Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçen haftanın sadece bir gününden
3. sayfa haberleri aktaracağım. İnanması zor, ama hepsi 9 Nisan
2010 tarihli gazetelerde yayımlandı.
İşte bir cuma gününden, her biri bir film konusu insan ve insanlık manzaraları:

Diyarbakır, Maraş, İzmir
18 yaşındaki Selman Diyarbakır’da kendini iple tavana asmış. Amcası Saffet eve girip yeğenini son anda ipten kurtarmış. Hastaneye götürmek üzere ambulansa bindirmiş. Yolda Selman’ın kalbi iki kez durmuş. Ambulanstaki doktor Ersin onu iki kez hayata döndürmüş. Onlar arkada kalp masajı yaparken ambulansı kullanan Ahmet, karayolunda ilerleyen ve hiçbir lambası yanmayan bir traktöre çarpmış.
Selman’ı hayata döndüren doktor Ersin ölmüş. Bir saat içinde üç kez gidip gelen Selman da... Onu kurtaran amcası Saffet de...
Aynı gün, aynı sayfa, bir başka haber: Maraş’ta iki çocuk annesi biyoloji öğretmenine âşık olan ve psikolojik tedavi gören 18 yaşındaki Veli, öğretmeninin yaşadığı 12 katlı apartmanın terasına çıkmış. Onun eve gelmesini beklemiş. O arabasından eşyalarını alırken ölüme atlamış. Âşık olduğu öğretmenin gözleri önünde parçalanmış.
Aynı gün: İzmir Kemalpaşa’da 55 yaşındaki emekli kimya öğretmeni Nilgün hanım karşıdan karşıya geçerken 16 yaşındaki ehliyetsiz sürücünün kullandığı kamyonetin altında kalmış. Kamyonet onu 15 metre kadar sürüklemiş; sonra üzerinden geçmiş. İlçenin tek ambulansı başka yerdeymiş. Nilgün hanım yarım saat kanlar içinde yerde beklemiş. Acil servis ekipleri duran kalbini çalıştırmışlar. Eşi diş hekimi 57 yaşındaki Mehmet bey yetişmiş, elini tutmuş, başucunda “Hayatım, canım... sakın ölme” diye ağlamış. Ambulans sonunda gelmiş. Ancak Nilgün öğretmen yolda hayatını kaybetmiş.
Bu da o günün haberi:
Diyarbakır Yoğun Köyü’nde 30 yaşındaki Vedat, 7 aylık hamile eşi Gülistan’ı (28), hayvan otlatmaya gitmedi diye dövmüş. Hırsını alamayınca kafasına keserle vurmuş. Gülistan’ı hastaneye değil, baba evine götürmüşler. Orada fenalaşmış. Hastaneye kaldırmışlar. Orada önce karnındaki 7 aylık kızın öldüğü, ardından da Gülistan’ın hayatını kaybettiği anlaşılmış.
Aynı gün: Ev hanımı Deniz, eşi İsmail ve 3 yaşındaki kızı Bilge’yle Bakırköy pazarına gitmiş. Kucağında kızı, elinde filelerle otomobillerine doğru yürürken hırsız sanılıp sivil polislerce gözaltına alınmış. Beş sivil, Deniz’i polis aracında ve karakolda dövmüşler. Sonra hatalarını anlayınca kusurlarından büyük bir bahane söylemişler: “Seni Roman’a benzettik de...”
Aynı gün: Bodrum’a Iğdır’dan iş aramaya gelen üç erkek garson, barda tanıştıkları 34 yaşındaki bekar S.Y.’yi eve götürmüşler, bağlayıp sabaha kadar tecavüz etmişler. Altı saatlik ilk duruşmanın sonunda üçü de serbest bırakılmış.

Mutluyum, mutlusun, mutlu
Prof. Yılmaz Esmer, birkaç yıl önce yaptığı araştırmada basit bir soru sormuştu: “Mutlu musunuz?” Araştırmaya katılanların yüzde 86’sı az ya da çok “Evet” demişti: “Evet, mutluyuz.”
Bu oranla Türkiye dünyanın en mutlu toplumlarından biri koltuğuna kurulmuştu.
Bir günün gazete sayfasına Diyarbakır’dan Bodrum’a, İzmir’den Maraş’a bunca mutsuzluk sığmışken toplumumuzun kahir çoğunluğunun, (10 kişiden handiyse 9’unun) saadet içinde ıslık çalıyor görüntüsü vermesi nasıl ve niçin ola ki?
İki ihtimal var: 1. Yalancıyız. 2. Mazoşistiz.
Ya da fazlasıyla kanaatkarız. “Benden daha beterleri var. Benim derdim bunların yanında
ne ki?” diye düşünüyoruz. “Beterinden kolla Rabbim” diye tahtalara vuruyoruz. Yani çok düşük hizada duruyor mutluluğumuzun standart çubuğu... Öyle olunca da herkes üzerinden kolayca atlayıp “Mutluyum” diyebiliyor.
Beklenti çıtasını azcık yükseltsek, çubuğu biraz yukarı itsek, mutluluk göstergelerini evrensel standarda çeksek, mesela kocadan, polisten dayak yememeyi, toplu tecavüze uğramamayı, ehliyetsiz ya da farsızlarla dolu bir trafiğe çıkmamayı mutluluğa dahil etsek, epey takılan, düşen olacak; mutsuzluk oranı artacak.
Ama eşik, “Bugün de doyduk şükür” mertebesinde tutulunca hepimiz geçebiliyoruz saadet sınavından... “Mutluluk çubuğu”nun bile kaldırılamadığı bir ülkede, kıt kanaat eldeki saadetle idare ediyoruz.
Etrafa çaktırmamaya çalışıyoruz.
Elalem ne-der-se-de-sin-hadi-hadi-hadiiiiii...