Türkiye dindarlaşıyor mu?

25 Eylül 2006

Ramazanınız mübarek olsun!ANAR'ın 2004 araştırmasına göre Türk halkının yüzde 64'ü oruç tutuyor, yüzde 21'i tutmuyor. "Ara sıra tutarım" diyen de yüzde 11'lik bir kesim var.Bu oranlar, diyelim 1960'lı yıllarda ne kadardı bilmiyoruz. Bilsek, Türk halkının dini vecibelerini yerine getirmekte eskiye göre daha mı hassas, daha mı gevşek olduğunu anlayabilirdik.Şu var ki, yaşı Cumhuriyet'in kuruluş dönemlerini anımsamaya yetenler, toplumda dinin etkisinin eskiye kıyasla ciddi ölçüde arttığını söylüyorlar.Bu teşhis, daha çok gözleme dayalı:Yollarda, ekranlarda eskisinden daha fazla örtülü kadın var.Ülkeyi, dini jargon kullanan bir hükümet yönetiyor.Ramazanda medyanın yayın içeriği, reklamlar vs. anında değişiyor. Oruç tutmayanlara saldırı haberleri başlıyor.Büyük holdingler "Ramazan geldi" diye davet vermiyor.Cep telefonlarına ramazan kutlama mesajı yağıyor.Ders kitaplarında Pinokyo o burunla -her nasılsa- secde ediyor, "abdestin tansiyonu normalleştirdiği" gibi hurafeler yayılıyor.Uyuşturucuyla mücadele kampanyası başlatılırken Diyanet yetkilisi, "Bunlar dinden uzaklaştığımız için oldu" diyor. Başbakan'ın eşi çare olarak "manevi değerlere sahip çıkmayı" öneriyor.Dinin etki alanı

Yazının Devamı

Atatürk'ün günlükleri

23 Eylül 2006

"Karlsbad'da geçen günlerimin anılarını bütünüyle ve olduğu gibi bu deftere geçiremedim. Bunun iki nedeni var:Birincisi, yeterince yazı yazmak için vaktim olmadı.İkincisi, her düşündüğümü, her yaptığımı, yani bütün fikirlerimi ve hayatımla ilgili sırları bu defterlere nasıl emanet edebilirdim? Hatta bu yazdıklarımı bile bir gün, ihtimal pek yakın bir günde yok etmeyecek miyim? Şimdiye kadar hep öyle olduğu içindir ki, anılarımı toplayan bir derlemem yoktur."* * *Mustafa Kemal Paşa'nın, "Karlsbad ve Viyana'da geçen günlerim" başlıklı anı defterinin son sayfasında bu samimi not var.Defteri Prof. Afet İnan, 1931'de Çankaya'daki eski köşkün kütüphanesinde buldu. Götürüp Atatürk'e gösterdi.Atatürk çok duygulandı.Kimseye emanet edemediği için yırttığı anı defterlerinden geriye sadece 6'sı kalmıştı. Bu defter, onlardan biriydi.1918 yazında eski harflerle ya da Fransızca olarak, günü gününe, hatta saat saat tuttuğu bu notlarda, hem kişiliğinin ipuçları, hem de ileride yapmayı planladıklarının eskizleri vardı.Afet İnan'a "Bunu sen sakla, ileride yayımlarsın" dedi.İnan, o defteri ilkin 1970'te bir konferansta kullandı. Sonra da 1983 yılında yayımladı. (Türk Tarih Kurumu, Ankara)* *

Yazının Devamı

Asıl bu dava Türklüğü aşağılıyor

21 Eylül 2006

Bunu en ağır ödeyenler de düşünürler, yazarlar...Liste Sabahattin Ali'yle başlar, Said Nursi'den İsmail Beşikçi'ye, Bahriye Üçok'tan Musa Kart'a kadar çok geniş bir yelpazeye yayılır.İşin ilginç yanı Recep Tayyip Erdoğan da listededir.Biliyorsunuz Başbakan da bir şiir okudu ve hapse girdi.O mahkûmiyetin yol açtığı mağduriyetle, diğer mağdurların oylarını aldı ve iktidar oldu.Şimdi masasının üzerinde düşünceyi suç sayan bir madde var.Değiştirmek için "Tamam, değiştirelim" demesi kâfi...Demiyor.Hem yazarların hem Türkiye'nin mahkûm olmasına göz yumuyor.* * *Erdoğan bir şiir okumuştu.Elif Şafak bir roman yazdı.Romanda resmi tarih düşkünlerini rahatsız edecek satırlar var.Bu satırlar kitabın orasından burasından cımbızlanıp bir iddianamede toplandı.İddianame toplam bir paragraftan oluşuyor; romanın 9 sayfasından cımbızlanmış 19 cümle...Ne deniliyor o cümlelerde?..Ermeni meselesiyle ilgili olarak herhangi bir tarih kitabında, bir belgesel röportajında, bir anı defterinde rastlayabileceğiniz türden ifadeler...Yabancı dilde kaleme alınmış yüzlerce kitapta çok daha ağır ifade edilen suçlamalar...Ve altında iki cümle:"Kitabında bu sözlere yer vererek Türklüğü aşağıladığı

Yazının Devamı

Ortaçağ karanlık mıydı?

