Geri döndü: Topaz
Gümüşsuyu’ndaki Topaz bir süredir kapalıydı.
Sahibi Yücel Özalp, Karaköy’deki Colonie ve Kanyon’daki Escale ile meşguldü. Topaz’ın açılıp açılamayacağı uzun süre belirsizdi.
Şimdi ise Topaz, yeni dekoru ve menüsüyle bugün itibarıyla yeniden açılıyor.
Öğlen iş yemekleri için tercih edenlere üzücü haber: Şimdilik sadece akşamları açık olacak.
Nişantaşı devri kapandı, sıra Kuruçeşme’de: Şamdan
Yeme-içme meraklılarının son birkaç haftadır dilinden düşmüyor Toi. Aslında, küçük ama iddialı bir şef restoranı olarak Akaretler’de açılmıştı. Bir otelin çatısında, gözlerden uzaktaydı. Bir dönem New York’ta Gordon Ramsay’in iki Michelin yıldızlı restoranı The London’da çalışan şef İsmet Saz’ın İstanbul’daki ilk denemesiydi.
Kısa sürede kendi müdavim kitlesini yarattı. Tabii bunda en çok şefin masasının ve spesiyali “Beef Wellington”ın etkisi oldu. Ünü kulaktan kulağa yayıldı, derken yerine sığmadı, yeni bir yer arayışına girdi. İşte böylece Kuruçeşme’deki popüler suşici Inari’nin üst katına kuruldu.
Akaretler’den daha şık, daha ferah ve daha manzaralı. Üstelik bu sefer zeytin ağaçları da süslüyor mekanı. Bir de daha da genişleyen bir şarap kavı var.
Daha önce de olduğu gibi, yine içeri girdiğinizde ilk dikkat çeken şey açık mutfak ve şefin masası bölümü oluyor. Artık şefin masasına aynı anda altı kişi oturabiliyor. İsmet Saz bir yandan özenle yemekleri hazırlıyor, bir yandan ekibine talimatlar veriyor, bir yandan da şefin masasındaki konuklarla sohbet ediyor. Hem yeme-içme üzerine konuşuyor hem de ilham verici hikayesini paylaşıyor. Hedefi İstanbul’da başarılı olup sonra yarattığı
Her şeyi tartışmaya açığım.
Kimse her konuda aynı düşünmek zorunda değil.
Politik görüşler de, inançlar da farklı olabilir.
Televizyonda da Meclis’te de sosyal medyada da pekâlâ her konu tartışılabilir, çoğunda uzlaşma sağlanamasa da...
Tartışamayacağımız tek bir konu var, o da çocuk hakları.
Söz konusu çocuk istismarı olunca, tartışacak bir şey de kalmıyor geriye.
Aile ya da çocuk rızasıyla yapılan işler deyip geçemeyeceğimiz bir konu bu.
Kimsenin küçücük bir çocuğa hayat boyu unutmaya çalışacağı acıyı hayat boyu hatırlatmaya hakkı yok.
İçeri girer girmez aynada kendinizi görüyorsunuz, ‘Biz İnsan mıyız?’ başlıklı İstanbul Tasarım Bienali’nde.
Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’ndaki ana sergide.
William Forsythe’ın ‘Soyutlar Kenti’ adlı işinde ayna sizi deforme ediyor, siz de karşısında hareket ederek lunaparktaki aynalar karşısındaki çocuklar gibi eğleniyorsunuz.
“En iyi tasarım sizsiniz” hissiyle başlıyorsunuz gezmeye.
“İnsan da bir tasarım, hayat da bir tasarım, kendinizi de, hayatınızı da siz şekillendiriyorsunuz” diyor ‘Biz İnsan mıyız?’.
Aslında bir soru soruyor gezmeye başlamadan önce, sonunda ise insanlığın yaptıkları karşısında dehşete düşüp “Biz insan mıyız!” diye kendinizi söylenirken buluyorsunuz.
Tasarım Bienali deyip geçmeyin, çok kapsamlı, çok derin ve çok düşündürücü işler görüyorsunuz, ufkunuz açılıyor.
Sonunda, bienalin 20 Kasım Pazar günü sona erdiğini duyunca üzülüyorsunuz, diğer sergileri henüz gezemediğiniz için.
Yüksek tavanlı karanlık bir salon.
Bangır bangır techno müzik çalıyor.
Arada salona sis basılıyor, göz gözü görmüyor.
Sanırsınız, bir rave partisi.
