Bu oyunda doksan dakika bitmeden hiç bir şeyin garantisi yoktur. Hele hele tek ya da iki farklı skorlarda işinizi ‘ciddiye’ almazsanız, başınıza iş açarsınız.
Kazanan eleştirilmez, düşüncesine asla katılmıyorum! Atatürk Olimpiyat Stadı’nda skor tabelası Beşiktaş’ı işaret ediyor, elbette galibiyet ve üç puan çok önemli, buna lafımız yok. Gomez’in tek vuruşları harika... Attığı ilk gol, bir teknik ürünüdür. İkinci gol ise olası bir puan kaybına set çekmiştir, hatta maçın bizce kırılma noktasıdır.
Ya son 28 dakikaya ne demeli? Haa, üç veya dört farkı yakalarsınız, zamana oynarsanız başka... Ama önce atınızı sağlam kazığa bağlayacaksınız! 75’de Batdal’ın pozisyonu ya golle sonuçlansaydı? Peki, özellikle son 15 dakikalık bölümde Beşiktaş’ın girdiği ve de ‘ciddiyetsizlik’ nedeniyle atamadığı fırsatlara ne demeli? Böylesi fotoğrafları ancak minyatür kale maçlarda rastlayabilirsiniz!
Atiba, Töre ve Sosa, işini ‘ciddiye’ alan oyunculardı dersek abartmış olmayız. Bu anlamda Tolga’yı da es geçemeyiz. Gomez, attığı iki golle hem Kartal’ı üç puana uçurdu, hem de gelecek adına önemli sinyaller verdi, kutluyoruz. Maçın adamı her şeye rağmen Töre’dir bizim penceremizden. Gökhan’a
Farklı skora lafımız yok, ama kötü futbola var! Artı kafamızda yanıt arayan sorular bir hayli fazla...
Bir ilk yarıya bakın, bir de ikinci yarıya? Futbol böyle bir oyun, kötü başlarsınız, iyi bitirirsiniz... Tıpkı dünkü Beşiktaş gibi...
Tamam, zemin ‘berbat’ ötesi, tarla gibi... Kartal’ın hücuma çıkarken, ilk kez böylesi top kayıpları yaşadığı bir maça tanıklık ettik. Top kayıpları, beraberinde gol yollarında sıkıntı yaratan en büyük faktördür. Haa kalkıp, ilk yarıdaki ‘vasat’ futbolu sadece zemine fatura etmek haksızlık olur.
Beş ‘farklı’ galibiyetin yaratıcısı Oğuzhan kardeşimiz ilk yarıda bir hayli etkisizdi. Ne var ki, aynı Oğuzhan çok kritik bir dakikada harika bir frikik golü atarak, yine ‘farkın’ hazırlayıcısı oldu, kutluyoruz. İşin özeti zemine falan sığınmasın, biz onu hep böyle görmek istiyoruz, sitemimiz de bundandır.
Gomez’in kumaşı ipek mi, yoksa seten mi, oturup, tartışacak halimiz yok. Bilinen bir golcü. Ne var ki, hem fiziksel hem de mental olarak değil. Eee bir de uyum meselesi var. Peki, böylesi handikaplara sahip Gomez’in ilk on birde ne işi var Şenol hocam? Bir de zirveye oynayan takımların tek forvetli oyun anlayışına oldum olası tutulmuşumdur! Bu
O nasıl kart görmektir kardeşim? Öyle klas bir gol at, çık basit sarıyı gör, sahayı terk et
Bu oyunda sapla - samanı birbirine karıştırmayacaksınız! Mersin karşısında ‘fark’ yaratan Beşiktaş, dünkü zorluk derecesi yüksek ‘test’ maçında özellikle ilk yarıda kötü sinyaller verdi.
Düşünün ilk yarıda bırakın pozisyon üretmeyi, Trabzonspor savunmasının kilidini bir türlü açmayı beceremedi Beşiktaş. Akıllarda Olcay’ın tek şutu vurdu, ona da Onur ‘vize’ vermedi, hepsi o kadar!
Mersin, yoklarla mücadele eden bir ekip, sazı siz çalar, siz oynarsınız! Hat-trick yaparsınız, asistlerinizle maçın adamı olursunuz, övgü dolu sözler alır, fark yaratırsınız. Peki, ya Trabzonspor? İlk yarıda müthiş bir ‘direniş’ gösterdiler, savunmayı sağlam tuttukları gibi, topu ayağa oynayarak, hücuma çıktılar, pozisyon da buldular atamadılar. İşin özeti akıllı bir taktikle oynadılar, öyle paldır - küldür, saldırmadılar.
