Demet Sabancı Çetindoğan, Gianluca Alberini, Didem Çapa, Mina Argün, Dori Kiss, Kenan Mağripli.
Shangri-La Bosphorus Otel’de oturuyoruz, karşımda Demet Sabancı Çetindoğan, Didem Çapa, Mina Argun, Dori Kiss, İtalya Başkonsolosu Gianluca Alberini, Kenan Mağripli var.
Hepsi birbirinden heyecanlı, anlatıyorlar projelerini. Malum, dernek projeleriyle genelde kadınlar ilgilidir.
Konsolos eşlerinin de böyle bir derneği var, ‘Spouses of the Consular Corps of Istanbul’ (SCCI). Tam 16 yıldır farklı hayır işlerinde bulunuyorlar.
Neler mi yapıyorlar?
Çocukların ve gençlerin eğitim ihtiyaçlarını karşılamaktan, sağlık ve kadın kuruluşlarına kaynak yaratmaya; doğal afetlerden etkilenenlere yardımdan, sivil toplum örgütlerine desteğe kadar birçok konuda gönüllü olarak çalışıyorlar.
Onur Baştürk’ü gazete yazılarıyla tanıyorsunuz. Oysa o şarkılar da yazıyor ve ‘Sen yine de gitme’ adlı single’ı bugün iTunes’da çıkıyor.
Gaspar’ın barında oturuyoruz. Kulaklıkları takıyorum, ‘Sen yine de gitme’ başlıyor. Hem çok tanıdık bir ses, nerede olsa tanırım, hem de bir o kadar yeni bir ses. Evet, şarkılar yazdığını biliyorum.
Daha önce çok şarkısını dinledim, Ajda Pekkan, Funda Arar, Ziynet Sali, Levent Yüksel ve Deniz Seki’den ama kendi sesinden ilk defa dinliyorum. Gece hayatındaki canlı performanslarını saymazsak tabii.
Bir kere dinliyorum, yetmiyor, bir kez daha basıyorum play’e, yine bitiyor, fondaki dedikoduları kaçırma pahasına bir kez daha başlatıyorum. Sonunda mırıldanmaya başlıyorum, bu sözleri...
“Hiç düşündün müBu gidişat bize göre değilHiç üzüldün müYok, delirmedimBu saçma hal bana göre değilBunu sevmedimSen yine de gitme, sen yine de gitmeBiraz deneyip yanılsak yineBiraz sevip sarılsak bugün/geceOf Allahım ofOf derdim çokOf zamanım yokAşka düşmek zor”
Seviyorum, "Tam Onur olmuş" diyorum içimden. Bakmayın, “Aklıma esti söyledim” dediğine belli ki bu sefer tam kendisini anlatmış. Herkese değil ama
İstanbul restoranlarında manzara varsa, yemekten beklenti yüksek olmaz. İşte bu önyargıyı kıran yeni bir mekan sessiz sedasız Kuruçeşme’de açıldı. Fumee, Changa’nın mutfağında çalışmış şef Pınar Taşdemir’in yemekleriyle dikkat çekiyor
Geçen hafta Kuruçeşme’nin efsane spor salonu Planet’e komşu yeni bir restoran-bar açıldı. Adı Fumee. Her duyan, “Adı da güzelmiş” diyor. Aşşk Kahve ve Mia Mensa’nın Kuleli manzarasından nasibini alıyor hatta onlara püfür püfür balkonundan tepeden bakıyor. Evet, balkonda sigara da içiliyor. Bu da tiryakiler için önemli bir detay.
Mest ve Changa etkisi
Artık bir yerin tutmasında en önemli şeylerden biri kimlerin açtığı. Gece hayatının ve yeme-içme dünyasının yakından tanıdığı isimler bir araya gelmiş Fumee için. İstanbul gece hayatının renkli simalarından Abdullah Ataman, üç arkadaşa emanet etmiş mekanı: Reşitpaşa’da yemek atölyeleri, özel davetleri ve catering hizmetleriyle tanıdığımız Mest’in kurucusu, aileden gurme Can Ünsal, kariyerine Mest’te başlayıp daha sonra iki yıl Changa’nın mutfağında çalışmış şef Pınar Taşdemir ve gece hayatında sık sık karşılaştığımız Atınç Eyilik.
Önce eski El Beso’nun yerini elden geçirmişler. Bir
Sıradan bir gündü... İki arkadaşımla bir gün önceki doğum günümü kutlamak için gece çıkacaktık. Her şey akşamüstü İstanbul Modern’in restoranında başladı. Roze sezonu açıldı.
Eve dönülecekken Beyaz Müzayede’nin Zorlu Performans Sanatları Merkezi’ndeki sergisine gidildi. En çok da Semiha Berksoy’larda aklım kaldı.
Sergiden çıkışta fuayede konser programına takıldı gözüm. Bir saatten az vakit kalmıştı ama ‘Say plays Say’ yazısını görünce dayanamadım. Fazıl Say konseri için bilet sordum ama tabii ki biletler çoktan tükenmişti.
Sonra Beymen Blender’da Ayşe Boyner set başındaydı, onu dinlemeye gittik. İşte ne olduysa, o sırada oldu.
Beymen’de karşılaştığım Zorlu’nun ekipleri sayesinde konsere 10 dakika kala yer bulundu. Başka bir şey isteseymişim olacakmış!
