29 Mart 2009 yerel seçimlerinden hemen bir hafta sonra bu sütunlarda “CHP, geçmişten ders alacak mı?” başlığı altında kaleme aldığım yazıda SHP’nin 1989’da kazandığı yerel seçim zaferinden sonra bazı belediyelerde patlak veren yolsuzluk olaylarının sosyal demokratların çöküşünü hızlandırdığına dikkat çekmiş ve yazımın sonunu şu tümcelerle bitirmiştim:
“...
Gelelim bugüne ve yarınlara...
Bugün başta aralarında İzmir’in Büyükşehir ve 28 ilçesi başta olmak üzere Ege’deki CHP’li 164 belediye başkanının, önümüzdeki beş yılda çok iyi performans göstermesi gerekiyor.
CHP’li başkaların göstereceği performans, üyesi oldukları partinin merkezi yönetimde iktidara gelmesinin önünü açacaktır.
Çünkü...
Merkezi iktidara giden yol, genel politikaların yanı sıra yerel yönetimlerde gösterilen başarıdan geçer...
Tıpkı Tayyip Erdoğan’ın izlediği yol gibi...
Bunun için özellikle 1989 sonrasında SHP’li bazı belediye başkanlarının yaptığı hataların tekrarlanmaması gerekiyor.
Bu nedenle başkanlar, siyasi davranmamalı ve “İşimiz parti, gücümüz parti” ya da “İşimiz koltuk, gücümüz koltuk” demeden hizmet etmeli...
Aksi takdirde, beş yıl sonra hem mevcut belediye başkanlıkları kaybedilir, hem de CHP’liler, geçtiğimiz seçim kampanyasında Erdoğan’ın söylediği gibi değil 2011’de, 3011’de bile iktidarı rüyalarında görür.
Benden söylemesi...”
CHP’nin yeni Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bulunduğu koltuğa dürüstlüğü, yolsuzluk ve usulsüzlüklere karşı açtığı savaş sayesinde oturduğunu söylemeye sanırım gerek yok.
Çünkü...
Kılıçdaroğlu’nun kamuoyuna açıkladığı yolsuzluk dosyaları nedeniyle AKP’nin iki Genel Başkan Yardımcısı (Dengir Mir Mehmet Fırat ve Şaban Dişli) koltuklarından olmadı mı?
Genel Başkan koltuğuna oturduktan sonra da her fırsatta “Biz ranta değil, halkın sorunlarına talibiz. Biz halkın düzenini, halkın iktidarını koruyacağız. Rantın iktidarını da alaşağı edeceğiz. Çünkü bu millet soyula soyula bıktı artık” diyen Kılıçdaroğlu, eğer ilk seçimde Başbakan olmak istiyorsa, öncelikle partisinin iktidarda olduğu yerel yönetimlerde tek bir toplu iğne başı kadar bile yolsuzluk, usulsüzlük yapılmasına göz yummamalı.
Gandi Kemal, eğer halk nezdinde inandırıcı olmak ve “Temiz toplum, temiz siyaset” hedefine ulaşmak istiyorsa CHP’li tüm belediyelerde adeta “sıkıyönetim” ilan etmeli...
Bütün belediyelerdeki ihaleler, basın önünde şeffaf bir şekilde yapılmalı.
Belediye İktisadi Teşekkülleri’ndeki (BİT) yönetim ve denetim kurulu üyeleri, aldıkları ücretler, belediyenin internet sitesinden açıklanmalı.
Açıklanmalı ki; Buca ve Antalya Korkuteli Belediyesi’ndeki olayların benzeri yaşanmasın.
Yoksa...
Kimseyi “Biz ranta değil, halkın sorunlarına talibiz” söylemine inandıramazsınız.
Benden hatırlatması.
Krizdeki millet ve vekillerimiz!
KİMİ kesimler, krizin etkisinin azaldığını, piyasaların canlandığını söylese de piyasalardaki durgunluk bitmiş görünmüyor.
Bu da krizin henüz sona ermediğini gösteriyor.
Sahi güzel yurdumda, kriz nedeniyle zarar görmeyen toplum kesimleri var mı?
Yüzlerce fabrika kapandı, işyerlerinin kapısına kilit vuruldu ve vurulmaya devam ediyor.
Binlerce kişi işten atıldı, atılmaya devam ediyor.
Kimi çalışanların ücretleri düşürüldü, düşürülmeye devam ediyor.
Krizden en fazla darbe yiyen kesimlerin başında gelen işçi, memur, esnaf ve çiftçi hâlâ zor günler geçiriyor.
Binlerce aile parçalandı, yüzlercesi, kriz nedeniyle canına kıydı.
Kısacası, milletin hemen hemen tamamı ‘kriz’den etkilendi.
Peki, milletin vekili ne yaptı?
Siz hiç, herhangi bir milletvekilinin banka borcunu ödeyemediği için zor durumda kaldığını, eşinden ayrıldığını, veya çocuğunu okula gönderemediğini duydunuz mu?
Kriz nedeniyle maaşından kesinti yapılmasını isteyen bir vekil duydunuz mu?
Ben duymadım.
Ama...
İspanya’da geçtiğimiz günlerde milletvekilleri, ülkenin içinde bulunduğu kriz nedeniyle maaşlarından yüzde 10 kesinti yapılmasını istedi.
Türkiye’de böyle bir kesinti yapmak şöyle dursun; hemen her konuda birinin ‘ak’ dediğini, diğerinin ‘kara’ dediği vekillerimiz, konu kendi maaşlarına zam olduğu zaman oy birliği ile karar alabiliyor.
İndirim ise akıllarının ucundan bile geçmiyor.
İşte, Avrupalı ile aramızdaki fark.
Diğer farkları saymaya gerek var mı?
Kurulacak üniversitenin zarfına değil biraz da mazrufuna bakalım
İZMİR’DE günlerdir yeni kurulacak devlet üniversitesinin ismi tartışılıyor.
‘Şu mu olsun, bu mu olsun?’ diyoruz.
Ama...
Kimse, bu üniversitedeki fakültelerde verilecek eğitimin gerekli olup olmadığını irdelemiyor.
Kimse, binlerce mezunu işsiz olan İktisadi ve İdari Bilimler’e, Orman ve Su Ürünleri Fakültesi’ne hiç gerek var mı demiyor?
Nedense “Mazrufu bırakıp zarfa bakma” alışkanlığımızdan bir türlü vazgeçemiyoruz.
Yeni kurulacak eğitim yuvasında bir “Nano teknolojisi, bilgi işlem, nükleer fizik, moleküler biyoloji, genetik mühendisliği, uzay bilimleri veya uçak mühendisliği” gibi çağımızın ihtiyaç duyduğu mesleklerle ilgi bölümlerin olması gerektiğini hiç konuşmuyoruz.
Gerçi konuşsak ne olacak ki?...
Zaten birileri de “Her üniversite mezununa iş bulmak zorunda mıyız” demiyor mu?