İlk yarıdaki ‘silik’ futboldan biraz olsun dersler çıkaran Kartal, ikinci bölüme istekli başladı, ancak golü kalesinde gördü! Yusuf’un attığı golün irdelenmesi şart. Maalesef Kartal’ın savunma bloğu iyi değil, artı bu olumsuz sinyalleri Mersin maçında da gözlemledik, Şenol
Ligin ilk haftasını kantara koyup, takımları tartmak, geleceğe dönük yorumlar yapmak için ‘kahin’ olmak gerek!
Ne var ki, özellikle Fenerbahçe’nin yabancı yıldız transferinde bir numaraya oturduğu da bir gerçek. Bakmayın Devler Ligi’ne erken veda etmesine... Bu kimseyi yanıltmasın. Çok güçlü, çok alternatifli bir kadrosuyla diğer büyüklerden şimdilik bir adım önde gibi... Üç kupalı Galatasaray lige sıkıntılı başladı, transferde ekonomik nedenlerle geri kaldı, soru işaretleri çok!
Beşiktaş ise onca parasal sıkıntılara karşın, valla abartmak gibi olmasın ‘taş’ gibi bir kadroyu Şenol Güneş hocaya teslim etti. Yönetim şampiyonluk adına her türlü fedakarlığı yaptı, Kartal’ı zirveye uçurmak da usta Güneş’e kaldı.
Tarihi ‘farkın’ kaçtığı maçta Beşiktaş’ı ‘test’ edersek, hata yaparız. Mersin’de para yok, bi de transfer yasağıyla boğuşuyor, geleceğe korku dolu gözlerle bakıyor. Yani kendi yağıyla kavruluyor. Hoş yağı da kalmamış! Mersin, haddini bilerek sahaya çıktı, sahasına kapanmak zorunda kaldı.Uzun ve derinlemesine paslarla fırsatlar yaratmaya dayalı bir sistemle oynadı, iki golünü de Nakoulma ile bulabildi, hepsi o kadar...
Quaresma’nın yeniden yuvaya dönmesine çok
Hazırlık maçlarına bakıp, o takımın geleceğiyle ilgili ‘ahkam’ kesmeyi hiç sevmem.
Ne var ki, sezon öncesinde üç büyüklerin fotoğrafı çok net. Fenerbahçe, transferde bir numaraya oturdu, üç yıldız oyuncuyla göz kamaştırıyor. Hatta, “Fenerbahçe, Fenerbahçe ile yarışır” yorumlarını duyar gibiyiz.
Galatasaray’ın oturmuş bir kadrosu var, dört takviye yaptı. Deneyimli oyuncuları iç hatlarda da en büyük artısı.
Beşiktaş’a gelince... Onca handikapa karşın, geçtiğimiz sezon şampiyonluğu nasıl kaçırdığını cümle-alem biliyor! Yönetimin yerli hocaya rotayı çevirmesini alkışlıyoruz. Güneş hocayı tanıyoruz, başarı için gecesini-gündüzüne katacağını da biliyoruz. Eeee bu tabloda, Güneş hocaya destek ve ona kredi tanımak da bize düşüyor.
Kartal’ın kadrosu asla kötü değil... Beck ve Tosic, yeniler. Querasma da yeniden yuvaya döndü. Peki, şimdi sormak gerekir, Quaresma’yı niye gönderdiniz arkadaşlar? Q7, Kartal’ın gücüne güç katacak bir yetenektir. Efendim kaprisliymiş, oyun disiplini yokmuş! Geçin bunları geçin... Sahaya çıktığı anda topu ayağından almak için üç rakip onu kovalıyorsa ki, öyle, bırakın kaprisleri de eksisi olsun.
İşin özeti... Güneş hocamız, meslektaşı Bilic’in
Grupta Çek Cumhuriyeti ile İzlanda, aldı başını gidiyor, avantajlı konumdalar, Fransa kapısını araladılar. Bizim tablo kritik ötesi, pamuk ipliğine bağlıyız, koptu kopacak!