Oysa Buenos Aires’den çıkan bir gösteri: Fuerza Bruta.
Oyun boyunca ayaktasınız, boşuna eşyalarınızı vestiyere bırakmanızı istemiyorlar.
Bir anda tepenizde bir havuz oluşuyor, “Yok artık, daha neler!” diyorsunuz.
Elinizi uzatsanız değebileceğiniz kadar yakın.
Artık bir şeye sahip olmaktan çok bir yere ait olmak istiyoruz. Nedeni basit, çok istediğiniz bir şeye sahip olduğunuz anda artık hiçbir şey ifade etmemeye başlıyor, değerini kaybediyor, mutluluk getirmiyor. Çünkü artık eşyalar değil, deneyimler mutluluk veriyor. Yalnız olmadığınızı bilmek, sizin gibi düşünen, benzer zevkler ve beklentiler içinde olan başkalarının da olduğunu görmek iyi geliyor.
Artık mekanlar da bu gerçeği dikkate alıyor, kendinize benzediğini düşündüğünüz insanlarla bir arada çok güzel bir fanusun içine girip gerçeklerden tamamen kopabileceğiniz başka bir dünya yaratıyor.
Lal Dedeoğlu’nun Bebek’te açtığı Daire 1 de bunun bir örneği.
Lal’in yeni mekanına anahtarsız girilmiyor yazmıştım henüz açılmadan. Çünkü eski Buz’dan ve Bej’den kalan müdavimlere birer anahtar verileceğini ve mekana öyle girileceğini açıklamışlardı. Hatta Lal’in sağ kolu Hakan Özkul, “Anahtarın hazır, gel al” bile demişti daha mekan açılmadan.
Küçük Bebek Yolu’ndaki yeni yer, bir apartmanın giriş katında, gerçekten de bir daire. Yolda giderken bir arkadaşımla konuşuyorum, “Uzun oturamazsın, ara sokakta bir arkadaşının evine misafirliğe gitmişsin gibi ama öyle manzaralı bir ev de değil, bir şey
Bu haftanın çoğu Brand Week’te geçti. 2017 trendleriyle başlayıp alışkanlıkların nasıl bulaşıcı olduklarıyla devam ettik.
Daha sonra ise konu, dikkatti.
Gezegenin en hızlı tükenen kaynağı dediler dikkat için.
Sonra da çarpıcı bir örnek verdiler, 1 milyar dolarlık bir iş kullancıların 1 dakikanın altında bir süre dikkat vermeleriyle kurulabiliyor diye.
Neden mi bahsediyorlar?
Buzzfeed, Vice ve Vox örneklerinden.
1,58 milyar dolarlık Buzz Feed’in kullanıcıları 36 saniye, 2,58 milyar dolarlık Vice’ın kullanıcıları 16 saniye ve 1,98 milyar dolarlık Vox’un kullanıcıları sadece 17 saniye zaman ayırıyor.
Günümüzde bir TV reklamına 30 saniye, uzun bir metin okumaya 5 dakika, kitap okumaya 2 saat ayrılırken World of Warcraft gibi bir bilgisayar oyununa tam 72 saat ayrılabiliyor.
Hiç ummadığınız bir anda hayatınız tamamen değişebiliyor.
Hiç aklınıza gelmeyecek tesadüfler sonucu kendinizi bambaşka bir yerde bulabiliyorsunuz.
Bazen de böyle bir değişimde hiç farkında olmadan ufak bir rol oynuyorsunuz.
Sırf bu bile, değişim kadar sizi etkiliyor. Tam 6 yıl önce, ‘Uzakdoğuluların bayıldığı Türk’ diye bir yazı yazmıştım.
“Ortadoğu’da Kıvanç Tatlıtuğ neyse, Uzakdoğu’da da Can Nergis öyle” demiştim. Şimdi ‘Anne’ dizisinde gazeteci rolünde izlediğiniz Can, o zaman 24 yaşındaydı, turizm sektöründe çalışıyordu ve tamamen tesadüfen Phuket’te tanışmıştık.
Neslihan Yargıcı’nın yeğeni, Nişantaşı’nda doğmuş büyümüş ve daha 18 yaşında çalışmak için Çin’e gidecek kadar cesur ve çalışkan olduğunu öğrenmiştim önce. Onu gören herkes “Yazık oluyor, kesinlikle modellik yapmalı” diyordu.
Tayland’a bir sonraki gelişimde Can, Bangkok’a taşınmış ve Uzakdoğu’da başarılı bir model olmuştu bile.