19 Eylül 2006

İnsanı ürküten bir tanım bu... Belki atıl laik kitleleri sarsmakta işe yarıyordur.Ama tanımın kendisi sorunlu.... Fazlaca Hollywood filmi izlemekten kaynaklanan bir yanılgıya ya da tarihe Batı'dan bakma kompleksine dayanıyor.Evet, Ortaçağ karanlıktı; ama Avrupa'da...İslam dünyasında ise sanıldığının aksine neredeyse bir Rönesans aydınlığı yaşanıyordu.***Papa XVI. Benedictus İslam dünyasını birbirine katan talihsiz demecinde 14. yüzyılda kaleme alınmış bir eserden alıntı yaparak şunları söylemişti:"Muhammed'in yeni olarak ne getirdiğini bana göstersene... Bu konuda inandığı dini kılıçla yayma buyruğu türünden kötü ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın."Alıntılanan kitabın kaleme alındığı 14. yüzyılda, asıl Avrupa "kötülüğün ve insanlık dışı şeylerin" pençesindeydi."Kara ölüm" veba, yaşlı kıtayı kasıp kavuruyordu.Hastalıktan Yahudileri sorumlu tutan bir dini grup, Yahudilerin toptan katli için ayaktakımını sokağa döküyordu. Engizisyon, Mesih beklentisiyle kendini kırbaçlayanla baş etmeye çalışıyordu.Hastalığın etkisiyle sabana dayalı tarımdaki gelişme durmuş, toprak mülkiyeti bölünmüş, yoksullaşan köylüler ayaklanmıştı. Yüzyıl savaşları patlamıştı. Fransa ve İngiltere

Yazının Devamı

Sevgili öğretmenim!

18 Eylül 2006

Hayatımızın en değerli varlıklarını siz devralacaksınız.Bir kısmı ağlayıp sızlayacak, bir kısmı kürsünüzde zıplayacak, biri okuldan kaçacak belki, diğeri altına kaçıracak.Tanıdık manzaralar sizin için...Bundan böyle anne babalarından çok sizinle olacaklar; ışığa koşan pervaneler gibi etrafınızda dolanacak, her sözünüze inanmaya hazır bir sevdalılar ordusu halinde gözünüze bakacaklar.***Haddim değil size öneride bulunmak; olsa olsa temenniler sıralayabilirim:Keşke onları eğlenceli bir partiyle karşılayabilseniz; okulu ilk günden sevdirebilseniz.Sınıfta yerlerini gösterirken iyi bir sıra arkadaşının, hayatlarında güzel bir kitap kadar ebedi olabileceğini söyleseniz.Körpe beyinlerini lüzumsuz bilgiler, basmakalıp fikirlerle doldurmak yerine, bilgiye nasıl ulaşılacağının ipuçlarını verseniz.Bilgiyi iyi ezberleyenlerin değil, onu süzüp analiz edebilenlerin başardığını ilk dersten öğretseniz.Kör inancın, insanoğlunun ezeli düşmanı olduğunu, yerküreyi itaatin değil sorgulamanın değiştirdiğini anlatsanız.Gücü silahta, cazibeyi markada arayan kuşaklara gerçek kudretin bilgide, asıl cazibenin bilgede olduğunu belletseniz.Güçlü olmanın değil, güçlüyken iyi kalmanın zorluğundan söz

