Kafe açmak bir dönem herkesin hayaliydi, zamanla bu hayal de değişti.
Kafe modası geçti, her telden çalan mönüler devri kapandı.
Şimdi hala revaçta olan işin mekân yaratma kısmı.
Ece Sükan ve Demet Müftüoğlu Eşeli gibi sergiler de, pop up etkinlikler de yapılabilen bir alan (Bkz. Pera 64) hayal edenler de var, İstanbul’un ilk modern meyhanesi Münferit ve Gaspar’ın yaratıcısı Ferit Sarper gibi köfte salonu (Bkz. Yasu Baba) açan da...
İşte farklı alanlarda tanınmış isimlerden son günlerde çok konuşulan 5 yeni mekân...
- Pera 64: Ece Sükan ve Demet Müftüoğlu Eşeli’nin Tepebaşı’nda Meşrutiyet Caddesi’nde yeni bir yer açacağı uzun zamandır kulaktan kulağa konuşuluyor, “Pera 64 çok yakında” başlıklı paylaşımlar sosyal medyada ışık hızıyla yayılıyordu.
Sonunda perşembe akşamı kaldırımlara taşan kalabalığıyla Pera 64 açıldı.
Yüksek sesle dileğinizi söylüyorsunuz, anında gerçek oluyor.
Nasıl mı?
Karşınızda uçuşan kelebeklerin arasında önce yazılı olarak beliriyor.
Biraz sonra o yazı bir kelebeğe dönüşüyor ve kelebek gelip elinize konuyor, onu avucunuzun içine almak ya da uçması için özgür bırakmak tamamen size kalıyor.
Özgür bıraktığınız anda diğer kelebeklerin, başka dileklerin arasına karışıp gidiyor.
Dileğinizin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilemem ama anlık da olsa gözle görülür oluyor işte.
En çok sevilen işlerden biri bu Dilek Duvarı.
Pazar sabahı erkenden Soho House’da bir odada toplanıyoruz, İbrahim Maalouf’un Babylon TV çekimi için.
İbrahim, soyadından da anlaşıldığı gibi Amin Maalouf’un yeğeni ama onu edebiyatla değil müziğiyle tanıyoruz.
Müzikolog ve gazeteci Rushdi Maalouf’un torunu.
4 supaplı trompeti icat eden trompet ustası Nassim Maalouf’un ve piyanist Nada Maalouf’un oğlu.
Beyrut kökeninden gelen yoğun bir Arap etkisi var müziğinde.
“Caz mı, caz-funk mı, klasik mi, elektro mu, modern rock mı?” sorusuna kendisi de “Bilmiyorum” cevabını veriyor.
Müthiş bir trompetçi, 4 supaplı trompeti klarnet gibi çalıyor.
Zaten trompetteki dördüncü supap, bizim kulağımızın alışık olduğu ve müziğimizin motiflerini oluşturan çeyrek tonların çalınmasını sağlıyor.
Şehrin son zamanlarda en çok konuşulan mekanları için Harbiye’den Yeşilköy’e, Karaköy’den Etiler’e, Tepebaşı’ndan İstinye’ye uzanıyoruz. Bu isimleri daha çok duyacaksınız
Flamme, Harbiye: Klein’ın popülaritesi devam ediyor, önünde hâlâ kuyruklar oluyor. VIP bölümü, VIP’nin de VIP’si derken şimdi bir de Flamme adlı bir kardeş mekanı daha oldu. Flamme, Klein’ın ruhuna uygun. Kokteylleri, DJ’leri, vintage dekoru, siyah kuyruklu piyanosu ve biraz daha seçili kitlesiyle dikkat çekiyor. Şimdilik sadece çarşamba geceleri açık. Çok yakında hafta sonu da açık olursa şaşırmamak lazım.
- Andrea, Karaköy: Karaköy’ün son bir haftadır adından en çok söz ettiren mekanı. Mumhane Caddesi’nde, tarihi Aya Andrea Kilisesi’nin misafirhanesinde yer alıyor. Dışarıdan bakınca sıradan bir kafe gibi görünse de içeri girince değişik dekorlu odalarıyla hemen tavlıyor. Farklı odaları kapatıp özel organizasyonlar yapmak da mümkün. Yemeklerden memnun kalanlar da var, şikayet edenler de... Karaköy’de yeni mekan arayanların radarına çoktan girmiş durumda.
- Zuma, İstinye Park: Şehrin Londra’dan transfer ilk Japon restoranı Zuma sadece yemekleriyle değil, Ortaköy’deki konumuyla da dikkat çekiyordu. Hatta aynı
“Sanatla birlikte ve sanat aracılığıyla yas tutuyor, hatırlıyor, kınıyor, iyileşmeye çalışıyoruz ve kendimizi bu mekânda beraber yaşamış birçok topluluğun neşe ve canlılık olasılıklarına adıyor, formdan yeşeren yaşama sıçrıyoruz.”
Eylülde gerçekleşen 14. İstanbul Bienali’nin arkasındaki isim Carolyn Christov-Bakargiev bu açıklamayı yapmak durumunda kalmıştı.
İşte bugün benim de size sanatla iyileşmek için önerilerim var.
