Deniz Bayramoğlu

Deniz Bayramoğlu

deniz.bayramoglu@kanald.com.tr

Tüm Yazıları

Geçen hafta Türk siyasetinde yaşanan gelişmelerin en önemlisi hangisi diye sorarsanız, naçizane, vereceğim yanıt “Meral Akşener’in masaya dönmesi” yanıtı olmayacak. Geçen hafta cumartesi günü yazılıp, pazar günü yayınlanan yazıda bunun beklenmesi gereken bir durum olduğunu ifade etmiştim. Nitekim Türk siyaseti kimseyi şaşırtmayarak bahsedilen olayda beklediğimiz tepkiyi verdi ve Sayın Akşener -belirli koşullarla- masaya döndü. Bu konu zaten en ince ayrıntısına ve hatta “magazinine” kadar bizzat olayın aktörleri tarafından da konuşulup yorumlandığı için benim ekleyecek yeni bir şeyim yok.

Haberin Devamı

Bana kalırsa haftanın en önemli gelişmesi başka bir şey. Türkiye siyaset tarihinde belki de ilk kez karşılaştığımız bir “kümelenme” yaşanıyor. Bir tarafta Cumhur İttifakı var. Halihazırda AKP, MHP ve BBP’den müteşekkil bu yapıya şimdi de, Hür Dava Partisi, Demokratik Sol Parti, Yeniden Refah Partisi, Anavatan Partisi ve Vatan Partisi de dahil oluyor.

CHP ve İYİP ‘in merkezinde olduğu Millet İttifakı tarafında ise Saadet Partisi, Gelecek Partisi, Deva Partisi ve Demokrat Parti var. Ve aynı şekilde başta TİP olmak üzere sol partiler de bu ittifaka destek veriyor. Daha da önemlisi, HDP’nin Kemal Kılıçdaroğlu’na yaptığı çağrının yanıt bulmuş olması da bu kümelenmenin derinleşeceğini gösteriyor. En azından şimdilik… Ayrıca Muharrem İnce’nin de bu bloka katılması için çağrılar ve çalışmalar da sürüyor.

Yani Türk siyaset tarihinde ilk kez “ideolojik olmayan” bir kümelenme yaşanıyor. Bu kümelenmenin hedefi ise yüzde 50 artı 1 oya ulaşarak başkanlığı kazanmak. Bu durum elbette koalisyon hükümetleri deneyimlerini hatırlatan pek çok unsur da barındırıyor içinde. Geçen hafta yaşadığımız olaylar bunun en iyi göstergesi. Fakat ardından gelen uzlaşma şu noktayı dikkatimize sunuyor: Bloklar toplumsal meşruiyetlerini olabildiğince artırmak ve bu tabanı genişletme peşinde. Bu genişleme hedefi aynı zamanda yüzde 50 artı 1’e ulaşmak için tek bir oyun bile kıymetli olduğu bu sistemde açıkta tek bir oy bile bırakmamak hedefi ile de yan yana gidiyor.

Haberin Devamı

Kırılganlık yaratıyor

Bu yaşadığımız kümelenme ilginç bir çelişki de barındırıyor içinde. Parlamenter sistemde yaşadığımız koalisyonlardan temsil kabiliyeti açısından daha derin ve daha güçlü bir yapı elbette. Ama bu derinliği oluşturan şey aynı zamanda bir kırılganlık da yaratıyor. Bloklar içinde yer alan her bir grubun özellikle de küçük partilerin etkilerinden daha çok taleple masaya gelmesi de bu kırılganlığın en önemli nedeni olarak karşımıza çıkıyor.

Cumhur İttifakı bu konuda çok daha avantajlı. Çünkü ittifak içinde güç dengesi AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan lehine. Cumhurbaşkanı’nın pederşahi duruşu da yine ittifak içi çatışmaların önüne geçiyor ya da bunların kamuoyu önünde tartışılmasına engel oluyor. Dolayısıyla, ittifak içi çatışma ya da problemler Cumhur İttifakı’nın performansını görece az etkiliyor.

