"Orhan Pamuk ve Ahmet Altan'ı asalım."Vahşi batı kasabalarına özgü bu çağrı irkiltiyor çevredekileri...İlgili görünenler yandaki bir masada "hainlerden hesap sorulabilmesi için" imza vermeye davet ediliyor. Ve ellerine bir bildiri tutuşturuluyor. Bildiride bir dizi yazar adı var: Orhan Pamuk, Hrant Dink, Perihan Mağden, Murat Belge, Hasan Cemal...Bu isimler "Batı emperyalizminin kullandığı kalemler" takdim edilip hedef gösteriliyor. Ama bildirinin asıl amacı listeye yeni bir isim eklendiğini duyurmak: Elif Şafak."Neo-liberallerin yeni prensesi olan bu kadın" diye başlayan cümleler kin kusuyor. "Büyük Hukukçular Birliği" imzasını taşıyan bildiri Türk düşmanlığını durdurmak için herkesi Elif Şafak'ı 21 Eylül tarihinde başlayacak duruşmasına çağırıyor. Beyoğlu'nda bu amaçla imza vermeye davet edilenlerden biri, "Ben onlarla aynı görüşteyim. Asacağız diye ortada bağırmaya utanmıyor musunuz?" deyince ortam geriliyor. Polis seyrediyor.* * *Ardından İpek Çalışlar'a geliyor sıra...Çalışlar'ın olağanüstü biyografi çalışması "Latife"de Atatürk'e hakaret edildiği gerekçesiyle mahkemeye başvuruluyor. Oysa kitapta anlatılan Atatürk'ün bir baskında çarşafa bürünüp kurtulma öyküsü pek çok farklı
Üzerimdeki siyah smokinin bol gelen beli, arkadan çengelli iğneyle tutturulmuştu. Emanet smokinin gerçek sahibi nikâh şahidimdi:Ali Kırca...TRT'de Haber Dairesi Başkanı'ydı.Bense yanında yeni başlamıştım televizyonculuğa... Hem gazeteciliğine, hem meslektaşı Seray Abla'yla evliliklerine özenirdim.Nikâh saati gelin, damat, davetliler, nikâh memuru ve diğer şahit Raşit Kaya hocamız oradaydı, sadece o eksikti.Dakikalar geçiyor, herkes sıkıntıyla saatine bakıyordu.Az sonra Ali Abi kan ter içinde girdi içeri...Gecikme nedenini sonradan öğrendik.Yolda benzini bitmiş, depoyu doldurmaya cebindeki para yetmemiş, zorlu dakikalar geçirmişti.* * *80'lerin sonunda böyle bir görünüm arz eden hayat, onu ekranların en önüne sürükledi.Orada hak ettiği şekilde ve bileğinin hakkıyla zirveye yerleşti.Gün geldi; TRT'de kıt kanaat geçinen ekip dağıldı.Kimimiz işsizliği, kimimiz şöhreti tattık. Aç kalanlarımız da oldu, paraya doyanlarımız da... Bazılarımız bir hayranlar ordusunca kuşatılmıştık; o ordu, alkışlarla bizi en öne itiyordu.Şöhret avcıları, içinde konuştuğumuz renkli camın ışığına koşuyordu ve kalabalıklaştıkça önümüzü görmemizi engelliyordu.Samimiyeti sahtelikten, masumiyeti art niyetten
"Yetişin Kuğulu Park'ı yıkıyorlar!"Geçen ay "Yetişin Ankara'yı yıkıyorlar" diye başlık atmıştım ya; o feryadın aynısı...Kalktım, gittim.Bir köşede AKP'li Büyükşehir'in kepçeleri duruyor. Karşı köşede CHP'li Çankaya Belediyesi'nin greyderleri barikat örmüş, kavakları bekliyor. İsmet Paşa'nın deyişi malum:"Eşkıyanın gece ne yapacağı belli olmaz".Bir avuç Ankaralı kendini siper etmiş "Kuğu gölü kalesi"ni savunuyor.Ellerinde bir pankart:"Kuğulu Park Ankaralılarca koruma altına alınmıştır."Radyolar haykırıyor; kentliler bağırıyor, arabalar geçiyor çığlık çığlığa...Nihayet! Gece telefon: Nihayet kentli, kentinin kaderine el koyuyor.Aylardır başkent devasa bir otoyola çevrildi. Kenti ağaçlar yerine araçlara teslim etmek için yollar 8 şeride çıkarıldı, altlı üstlü geçitler uğruna parklar harcandı.Kavaklıdere'nin dereleri kurutuldu, kavakları budandı.Ve sıra Kuğulu Park'a geldi.O Kuğulu ki, Ankaralı'nın hafızasında bir rüya parkıdır.Narin kuğuları ve tarihi kavaklarıyla nice unutulmaz randevunun mekânıdır. Şehir merkezindeki yegâne nefes alma alanıdır. Güzelim park ilkin 70'lerde budandı; tam ortasından asfaltlandı. Şimdi de geri kalan bir avuç havuzla kavak ve heykellere göz
