Çocukların üzerinden çekin elinizi

11 Eylül 2006

Okula başlama çağında bir kızın filmi...Şeker mi şeker kız, çok bilmiş tavırlarla, 4 yaşındaki "dünyalar güzeli" kardeşiyle röportaj yapıyor:"- Yüzünün nemlenmesi için hangi kremi tercih ediyorsun? "- Cildinin bakımlı ve güzel kalmasını neye borçlusun?"Ufaklık, tombul parmağını elindeki krem kutusuna saplayarak cilt bakımının ve krem korumasının önemini anlatıyor.Sonra da 26 kilo kalmasının sırlarını veriyor. Çocuklar arası bir film yarışması... Aynı şehirde bir başka evde, bir başka kız okul çantasını hazırlıyor. Çantanın kapağında başı siyah örtüyle kapanmış bir bebek resmi var:"Tesettürlü Barbie" bu...Güzellik endüstrisinin küçük ikonası, renkli gözleri, makyajlı yüzüyle bu topraklarda örtünüp çantalara kapak oldu da okula başlıyor bugün...Çin malı, İran temalı bu bebeği neyle açıklamalı:Küreselleşmenin kendine İslam dünyasında yeni pazarlar aramasıyla mı?Yoksa İslam dünyasının popüler kültürün tüketim tezgâhlarına yanaşmasıyla mı?Bunu başka bir yazıya bırakıp bugün okul yoluna koyulan bu iki kız çocuğuna bakmak istiyorum ben:Birinin elinde güzellik kremi var, diğerinin çantasında çarşaflı bir bebek resmi... Birbirlerinden giderek uzaklaşan bu çocuklar, yarının potansiyel

Yazının Devamı

Şiir ve reklam

2 Eylül 2006

Bir şiir okunuyor radyoda:Turgut Uyar'ın dizeleri bunlar...Bir meltem gibi beni alıp götürüyor:"Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak/ Toprak ve insan kokularıyla/ uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için/ alıp başımı gideceğim."***Daha şiirin etkisi dağılmadan hafızamdan, şiiri okuyan ses bir arabadan söz ediyor ve şiirde anlatılan tabiata o arabayla kaçmamızı öneriyor.Az sonra bir şiir daha...Bu kez Metin Altıok'tan:"Kendine yük haline gelince/ koru kendini asıl kendinden/ kekik bile kendince kokarken/ bir tortu kalmıştı geriye/ Ben bildiğin o senden/ Sen de saygılı ol kendine, yola bir sabah erkenden/ Ya hiç bir yerde görünme/Ya da geç aynı anda üç yerden".***Yine aynı araba geçiyor şiirin içinden...Gidip yaşamamızı istiyor şairin bahsettiği yerde...Metin Altıok'un son görüntüleri geliyor gözümün önüne...Bir otobüsle Sivas'a gidiyor belleğimde...***Kalbimin bir yanı, "Ne güzel işte" diyor;"Bak, şiir reklama bile girdi sonunda... Reklamcı o güzelim dizelere bir çiçek uzatmış, boş laflar yerine sözü şiirin büyülü çağrısına bırakmış."İyi de ya Turgut Uyar'ın "Başımı alıp gideceğim" dediği, kaçmak istediği şey tam da buysa?..Ya Ataol Behramoğlu "sadece yağmur sularından

Yazının Devamı

Gül ile Babacan niye soğuk?

31 Ağustos 2006

Abdullah Gül 1. sıranın A koltuğunda oturuyordu.Ali Babacan aynı sıranın F koltuğunda...Yani birbirine en uzak mesafede...Elbette oturma düzeninden siyasi yorum yapacak değilim ama uçaktaki bu mesafenin hayatta da açıldığına dair ciddi emareler var.Dışişleri Bakanı kamuoyu önünde savunsa da içten içe Başmüzakereci'ye mesafe koyuyor.Bilenler bilir:Ali Babacan'ı AB müzakereciliğine Abdullah Gül önermiştir.Bakanlığını doğrudan ilgilendiren bu konuyla kendisine çok yakın, dil bilen, pazarlıkta usta, ticaretten anlayan bir dostunun meşgul olmasını istemiştir.Peki öyleyse ne oldu da bu ikilinin arasına kara kedi girdi?***Burada bir hayal kırıklığı rol oynuyor.Geçenlerde Başbakan'ın yakın çevresinden bir isimden ve Dışişleri bürokrasisinden de dinlediğim bir hayal kırıklığı bu...Ali Babacan, aynı zamanda ekonomiyi de yönettiğinden AB ile hakkınca ilgilenmedi. Elbette bunda hükümetin işi ağırdan almasının da payı vardı. Ama Avrupalılar, karşılarında kararlı, ısrarlı, istekli bir muhatap göremediler. Kendisi Brüksel'e gitmediği gibi, giden teknisyenlere de hiçbir konuda taahhüde girmemelerini telkin etti.Financial Times'ın "Babacan nerede?" sorusunun altında yatan da bu... Ekimde

