaten yoksunsun, kanatlarda tık yok, niye Cenk Tosun’u iş işten geçtikten sonra sahaya sürersin? Dikkat ederseniz, Cenk oyuna girdikten sonra Kartal son 20’de risk almasıyla birlikte puan kapma adına müthiş bir baskı kurdu rakip kalede. Ne var ki bu telaşlı baskı, Kasımpaşa duvarını aşmaya yetmedi! Bırakın gol bulmayı, kalesinde de kontraataklar yedi, Kasımpaşa bu fırsatları golle taçlandıramadı. Fark üç, dört hatta beş bile olabilirdi!
Haaa Beşiktaş iyi mi oynadı, asla... Tamam eksiği, gediği, sakatı, cezalısı var, bunlar asla kötü futbola mazeret olamaz! Bu kadar top kaybı yaşayan, Beşiktaş’ı izlemedik dersek abartmış olmayız. Kasımpaşa karşısında özellikle ilk yarıda bir türlü senkron tutturamayan, Sosa’nın golünün dışında dişe dokunur pozisyon üretemeyen bir Beşiktaş olabilir mi?
Bunun temelinde ilk 11’de sahaya çıkan, formsuz oyuncuların