Bush daha önce de terörle mücadeleyi "Haçlı Seferleri"ne benzetmişti."Medeniyetler çatışması"nı zorlayan bu tanımlamaları, İslam dünyası "Evanjelist faşistler"i anımsatarak yanıtladı.Bu türden açıklamalar, dinler arasında korku ve kin üreterek, hem İslam dünyasında hem Batı'da radikalleri besliyor, insanlığın geleceğini mayınlıyor.Peki buna karşı aklı başında dindarların yapabileceği bir şey yok mu?* * *Var ve yapıyorlar da...Önceki hafta Hollanda'da çok önemli bir kongre vardı:"Çoğulcu Bir Dünyada Din Eğitimi."Kongreyi "Uluslararası Din Eğitimi ve Değerler Semineri" adlı uluslararası kuruluş düzenlemişti. 40 ülkenin temsil edildiği bu kuruluş, 2 yılda bir, farklı dinden akademisyenlerle toplanarak din eğitiminde yeni yöntem arayışlarını tartışıyor."Din savaşları"nın insanlığın ufkunda yeniden görüldüğü günümüzde, bu tartışmalar büyük önem kazandı.İşte bu ortamda, böyle uluslararası bir zeminde, Batı'ya açık Müslüman çoğunluğuyla Türkiye'nin ne diyeceği merak konusuydu.O yüzden Türkiye'den bir üye, kongrenin açılış bildirisini sunmak üzere davet edildi. O üye, bir dönem Din Öğretimi Genel Müdürlüğü de yapan, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mualla
Elleri önden kelepçeliydi.İki koruma eşliğinde hücrelerine kapatıldılar.Yassıada'da yargılamalarını yapan Yüksek Adalet Divanı, haklarında idam cezası vermişti. Menderes dışındaki 14 idamlık, karar okunduktan sonra İmralı'ya sevk edilmişlerdi.Menderes, intihara teşebbüs ettiği Yassıada'da tedavideydi.Onlar darağacını beklerken Ankara'da Milli Birlik Komitesi 15 idamdan sadece 3'ünü onaylamıştı.Devrik Cumhurbaşkanı Bayar affedilmişti.Bu karar, 15 idam bekleyen bazı ihtilalci subayları öfkelendirmişti."Türk Silahlı Kuvvetler Birliği" denen bu gruba mensup bazı genç subaylar o akşam vapurla İmralı'ya geldi. Elleri silahlıydı. "Kalanların infazını, burada biz yapacağız" diyorlardı.Durum, Yassıada komutanı Tarık Güryay'a bildirildi. Güryay emrindeki askerlerle derhal İmralı'ya geçti. İdamlıkların kendilerine teslim edilmesini isteyen subaylarla görüştü."Olmaz. Onlar benim korumam altında" dedi Güryay...27 Mayıs sabahı Polatlı topçu okulundan fırlayıp Bayar'ı vurmak üzere Çankaya'ya koştuğunu anlattı:"Kurtulmasına ben de üzüldüm, ama şimdi onlar benim namusuma havaledir. Dokunamazsınız" dedi.Subaylar, "Almadan gitmeyiz" dediler."O zaman çatışırız" dedi Güryay... İskeleye mevzilendirdiği