İlk ikiyi kaçırdık, Hollanda’yı kovalıyoruz, bunun hesaplarını yapıyoruz. Diyeceksiniz ki, daha beş maç ve 15 puan var, doğru... İşin özeti Fransa umutlarını sıcak tutmanın tek yolu, o da beş maçı kazanmaktan geçiyor. Kazanırken, rakiplerin de puan kaybetmesini beklemekten başka çaremiz yok! Bu oyunun her türlü skora açık olduğunu biliyoruz. Grupta puan kayıpları yaşanır mı, yaşanması olası...
Bunun içindir ki, kalan beş maçımızda ayağımızı yere sağlam basmak zorundayız.
Bu tabloda önümüzdeki Kazakistan maçı çok önem taşıyor. Onların hesabı yok, bizim var, kaybedersek biteriz!
Lig bitmiş, tatil başlamış, fiziksel ve de mental yorgunluk dibe vurmuş... Millilerimiz de ise durmak yok, ekstra mesaide, Kazakistan maçının son provasını Bulgaristan ile noktaladılar.
Bu tip provalarda kalkıp, oyuncuları tek tek kantara koyacak halimiz yok, artı çoğunluğu tanıyoruz, futbol kumaşlarını biliyoruz. İlk kez Emre Taşdemir ve Yasin Öztekin, Milli Takım kapısından içeri girdiler. Terim’in kantarı adaletlidir,
Yerli hocaları savunduğumuz zaman, ortalık yangın yerine dönüyor, bazı kesimlerce eleştirilere hedef olduk, ama yılmadık.
Rahmetli Derwall ve bu oyuna hâlâ katkılar sunan Sepp Piontek ve Lucescu’yu, hep alkışladık, el üstünde tuttuk. Çünkü, Türk futboluna yaptıkları hizmetler hâlâ belleklerde.
Mancini ve Prandelli, ikisi de dünya markası... Peki, Galatasaray’daki karnelerine ne demeli? Başarısızlıkları bir yana milyonlarca Avro’yu alıp, ülkelerinin yolunu tutmadılar mı?
Yönetim, rotayı yerliye çevirdi, Hamza Hamzaoğlu’nu göreve getirirken, aslında büyük cesaret örneği verdiler bizce...
Ne oldu?
Aslan 4. yıldızı apoletlerine yapıştırdı... Yani, Hamza hoca, iki dünya markasının yapamadığını başardı, Aslan’ı zirveye taşırken, bizim ‘yerli’ tezimizi de kaşeledi, onunla ne kadar gurur duysak, azdır.
Kıssadan hisse, sevgili Beşiktaşlı yöneticiler! Haldır - haldır, yabancı peşinde koşacağınıza çevrenize bakın, Rıza, Sergen, Şifo Mehmet, Tayfur Havutçu var... Metin Tekin, sportif direktörlüğe yakışmaz mı, yakışır. Hamza örneğini baz alın, kendi markanızı siz yaratın, ey yöneticiler, bu fırsat kaçmaz.
Maç mı?
Bilic’in ne çok seveni varmış da, haberimiz yok! Maşallah, meslektaşlarımız gider-ayak Hırvat hocaya methiyeler yağdırıyorlar! Müzisyenliğine, avukatlığına, sevecenliğine, samimiyetine ve de kişiliğine iki yıllık süreçte tek laf etmedik. Bizim eleştirilerimiz tamamen teknik adamlığına endeksliydi. Yani, rotamız hep rakamsal gerçekler üzerine kuruluydu. Yanlış kadro tercihleri ve de garip rotasyonları bizleri irite etmiştir, hepsi o kadar... Dünkü on bire bakın, ey dostlar! Örnek Franco... Takımın gediklisiydi, haftalardır yok! Kaleci Günay, kumaşı iyi, ancak Konya maçında kornerden gol yiyen bir kalecinin, zorluk derecesi yüksek maçta oynatılması ne derece doğru bir tercihtir! Üç puana gereksinimi olan maçlarda sürekli Demba Ba’ya umut bağlandı, yalnızlığa mahkum edildi hep! Peki, Cenk ve Mustafa bostan korkuluğu muydu?
Daha çok var da, ne yazacak zamanımız ne de, yerimiz var!
Mazeretler üretmek, bunlara sığınmak kolaycılıktır, bunu bilir, bunu söyleriz!
Tamam sahası yok... Kartal, göçebe kuşlar gibi... Bu faktörler ne kötü oyuna, ne de sürpriz (!) yenilgilere asla mazeret olamaz. Koca Beşiktaş, iki sezonda bir derbi kazanamaz mı arkadaş? Yani, sekizde sıfır çekmiş bir