12 Eylül öncesini yaşamış olanlar bilir: Polis, iki dernekte cepheleşmişti:
POL-DER ve POL-BİR...
İlki solcu polislerin örgütüydü; ikincisi ülkücülerin...
İçeri alındığınızda kendi fikriyatınıza yakın polislerin eline düştüyseniz şanslı sayılırdınız. Bu, gözaltında kısa kaldınız ve dayaksız kurtardınız demekti.
Ya karşı görüşten polislerin eline düştüyseniz?..
İşte o zaman vay halinize!
Çünkü çatışmada polis de hedefti ve meslektaşlarına kıyanlar karakola düştüklerinde Allah yaratmış demezlerdi.
* * *
Bugünkü hâkimlerin durumu bana 12 Eylül öncesi polislerin halini anımsatıyor.
Bugün de “çatışmada” yargıç ve savcılar hedef; ve onlar da Ergenekon bahsinde kamplaşmış durumda...
Aralarında “iyi çocuk” sayılanlar var; “12. bizden” dedirtenler var. Meslektaşları tarafından bürosu basılanlar var; telefonu dinlemeye alınanlar var; kumpas sonucu görevden alınanlar var.
Onların da iki örgütü var.
Bir yanda YARSAV (Yargıçlar ve Savcılar Birliği); karşısında ona rakip kurulan Demokrat Yargı Derneği...
Mahkemede hangisine yakın hâkime düşerseniz ona göre muamele görüyorsunuz.
Perde arkasında hâkimlerin “hâkimiyet” mücadelesi var.
Daha doğrusu, “hâkimlere hâkim olma mücadelesi...”
* * *
Balyoz davasındaki “Ben tutukladım/Ben bıraktım/Eh o zaman ben de tekrar tutuklattım” inatlaşması, hâkimler arasında kamuoyu önünde yaşanan bilek güreşinin en somut göstergesi değil mi?
Aynı mahkemenin yedek hâkimi, nöbetçi olduğu gün, tutuklu askerleri “Suç şüphesi yok” diye tahliye ediyor.
Savcılar hemen itiraz ediyorlar.
O hâkimin nöbeti dolunca yerine gelen hâkimler heyeti, salıverme kararının “sorumsuz ve keyfi” olduğunu söyleyip 3 gün önce bırakılanların yeniden tutuklanmasına karar veriyor.
Mahkeme aynı; sanıklar aynı; yargılandıkları maddeler aynı; koşullar aynı...
Bir hâkime göre “kuvvetli suç şüphesi var”; diğerine göre yok.
Biri “Ak” diyor, diğeri “kara...”
Yargı, tam ortadan ikiye yarılmış durumda...
* * *
Yargı öyle de diğer kurumlar değil mi?
Bazı sanıklar sağlık gerekçesiyle GATA’ya “sığınıyor”.
Ne yazık ki, orada da inandırıcılık sorunu var. Kim gerçekten hasta, kim bu yolla yargıdan kaçıyor; bilinemiyor.
Şimdi de çuvaldızı kendimize batıralım.
Basında da benzer bir durum var:
Çoğu gazete, haberleri kendi meşrebince görüyor.
“İçerdekiler”e karşı olanlar, tahliye kararını gol yemiş gibi veriyor. Ardından tutuklama kararı çıkınca, manşetlerden zafer nidaları yükseliyor. Bu kez de “karşı taraf”ın başlıklarında derin bir mağlubiyet hissi...
Çifte standart, ilkesizlik diz boyu...
* * *
Yakalanan bölücüler mahkemeye getiriliyor, ama ülke asıl, mahkemede bölünüyor.
Son salıverme/tutuklama tartışması büyük kavganın yargı üzerinden döndüğünü kanıtlıyor; tabii böylece anayasa değişiklik paketinin hedefi de, daha net ortaya çıkıyor.
İdeal formül, “herkes için tutuksuz yargılama”dır.
Tarafların üzerinde anlaşması gereken ilke budur.
Umutsuz bir çağrıyla bitirelim:
Yargıdan elinizi çekiniz!
Yarın siz de orada yargılanacaksınız.