O saatlerde Karaköy’de Gaspar’da olmam gerekiyordu. Arkadaşlarım bekliyordu ama biraz gecikebilirdim.
Burası İstanbul’du ve böyle bir fırsat önüme gelmişti. Ne yapabilirdim?
O kadar olmadık yerlerde, o kadar çok sayıda AVM yapıldı ki, artık her AVM’ye mesafeli yaklaşıyoruz. Hatta söz yeni bir AVM’den açıldığında ister istemez “Bu kadar AVM nasıl iş yapar?” diyoruz. Oysa, bazı yerlerde AVM şarttır, candır. Hem yaşam alanı hem de istihdam yaratmak için.
İşte Acıbadem’de açılan Akasya’ya böyle karışık duygularla gidiyorum. Hatta “Bu kadar çok şeyin arasında bir AVM daha eksikti!” diyerek. Sonra ne oluyorsa, önüne gelince oluyor. Dev Crate&Barrel afişleri, Beymen’in uçsuz bucaksız mağazası, özellikle de Rag&Bone’un tunnel mağazası, Fauchon ve oyuncakçı Helmsley’in Türkiye’deki ilk mağazası derken fikrim değişiyor.
NEYE ŞAŞIRDILAR?
Victoria’s Secret’ın önüne geliyorum, markanın Türkiye’deki ilk iç çamaşırı mağazası. Daha önce sadece parfümleri ve aksesuvarlarıyla AVM’lerde boy göstermişti. Şimdi ise bir tek melekleri eksik,
diğer her şey tamam.
İç çamaşırları geçip bikinilere yaklaşıyorum. Neye elimi atsam, bedeni ya da rengi yok.
Daha açılır açılmaz birçok ürün tükenmiş. Repeteler sipariş edilmiş. Amerikalı Victoria’s Secret’cılar şaşkın, böyle bir ciroyu doğrusu hiç beklemiyorlarmış. “Çok büyük hata yaptık, Türkiye pazarına daha önce
İstanbul yeme-içme hayatına önce Londra’dan gelenler oldu.
Zorlu Center’daki Jamie’s Italian ve Tom’s Kitchen Londra’dan son gelenlerden...
Aynı zamanlarda bir de New York’tan akın başladı.
Önce Morini açıldı, sonra New York’un turistler tarafından en çok ziyaret edilen yeme-içme yeri Eataly geldi.
Şimdi sırada Metin Şen, Nedim Keçeli ve Cenk Önal’ın kurduğu ve sonra Demet Sabancı-Cengiz Çetindoğan’ın da ortak olduğu Dine’ın projeleri var.
Önce New York’un popüler İtalyan restoran zinciri Serafina’yı getirmeye hazırlanıyorlar. Hatta Kanyon’daki Gina’nın yerini Serafina’nın alacağı tartışılıyor.
Morini’nin şefi Michael White ise iki Michelin yıldızlı restoranı Marea’yı İstanbul’a getirmek istiyor. Nişantaşı’ndaki mekan arayışı devam ediyor. Hatta bir söylentiye göre, Nişantaşı’ndaki Sofa Hotel’le de görüşüyorlar.
Son günlerde hepimizin en çok ihtiyacı olan şey gündemden uzaklaşıp hafiflemek. Şanslı sayılabiliriz, İstanbul Film Festivali tam da bu günlere denk geldi.
Cuma akşamı Lütfi Kırdar’daki tören bile farklıydı daha öncekilerden. Uzun uzun açılış konuşmaları yoktu, protestolar bile kısa ve netti.
Umur Bugay internet yasaklarından da bahsederek anlamlı bir konuşma yaptı, Bugay’a ödülünü vermek için sahneye çıkan Meral Çetinkaya, Berkin Elvan’ın resmini üzerinde taşıyordu.
Kaybettiklerimizi anarken Tuncel Kurtiz dev ekranda belirdiğinde salon alkışlarla inledi.
Daha sonra Yeşilçam oyuncuları ödüllerini alırken bir kez daha gördük, eski Türk filmlerinin masumiyetini ne kadar özlediğimizi ve o filmlerde dalga geçilen konuların aradan kaç yıl geçse de ne yazık ki hâlâ hayatımızı derinden etkilediğini...
Festivalin açılışında Türk filmlerinden replikler belli ki özenle seçilmişti.
Yeşilçam kadrosunun birbirleriyle ilişkileri de görülmeye değerdi. Törenin sunucusu Meltem Cumbul gecenin hakkını verdi. Bir de o pot içindeki elbiseyi giymeseydi...
The House Cafe grubu doğduğu Atiye Sokak’ta yeni bir konseptle karşımızda: Nopa Grill.Salı günü açılacak mekanın deneme yemeğine katıldım. Ve ilk izlenimlerim...
Tam 11 yıl önce Atiye Sokak daha kendi halinde, dolmuşların sokağı olarak anılırken The House
Cafe bir apartman dairesinde açıldı. O zaman ne komün masalar
vardı İstanbul kafelerinde ne de üniversite öğrencilerinin servis
yaptığı kafeler.
The House Cafe hızla büyüdü, kısa zamanda bir zincir haline geldi, The House Hotel’ler de eklendi.
Her zaman The House markasına sahip çıktılar, başka teklifleri kabul etmediler. Şimdi ilk defa zincirlerinin doğduğu Atiye Sokak’ta yeni bir konseptle karşımıza çıkıyorlar.