Ayrıntıları, o gün orada olan bir yakınımdan dinledim:PKK uzunca bir süredir köylere inip köylülerden yiyecek alıyormuş. Köylüler ihbar etmeye korkuyormuş. Son saldırı da güpegündüz olmuş."Yöreden destek olmasa bu kadar rahat pusu kuramazlardı" dedi yakınım... Bu destek yüzünden farklı mezhepten köyler arasında husumet doğmuş. Yakınım, isyan içinde gözyaşı döküyordu:"Şehitlerin kanlarını gördüm yerde... O destek verenleri boğmak istedim. Ordu neden bitirmiyor bu işi?" * * *İşte bu, Erman Toroğlu tepkisidir.Görüşlerini ve üslubunu ne kadar eleştirirsek eleştirelim Toroğlu'nun "Sokaktaki insan, demokrat Genelkurmay Başkanı istemiyor, yumruğunu koyacak, kodu mu oturtacak asker istiyor" görüşünün sokakta bir karşılığı var. Ve bu tepki giderek yayılıyor.28 Temmuz'da Osmaniye'deki cenaze töreninde bir şehit anası, daha öncekilerden farklı konuştu:"'Vatan sağ olsun' demeyeceğim, çünkü çocuklarımıza sahip çıkılmadı" dedi."Yüz evladım olsa, yüzü de vatana feda" diyen bir ulus, şimdi devlete hakkını helal etmeme noktasına yaklaşıyor.* * *Bunu görmeli, ama şunları da eklemeliyiz:Bir: "Terörle kararlı mücadele etmek" ile "demokrat olmak" birbirine zıt kavramlar değil. Devleti, terör
Berlin'in göbeğinde seks filmleri ve aletleri satan bir mağazaya girdim ve ne yalan söylemeli, hayret ettim.Camekânını erotik fotoğrafların süslediği mağazanın girişi muşamba perdelerle gizlenmiş. İçerde süpermarketi andıran geniş bir alan ve o alana yerleştirilmiş düzenli raflar var.Bir köşede şişme kadınlar, deri maskeler, kırbaçlar, iç çamaşırlar, boy boy alet-edavatlar...Alt katta, ekrandaki filmlerle baş başa kalınabilecek dar odalar...Ve ortadaki raflarda pornolar...* * *Daha önce "seks shop" gezmiş olanlar için tanıdık manzara...Beni hayrete düşüren bu değil: Moda olan seks filmleri...Girişte en öne konulan DVD'lerin konusu neydi biliyor musunuz?Pislik yedirme!Bu, çoktandır böyle ise, mevzuu bilenler cehaletimi bağışlasın; ama ben eskiden tezgâh altında "meraklısına" sunulan bu tür fantezilerin bunca popüler hale geldiğini bilmiyordum.DVD'lerin kapağında, ortalarına yatırdıkları kadının ağzına işeyen erkeklerin, hemcinsinin ağzına kusan kadınların, birbirlerinin vücuduna sıvadıkları ("havyar" diye adlandırılan) dışkıyı teninden yalayan grupların fotoğrafları vardı.* * * Ahlakçılık taslamak istemem; herkesin zevki kendine...Sadece "ilginç"in yerini "iğrenç"in aldığına,
...dehşetle karışık bir utanç duygusuyla...Bildiğimiz anıtlardan değil bu:19 bin metrekarelik açık alana yayılan bir soykırım müzesi...Toprağa paralel gömülmüş tabutları andıran 2711 dikili taş, Almanya tarihinin cinnet sayfalarını belgelercesine yan yana duruyor.Alana neresinden girerseniz girin kendinizi giderek yükselen bu taş blokların dar koridoru içinde buluyorsunuz. Acısını derine gömmüş bu beton ormanı içine çekiyor sizi... Bir süre sonra taştan tanıkların labirentinde, kurşuni bir sessizlikte kayboluyorsunuz.Gri tabutlar, her an tabanlarından kan sızacakmışçasına kederli...İnsanlığın taşlaşmış gözyaşları gibi...* * *Anıta karar verip inşa etmek Almanya'nın yaklaşık 20 yılını aldı.Düşündüler, tartıştılar, yarışma açtılar, beğenmediler, ertelediler... sonunda mimar Peter Eisenman'ın projesinde karar kıldılar.Anıt kentin en görünür yerine kuruldu:Ünlü Brandenburg Kapısı'nın yanı başına...Yıkılan duvarın hayali gölgesine...Hitler'in Berlin'deki yeraltı sığınağının 200 metre ötesine...60 yıllık bu utancı, tarih kitaplarına kattığını belgelercesine... Katledilen milyonlarca Yahudi'den özür dilercesine...* * *Bugüne dek soykırımdan söz açılınca başını önüne eğmekle yetinen