Yazının Devamı

İki Mizgin

16 Eylül 2006

5 Eylül Salı günü Batman'dan okul ihtiyaçlarını almak üzere abisinin kullandığı Renault ile yola çıktı. Böbrek hastası olan annesi de şehirde doktora görünecekti. Öne anne, arkaya Mizgin yerleşti.Umurlu Köprüsü'ne geldiklerinde korucu olduğunu sandıkları silahlı bir sivil arabayı durdurdu, "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu."Batman'a hastaneye" dediler."Benim arkadaşım da hasta. Bizi de bırakın" dedi adam...Arkadaşına seslendi. Ağaçların arkasından, iki çuval taşıyan, silahlı bir adam daha geldi. Çuvalları bagaja koyup Mizgin'in yanına oturdular.Kim oldukları sorulunca "Korucuyuz" dediler.45 dakika sonra, yol üzerinde bir panzer belirdi. İhbar almışlardı. Megafonla "Dur" dediler. Araçtaki iki kişi silahını şoföre çevirip "Durma. Anneni ve kardeşini öldürürüz" diye bağırdı. Araç panzeri sollamaya kalkınca da ateş başladı.Şoför direksiyonun altına attı kendini, anne onun üzerine kapaklandı.3-4 dakika süren çatışmadan sonra araçtan çıkarıldıklarında annenin vücudunda 3 kurşun vardı. Mizgin ise ölmüştü. Yüzünün sol tarafı tamamen parçalanmış, bacakları kırılmış, parmakları yanmıştı.Görevliler onun cesedini saçlarından çekerek çıkardılar arabadan...Genelkurmay, çuvallardan tüfek ve el

Yazının Devamı

Katilimiz fakirlik mi?

14 Eylül 2006

Eşi, şehit ailelerinin ortak hastalığına tutulmuş o yıl: Göz pınarları kurumuş.Sonra örgütlenmişler aralarında... 2000'de henüz korgeneral olan Yaşar Büyükanıt'ı ziyarete gitmişler. Hamit Bey şu soruyu sormuş:"Komutanım, biz şehit aileleri olarak bir şeyi öğrenmeyi çok istiyoruz: Bir bürokratın, bir siyasetçinin, bir işadamının, hatta bir generalin şehit düşen oğlu var mı?""Yok" demiş Büyükanıt Paşa...Köse:"Peki kurşun adres mi soruyor da hep fakir fukarayı buluyor?" diye üstelemiş.Bu soru üzerine Büyükanıt Paşa mendilini çıkarmış ve şehit ailelerinin karşısında hüngür hüngür ağlamış.* * *Devrim Sevimay'ın Vatan'daki röportajında yer alan bu ayrıntı, sorunun hep akıllarda gezen ama pek dillendirilmeyen bir boyutunu gündeme taşıyor.Sorunun muhatabının bugün Genelkurmay Başkanı makamında oturuyor olması, durumu daha da anlamlı kılıyor.Paşa'yı ağlatan haksızlık, şehit ailelerince giderek yüksek bir tondan dile getirilmeye başlandı.Başbakan'ın "Askerlik yan gelip yatma yeri değil" gafıyla tepkilerin dozu yükseldi.İlk kez "Vatan sağ olsun" demeyen, "Hakkımızı helal etmiyoruz" diye isyan eden aileler ortaya çıktı.PKK, bu tepkilerden siyasal yarar sağlamaya çalışıyormuş; olabilir.Bu,

Yazının Devamı

Sessiz sitemsiz

12 Eylül 2006

Sonra türkü olur, dilime yerleşir:"Çözülen bir yün yumağı/ akıp giden günlerimiz/mezar taşlarından suskun/ sessiz sitemsiz.../savrulan yapraklar gibi/ akıp giden günlerimiz/cenaze törenlerinde/ sessiz sitemsiz"Yaralı bir kuşağın diyemedikleri vardır bu şiirde; ki gücünü biraz da pikaplara düştüğü tarihten, 1980'in o kara eylülünden alır. "Bir suçluyu aklar gibi/ akıp giden günlerimiz/sanki bir sır saklar gibi/ sessiz sitemsiz/bir kitaba başlar gibi/ koşarken yavaşlar gibi/arkadaşlar gibi/ sessiz sitemsiz"* * *Yağmur Atsız'ın şiiri bu...1980'de Köln'de iki sürgün girmişler stüdyoya; Yağmur Atsız yazmış, Zülfü Livaneli bestelemiş.Plak buralara geldiğinde, "karıştır-barıştır" günleriydi Mamak'ta... Ve biz, tam da şiirdeki gibi, "savrulan yapraklar gibi sessiz sitemsiz"dik.12 Eylül'ün o dehşetli baskı günlerinde, çok uzaklardan çıkıp gelen ve gizli gizli söylenen o türkülerde direnç, umut, hayat bulduk.Duyuyorduk; Yılmaz Güney'in "Yol"una müzik yapmış Zülfü Livaneli...Duyuyorduk; Bedri Rahmi'nin Nâzım için yazdığı "Yiğidim Aslanım"ını bestelemiş. Uğur Mumcu gidip Paris'te dinlemiş, "Bu sadece Nâzım'ın değil, tüm demokrasi şehitlerimizin türküsü" demiş.Duyuyorduk; Türkiye'de yasaklı

Yazının Devamı