Yazının Devamı

Ankara'da yaz bitti

29 Ağustos 2006

Siyaset yağmuru çiselemeye başladı.Sağanağa dönüşmesi yakındır; çok yakın...Türkiye gerçekten kritik bir sonbahara giriyor. Üstelik bu, fırtınalı 2007'nin sadece "girizgâh faslı"...Asıl kıyamet, seneye kopacak.* * *Komuta kademesi dün değişti.Sırada Çankaya köşkü var.Ve tabii seçimler...Bu büyük kapışma arifesinde zirvede el enseler başladı bile... Yeni Genelkurmay Başkanı "Hesap soracağız" diyerek göreve başladı.Cumhurbaşkanı, hükümetin Lübnan'a asker gönderme kararına karşı olduğunu beyan etti.Meclis Başkanı "Cumhurbaşkanı'nın yetkisi yok" çıkışını yaptı.Görünen o ki, yaklaşan büyük kapışmanın ilk raundu Lübnan konusunda yaşanacak. * * *Hükümet, Lübnan'a asker yollama kararını dün açıkladı. Son karar Meclis'in...Neden bu ısrar?Burada dış politik kaygılardan çok iç politik hesapların izini sürmek yanlış olmaz.Avrupa Birliği konusu rafa kaldırıldı.Washington, Irak'a asker yollamayı reddeden 1 Mart tezkeresinden beri AKP'ye tavırlı...Erdoğan, kendisini Köşk'e taşıyacak seçimler öncesinde ne yapıp edip Amerika'nın desteğini yeniden kazanmak zorunda olduğunu hissediyor.Türk askerinin Lübnan'da boy göstermesinin Amerika ziyareti arifesinde Türkiye'ye ve kendisine prim yazacağına

Yazının Devamı

Org. Özkök, AB üyesi Türkiye'nin provasını yaptı

28 Ağustos 2006

Kendi hayatımdan örnek vereyim:Ben doğduğumda sıkıyönetim vardı; çünkü 27 Mayıs zamanıydı.2 ve 3 yaşlarımı kreşte geçirdim; sıkıyönetim başımızdaydı; çünkü Talat Aydemir isyana kalkışmıştı.İlkokula başladım; 2, 3 ve 4. sınıftayken sıkıyönetim altındaydık; çünkü 12 Mart olmuştu.Ben ortaokul 1 ve 2'deyken de sıkıyönetim vardı; çünkü Kıbrıs'ta harekât başlamıştı.Lisede birkaç yıl sıkıyönetimsiz yaşadım; sokaklarda kan akarken beklediler. Nedenini daha sonra anladık:Daha sıkı bir yönetim içinmiş.Üniversiteye girdiğimde sıkıyönetim ilan edildi yeniden...Kaç sene sürdü biliyor musunuz?10!Özetle ilk 25 yılımın yarısını sıkıyönetim altında geçirdim ben...Güneydoğudakiler zaten başka rejim bilmeden yetiştiler.* * *Neden?Çünkü rejim tehlikedeydi, komünizm kapıdaydı; sonra şeriat ve bölücülük kapıya dayandı, Doğu'da ayaklanmalar vardı; her dönem yeni bir gerekçe, rejimi sıkıladıkça sıkıladı.Sıkıldık mı sıkıyönetimden?Evet, ama rejim gevşeyince öyle fena şeyler oluyordu ki, "Aman yetişsinler, yönetimi biraz sıksınlar" deniyordu. Onlar da gelip sıkıyordu.Peki tarihinin yarısını sıkıyönetimde geçiren bir ülkede demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden söz edilebilir mi?Orada sivil toplum

