Avrupa’da son 16’ya kalmayı alışkanlık haline getiren Fenerbahçe maçın favorisi. Ancak Rangers’ın, ilk 8’e girerek buraya geldiğini de unutmamak lazım. İskoç ekibi, daha genç yaş ortalaması ve fizik gücüyle bir tehdit yaratabilir. Özellikle sağ bekleri takımın en golcü isimlerinden biri, maç öncesi aklımızda tutalım. Sarı lacivertliler turu geçtiği takdirde, erken final isminin yakışacağı bir karşılaşma olan Bilbao-Roma eşleşmesinin kazananı yani turnuvanın favorisiyle karşılaşacak. Orada da daha önce bu finalleri defalarca oynamış, 180 dakikayı planlamakta usta bir isim Mourinho, farkını ortaya koyabilir. Şampiyonluk yarışındaki rakibine de en güzel mesajı, ligde toplayacağı puanlarla değil, Avrupa’da oynamanın genlerinde olduğunu göstererek verebilir.
Günümüzde birçok kulüp, kötü sonuçların ardından teknik adamlarıyla yollarını ayırıyor. Bizlere de her ayrılığın ardından iki tür yorum yapmak düşüyor: İstikrar başarıyı getirir veya pragmatist olacaksın, olmuyorsa hemen ayrılacaksın.
Futbol sadece yetenekli oyuncuların sahadaki performansına değil, teknik direktörlerin takımlarını nasıl yönettiğine de bağlı. Ancak, günümüzde teknik direktörlerin görev süresi giderek kısalıyor ve birçok kulüp, kötü sonuçların ardından teknik adamlarıyla yollarını ayırıyor. Bizlere de her ayrılığın ardından iki tür yorum yapmak düşüyor: İstikrar başarıyı getirir veya pragmatist olacaksın olmuyorsa hemen ayrılacaksın.
Türkiye’de de bu tarz ayrılıklara çok alışığız. Mesela, daha geçen yıl 99 puan toplayan ama ikinci olan İsmail Kartal başarısız mıydı? Bu sezon şampiyonluğu kaybederse son iki sezonun şampiyonu Okan Buruk görevine devam eder mi, etmeli mi? Veya Avrupa’ya mart ayında havlu atıp, şampiyonluğu da kaybederse Mourinho, Türkiye’de kalabilir mi,
Günlerdir beklenen, kazananın Şubat ayında şampiyonluğunu ilan edeceği varsayılan derbiyi üçe bölmek lazım. İlk yarı, ikinci yarının 80. dakikaya kadar olan bölümü ve son 10 dakika. Dengeli başlayan, iki takımın da kendi oyununu oynamaktan önce rakibini oynatmamak üzere sahada yer aldığı ilk 45 dakikayı konuşarak başlayalım. Bir tarafta “Beraberlik bizim için ikili averajdan dolayı iki puan” diyen Okan hocanın gol yemeden derbiyi bitirmek istemesi, diğer tarafta şampiyonluk için kazanmak zorunda olan ama kalabalık savunmadan da vazgeçmeyen Mourinho. Hani bir atasözü vardır ya, korku dağları bekler, işte ilk yarının özeti adeta. İki takım da merkezi sağlam tutmaya çalışınca, havadan toplarla rakip yarı sahaya giden ve kenarlara sıkışan oyunu manasız ortalarla taçlandıran bir film izletti. Öyle ki, devre arasına giderken iki takım toplam 18 orta yapmış sadece 3’ü isabetli olmuştu. Üst üste beş pas bile izleyemediğimiz koca bir devrede yetmezmiş gibi bir de 17 faulü bize gösterdiler. Yani neredeyse üç dakikada bir faul.
İkinci
"Rekabet" kelimesini izleyenlere en komik haliyle aktaran film, Galatasaray-Fenerbahçe derbisinde bir kez daha akıllara geldi. Seferoğulları ile Tellioğullarının anlaşmazlığında adaleti, Kahire'den gelen Tosun Paşa'nın getirmesi bekleniyordu, derbide ise bu rol Slovenya'dan gelen Vincic'in
Hepimizin defalarca kez izlemiş olmamıza rağmen karşımıza her çıktığında kayıtsız kalamadığımız filmler vardır. Nazım Hikmet’in bir öyküsünden yola çıkarak, Yavuz Turgul’un senaryolaştırdığı, Kartal Tibet’in yönettiği Tosun Paşa, benim için işte onlardan biri. Yeşil Vadi’ye sahip olmak isteyen iki ailenin rekabeti ve bunu Kahire’nin otoritesiyle çözme arzuları... Tosun Paşa’ya sıradan bir film muamelesi yapmak çok ayıp olur. “Rekabet” kelimesini izleyenlere en komik haliyle aktaran bu filmin başrolündeki iki ailenin amansız mücadelesi, bana yarın oynanacak G.Saray-F.Bahçe ailelerini hatırlattı. Filmde iki ailenin anlaşmazlığına adaleti, Kahire’den gelen Tosun Paşa’nın getirmesi bekleniyordu, derbide ise bu role Slovenya’dan gelen hakem
Film gibi bir sezonun ilk yarısını geride bıraktık. Bu güzide ligimizin ilk yarısının gelin birlikte bir Z raporunu alalım. Oynanan 153 maç sonucunda kimler ne yapmış, ne yapamamış, ligin marka değeri nereye gidiyormuş bir bakalım.