Millet İttifakı’nda ise merkezde CHP ve İYİP var. CHP’nin ittifak içindeki ağırlığı aşikâr. Ama İYİP de baraj sorunu olmayan ve kendi kurmaylarına göre yüzde 17-18 oy potansiyeline sahip bir parti kimliğiyle ittifak içi bir güç odağı olarak ortaya çıkıyor. Bu durum da ister istemez ittifak içi bir kümelenmeyi doğuruyor.

Haberin Devamı

Bu noktada ise her iki ittifak açısından da çok kritik bir ödev çıkıyor ortaya: seçimlere kadar ittifak içi uyumu -en azından kamuoyu gözünde- bozmamak ve hatta mümkünse -örneğin ortak imzalı bağlayıcı metinlerle- daha da ileri taşımak. Bunu da pratikte göstermek. Örneğin hafta sonu izlediğimiz olaylar dizisi sonunda Kılıçdaroğlu’nun grup konuşmasında Meral Akşener için sarf ettiği sözler buna iyi bir örnek oluşturuyor. Ama aynı hassasiyetin İYİP kurmayları tarafında gösterilmediği de gözden kaçmıyor. Bu da daha evvel değindiğimiz iletişim meselesini Millet İttifakı açısından daha da hayati konuma getiriyor.

Bu arada Milet İttifakı’nın seçimleri kazanmaları durumunda aday Kılıçdaroğlu’nun yanında İmamoğlu ve Yavaş’a ek olarak 5 genel başkanın da cumhurbaşkanı yardımcısı olacağını açıklaması da önemliydi. Yeri gelmişken, ittifak içi dengelere dair verdiğimiz “küçük partiler” örneğinin burada nerdeyse birebir karşımıza çıktığını görüyoruz. Fakat millet ittifakının bu cumhurbaşkanı yardımcılarına “icracı” görev verecek olması da Cumhur İttifakı’nda karşılığını bulmuş gibi görünüyor. Nitekim geçen hafta kamuoyunda yakından tanınan Mehmet Şimşek, Hakan Fidan ve İbrahim Kalın’ın isimlerinin “icracı cumhurbaşkanı yardımcıları” olarak konuşulmaya başlandığına şahit olduk. Yani ittifaklar birbirlerini etkilemeye ve şimdilik çok az da olsa kimi noktalarda birbirlerine benzemeye başladı.

Merkeze yaklaşıyor 

Bu da ittifakların hem bir kümelenmenin tarafları olduğunu hem de çok yavaş adımlarla da olsa merkeze doğru yaklaştığını gösteriyor. Ebette mesafe çok uzun, hareket çok yavaş ama görünen o ki bu merkeze yaklaşma hareketi sürecek.

Elbette tablo kesinlikle bu kadar net değil. Siyasetin en önemli belirsizliğini deprem ve sonrasında yaşananlar oluşturuyor. Toplumun bu noktada konuyla ilgili ne gibi tepkilere vereceğini daha uzun tartışmak lazım. Ama bu durum geçen hafta gördüğümüz gerçeği değiştirmiyor. Artık her bir oy daha önemli. Dolayısıyla, çatışan değil uzlaşan, bölünen değil birleşen, bölen değil birleştiren kazanacak.

Son olarak, 14 Mayıs seçimleri hem bizim açımızdan hem de dünya açısından önemli bir dönemeç olacak. Türkiye’nin bunca ağır koşullar altında dahi seçimlere gitmesi ülkemizin gücünü ve büyüklüğünü hem bize hem de dünyanın geri kalanına göstermesi açısından çok büyük bir durum. Elbette aksi düşünülemezdi ama yine de bunun önemini her bir yurttaş fark etmek zorunda. Sadece bu kadarla da kalmamalı ve her bir yurttaş, tek bir oyun bile çok önemli olduğu bu sistemde, iradesinin siyasete yansıması için muhakkak oy kullanmalı. Bu hele de bu seçimde gerçek manasıyla bir yurttaşlık ödevi çünkü.