Yazının Devamı

Büyük birader bize bakıyor

26 Ağustos 2006

Uçuş kartı için sıradayım.Bir yer hostesi yaklaşıyor:"Artık sıra beklemenize gerek yok. Uçuş kartınızı makineden kendiniz alabilirsiniz" diyor.Zaten rezervasyon uzun süredir internetten yapılıyordu. Şimdi ayırttığınız koltuğun kartını almak için de birkaç tuşa basmanız yeterli. Böylece tek bir kula muhtaç olmadan uçağa binebiliyor, hostesler yerine bilgisayar animasyonlarının yaptığı uyarı anonslarını dinleyebiliyorsunuz.* * *Otel...Almanya'da küçük bir madenci şehri...Gece...Otelin kapısı kilitli...Zili çalınca mekanik bir ses kod numaranızı girmenizi söylüyor. Girişteki panele numaramızı tuşluyoruz, kapı açılıyor.İçeride resepsiyon memuru yok, herhangi başka bir görevli de...Otel boş; bomboş.Her şey kod numaralarına ve güvenlik kameralarına emanet... Girişi geçtikten sonra susadıysanız içecek makinesine para atıp suyun kod numarasını yazıyor ve suyunuzu alıyorsunuz. Acıktıysanız yine soğutucunun camekânında görünen sandviçlerden birinin numarasını tuşluyor, karnınızı doyuruyorsunuz.Sonra yukarı çıkıp bu kez odanızın kod numarasını yazıp kapıyı açıyorsunuz. İşte yine tek bir Allah'ın kulunu görmeden odanızdasınız.Şifreyi girerseniz paralı TV'de yeni filmler var. Ödeme yapmadan

Yazının Devamı

Mahir'in ardından...

24 Ağustos 2006

"- Mahir'i kaybettik!''"- Olamaz. Nasıl?""- Boğulmuş... Varna'da...''* * *Mahir'i kamuoyu "Manisalı çocuklar'' davasından tanır.10 genç, 10 yıl önce bir aralık gecesi evlerinden alınıp götürülmüşler ve Manisa Emniyet Müdürlüğü'nde korkunç işkencelerden geçirilmişlerdi. İşkence gördüğünde Mahir 14 yaşındaydı. Bir de yazıyla yazayım: "On dört...''İsteyen çocuğunun 14 yaşını hatırlasın, isteyen kendisinin...O yaşta bir çocuğa elektrik vermenin, cop sokmanın, kız arkadaşının cinsel tacize uğrayışını seyrettirmenin ne anlama geldiğini siz düşünün.Öyle bir zindandan çıkıp büyüdü Mahir...Yıllarca sürdü davaları... Önce mahkûm oldular, sonra masumiyetleri anlaşıldı; beraat ettiler. Ardından işkencecilerini mahkemeye verdiler, mahkûm ettirdiler. Ama böyle yazıldığı kadar kolay olmadı bunlar; Yıllarına, gençliklerine mal oldu. Yine de yılmadılar, hayattan kopmadılar. * * *O 10 çocuk büyüdü; biri avukat oldu, işkence görenlerin yardımına koştu. Diğerleri arasından bir gazeteci, bir tiyatro oyuncusu, bir yazar çıktı.Mahir'e gelince...O, en küçükleriydi. Çocuk mahkemesinde yargılanmış, 1 yıla yakın yatmış ve ilk beraat kararını o almıştı. Hayata gülerek bakan bir çocuktu. Yaşadıklarını

Yazının Devamı

Hilmi Bey'in donundan belgeselciler bayrağı

22 Ağustos 2006

Bize kanalların, sponsorların yapmadığı iyiliği yaptı ve bir pantolon indirerek belgeselciliği ayağa kaldırdı.Malumunuz, Radyo Televizyon Üst Kurulu, "Ya Şundadır Ya Bunda" programında yardımcısı Hilmi Türe'nin pantolonunu indirdiği için Mehmet Ali Erbil'i değil kanalı cezalandırdı.Ceza ne?Tam 12 gün boyunca belgesel yayımlama cezası...Hem de yarışma programının ekrana geldiği prime-time'da...Ve yarışma süresi boyunca... Yani 1.5 saat...Bu, televizyondaki belgesel tarihimiz boyunca bulabildiğimiz en erken, en uzun ve en kapsamlı yayın süresi...Ve bu ayrıcalığı Hilmi Bey'in görünen zekerine borçluyuz.Tanrı eksikliğini göstermesin!* * *Şimdi RTÜK kararı gereği TRT 12 belgesel hazırlayacak.Muhtemelen "Türk milli kültüründe edep ve adap" veya "kazara donsuz adam görmenin aptes bozup bozmayacağı"na dair aydınlatıcı yapımlar olacak bunlar...Ceza niyetine seyircinin gözüne sokulacak.Hani hırsızlık yapanlara, elini kana bulayanlara hâkimler ara sıra kitap okuma cezası filan veriyor ya, onun gibi...Peki seyirci bu cezayı sevecek mi?"Koşun, cezamız başladı, ailecek oturup seyredelim" diyecek mi?Ceza çeker gibi mi izleyecek, yoksa hoşlanıp yeniden talep edecek mi?Yeniden talep ederse, yeni

Yazının Devamı