- Son zamanlarda beni en çok mutlu eden şey: Bağımsız Film Festivali !f İstanbul. Festival, seçtiği filmler kadar City’s’den Kanyon’a, hatta Budak/CKM’ye, Beyoğlu’nun dışına taşmasıyla da sevindiriyor. Malum, Emek’ten sonra festivallerin gerçekleştiği sinemalar iyi durumda değil.
Filmler ve sinema salonları kadar önemli bir artısı da izleyiciyi bir araya getirdiği isimler. ‘Mapplethorpe: Fotoğrafa Bak’ı izlerken yanımda yönetmen Fenton Bailey vardı. Etkilendiğiniz bir filmi yönetmeniyle birlikte izlemek ve istediğiniz soruyu sorabilmek büyük bir lüks.
True Blood’ın yıldızı Alexander Skarsgard İstanbul’da
Cumartesi günü Kanyon’da İngiliz yönetmen Grant Gee’nin Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ni ve İstanbul’u anlatan filmi ‘Anıların Masumiyeti’
Son zamanlarda izlediğim ve en çok güldüğüm film: Coen Kardeşler’in ‘Hail, Caesar! / ‘Yüce Sezar!’ı.
1950’lerin Hollywood’unu anlatıyor, hem dönemi hem de film dünyasını ve magazin basınını ti’ye alıyor.
Sadece filmcileri değil, komünizmden dinlere farklı alanları ince esprilerle eleştiriyor.
‘Pek Yakında’ gibi
Yavuz Turgul’un ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ni ve Cem Yılmaz’ın ‘Pek Yakında’sını hatırlatan detaylar var filmde.
‘Pek Yakında’ nasıl eski Yeşilçam melodramlarından ucuz fantastik bilim kurgulara, seks filmlerinden Cem Yılmaz filmlerine kadar Türk sinemasının birçok farklı dönemine gönderme yapıyorsa, ‘Yüce Sezar!’ da Hollywood’un bir dönemine damga vuran farklı tarzda filmlere gönderme yapıyor. Bunu yaparken de bazı sahnelerde kahkahalarla güldürüyor, bazı sahnelerde de geçmişe duyulan özlem öne çıkıyor.
Palm Beach, ABD’nin en zengin şehirlerinden. Standard Oil’ın kurucusu Henry Morrison Flagler tarafından bir tatil adası olarak planlanmış.
O zamanlar iki otel varmış burada, Royal Poincina ve The Breakers.
Bu lüks otellerde çalışacak personel için de bir şehir kurulmuş, oraya da West Palm Beach denilmiş.
Palm Beach de, West Palm Beach de kısa zamanda popüler olmuş. John Lennon’dan Kennedy ailesine, Michael Jackson’dan Donald Trump’a, Vera Wang’den Bernard Madoff’a birçok isim zamanında buradaki evlerinde yaşamış.
Palm Beach sakinlerinin gelir düzeyi kadar yaş ortalaması da yüksek ama bizdekinin aksine kimse siyah giymiyor, herkes pembeler, çiçekler içinde.
Bizim Abdi İpekçi Caddesi gibi olan Worth Avenue’da mağazaların vitrinlerine baktığınızda görüyorsunuz, burada moda farklı.
Hava 20 derece, Palm Beach’li kadınlara göre tam kürk havası. Onların kışı tabii, 20 dereceye alışık değiller, belli ki kürkleri gezmeye çıkarmak için tek fırsatları ve bütün dünyanın aksine burada kürk hâlâ moda.
Paris Antika Bienali’ni andırıyor
Günün anlam ve önemine uygun bir liste yapıyoruz. Sevgililer Günü’nü romantik bir yemekle ya da pazar brunch’ıyla kutlamak veya sadece şehrin popüler yeme-içme mekanlarına gitmek isteyenlere tavsiye edilir
Sevgililer Günü de aynı yılbaşı gibi oldu. Bu “özel gün”de yılın geri kalan her gününde yapabileceğiniz bir programa kırmızı güller ve kalpler ekleniyor. Bazen üstünüze üstünüze geliyor, bazen de kutlama havasına girmek iyi geliyor. Tamamen ilişki durumuna ve ruhsal duruma göre değişiyor.
Bundan beş-altı yıl önce birçok mekan Sevgililer Günü vurgunu yapmaya çalıştı. Alakart menülere minimum ödeme limiti getirerek ve önceden ödeme isteyerek romantik bir yemeğin romantizmini en baştan öldürdü. Sadece rezervasyon yapmayı bile banka kredisi almaktan daha zorlaştırdı. Ama sonrasında beklenen ve tabii istenen ilgi görülmeyince Sevgililer Günü programları da daha sakinleşti.
Bazı mekanlar, örneğin Sunset’in barı After Sunset, bir gün yetmez diyerek bütün hafta sonunu Sevgililer Günü partilerine ayırdı. Cuma Memo Garan, cumartesi Mert Levent çaldı, bu akşam ise Tarık Koray çalıyor. Brunch’ı ile sevilen mekanlara ise Sevgililer Günü’nün bu yıl pazar gününe denk gelmesi iyi oldu. Bakınız