Film gibi bir sezonun ilk yarısını geride bıraktık. Her yıl, “Bu sene zor geçti” dediğimiz Süper Lig, bu sene gerçekten zor geçiyor. Yanlış anlamayın konu yoğunluk, çok çalışmak falan değil, zira Çehovcu bir yaklaşımla, “Bizi tek kurtaracak şeyin çalışmak” olduğuna inanıyorum.
Zor geçiyor, çünkü her yıl bir öncekinden kötüye giden, sertleşen, insani bazı değerlerin yozlaştığı, rekabetin hınca, adaletin intikama döndüğü bir ortamda, tüm başrol oyuncuları artık giderek Erol Taş’laşıyor. İşte bu güzide ligimizin ilk yarısının gelin birlikte bir Z raporunu alalım. Oynanan 153 maç sonucunda kimler ne yapmış, ne yapamamış, ligin meşhur marka değeri nereye gidiyormuş bir bakalım.
G.Saray'ın başarısı tesadüf değil
Toplam 439 golün atıldığı sezonun ilk yarısının lideri, 47 golle en
Futbolun başındaki en büyük sorun ne sorusuna hakemler veya yapı diyenler için daha baştan söyleyeyim yanılıyorsunuz. Çünkü bir futbol maçının oynanabilmesi için hepsinden önce 22 tane sağlıklı futbolcuya ihtiyaç var. Ve her geçen gün artan sakatlıklarla bunu sağlamak zorlaşıyor.
Geçen sezon Avrupa’nın beş büyük ligindeki kulüpler, sakatlanıp maça çıkamayan yani kullanamadığı oyuncularına toplam 732 milyon avro ödemiş. Bu rakamın en büyük dilimini Alman ligi Bundesliga alıyor. Alman kulüpleri hem sakatlık nedeniyle ciddi rakamlar kaybediyor hem de oyuncuların iyileşip geri dönmesi bakımından en fazla gün kaybı yaşıyorlar.
Biz hep yaşlı oyuncular daha çok sakatlanır diye düşünüyoruz değil mi? İşte o iş öyle değil. 21 yaş altı oyuncular -ki temaslı oyuna daha gözü kara giriyorlar veya genç oldukları için daha az dinlendiriliyorlar- ortalama 23 gün sahadan uzak kalarak listede üst sıralarda yer alıyor. Burada bu rakamı yükselten bir ülke var, İspanya. La Liga’da
Yazının başlığını görüp gelenler, nedir-kimdir bu pranga diyenlere baştan cevap vererek başlayayım: ofansif oyuna vurulan prangalardan kurtulmuş bir Fenerbahçe izlemeyi sanırım hepimiz özlemiştik. Milli maç arası ve Talisca gündemi derken Kayseri deplasmanına gideceğini unutturan Fenerbahçe’de, başlayan 11 herkesi şaşırttı. Sivas maçının ödülünü toplayan Mert Hakan ve Samet’in yanına, bir de sürpriz Oğuz Aydın ismi, ligin en geniş kadrolarından birine sahip Mourinho’nun forma adaleti diye okunabilir.
Sarı-lacivertliler maça iç sahada oynuyormuşçasına istekli ve tempolu başladı. Forvet hattının sürekli yer değiştirerek oynaması, geride çok boşluklar veren Kayseri’nin kafasını karıştırdı. Gol buldukça, geri kalan haftaların aksine geri çekilmeden, baskılı oyuna devam eden Fenerbahçe, sonunda ismine yakışan bir oyun başlangıcıyla ilk yarıyı tamamladı. Talisca gündeminin yüksek olduğu şu günlerde performansı alev alan Mert Hakan ve 11 çıktığı ilk maçta iki gol atan Oğuz’un performansları gelecek
İlk günden beri santrforsuz oyunu eleştirilen, bu konuda yıkıcı darbeyi vurmak için kötü sonuç bekleyen gruba Montella, dün akşam istediklerini verdi. Her teknik adamın kariyerinde basiretinin bağlandığı maçlar olur diye düşünürken maç sonu sözleriyle bunun basiretle değil felsefeyle alakalı olduğunu duyduk. Ama sanırım Montella’nın asıl demek istediği, “Bildiğimiz yoldan gittik” idi. Peki hocam acaba yol gerçekten bildiğiniz, alışık olduğunuz yol muydu? Futbol rakiple, koşullarla anlamlı hale gelmiyor mu? Bunlara adapte olabilmek de teknik heyetin sorumluluğunda değil mi? Futbol bir matematik mi yoksa felsefe oyunu mu? Teknik adamların esnek olabilmeleri başarılarını etkilemez mi? Ve evet doğru söylediniz, futbolda başarı varsa haklısınızdır.