Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Oscar töreninin yıldızı “The Hurt Locker” en iyi film, en iyi yönetmen vs. ödülleri topladı.
En iyi propaganda filmi kategorisi olsa onu da alırdı. Oysa “Avatar” başka bir şey öneriyor



Biz küçükken Amerika Vietnam’ı işgal etti. Gençliğimiz, cesur Amerikalı işgalcilerin vahşi çekik gözlülere karşı nasıl kahramanca savaştıklarını anlatan filmlerle geçti.
Hollywood’un, Vietnam’ın aslında büyük bir yenilgiyle sonuçlandığını anlatması için epeyce beklememiz gerekti.
Anlaşılan çocuklarımız da Irak işgaline dair Hollywood filmleriyle büyüyecek.
Sam Amca’nın göreve çağırdığı gözüpek Johnny’lerin, Bin Ladin hayranı sefil Iraklılara karşı verdikleri çetin mücadeleyi izleyecek onlar da...

Yenilgiyi anlatan filmler
Aslında nasıl haksız bir işgale kalkıştıklarını ve ne ağır bir yenilgi tattıklarını belgeleyen filmleri bekleyecekler sabırla...
Bu yılki Oscar’lara el koyan “The
Hurt Locker”ı (“Ölümcül Tuzak”)
izleyebildim nihayet...

Üniforma hayranlığı
Yılın “en iyi film”i, yönetmeni, senaryosu, kurgusu, ses miksajıyla da en iyi seçilmişti. “En iyi propaganda filmi” kategorisi olsa eminim onu da alıp götürecekti.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne rastlayan Oscar töreninde (ilk kez) bir kadın yönetmenin ödül alması anlamlı bulunmuştu ama filmin yönetmeni Kathryn Bigelow, erken sevinenleri hayal kırıklığına uğrattı; savaşçı bir erkek gibi konuştu.
Ödülünü “Irak’ta, Afganistan’da ve dünyanın dört bir yanında hayatını riske atan kadın ve erkeklere” adadı.
Sonraki konuşmasında da diğer üniformalılara (polis, itfaiyeci vs...)
övgüler düzdü:
“Onlar orada bizler için var; biz de onlar için buradayız” dedi.
Yıllar önce BBC’de Başbakan Thatcher’ın Falkland Savaşı sırasında, masasındaki oyuncak İngiliz askerinin üniformasını okşayışını izlemiştim.
Bigelow bana onu hatırlattı.
Tabii bir de “vatan için kurşun atanlar”ı öven bizim Thatcher’ı...

İyi de çocukları kim vurdu?
“Bir kadının üniforma sevmesinde ya da cephedeki askere selam göndermesinde şaşacak ne var?” diyenler çıkabilir.
Çıktı da zaten...
Ama filmi izleyince Bigelow’un tam bir “embedded director” (tanka bindirilmiş yönetmen) gibi çalıştığını görüyorsunuz. İnandırıcı olsun diye belgesel havasında çekilmiş filmde, canlı bombaların bile kılına zarar vermemek için didinen insancıl bomba uzmanları var. Katledilen bunca
masum kadın, erkek, yaşlı, çocuğun, Amerikan silahlarıyla kendilerini
vurmuş olabileceklerini
düşünüyorsunuz ister istemez...

“Avatar”la karşılaştırınca...
Çağımızın en parlak filozoflarından Slavoj Zizek, harika bir yorum kaleme aldı “London Review”da...(23.3.2010)
Oscar’ı süper prodüksiyon “Avatar”ın değil, düşük bütçeli “bağımsız” film “The Hurt Locker”ın kazanmasının, Hollywood’un gösteriş makinesi olmadığı şeklinde yorumlandığını yazıyordu Zizek...
Oysa “Avatar”, açıkça işgalci küresel askeri-sınai sermayeye karşı çıkanların yanında saf tutuyordu.
Diğeri ise militarizm çağında işgalci Amerikan ordusunun imajını toparlamaya çalışıyordu. “Avatar”ın tersine “Biz, bize ait olmayan topraklarda ne arıyoruz”u
değil, “O topraklarda ne zorluklar yaşıyoruz”u anlatıyordu.
Böyle bakınca, Oscar jürisinin son tahlilde bütçeyi değil, ideolojiyi önemsediğini söylemek daha gerçekçi olur.
Ne var ki zaman, tankın içinde savaşa katılan filmleri değil, tankın dışından savaşı sorgulayan filmleri kalıcı kılıyor.
Bugün “Rambo” çöp kutusunda;
“The Deer Hunter”, “Apocalypse Now”
ise hâlâ başucumuzda...

Bütçeyi bırak, ideolojiye bak
“Ölümcül Tuzak”ı seneye hatırlayan çıkar mı bilmem, ama “Avatar” şimdiden Eskişehir Gürleyik’te, hidroelektrik santrale karşı nehirlerini savunan ve kendilerine “Gürleyikli Avatarlar” adını yakıştıran köylülerin direniş simgesi haline geldi.
Asıl ödül, bu değil midir?