Deniz Bayramoğlu

Deniz Bayramoğlu

deniz.bayramoglu@kanald.com.tr

Tüm Yazıları

Sessiz istifa ve sessiz istifanın birey, toplum ve şirketler açısından görünür fayda ve zararlarından bahsedeceğiz ama yine önce kavramsal çerçeveyi çizelim. Çünkü sessiz istifa kavramını yabancılaşma kavramından bahsetmeden anlamak mümkün olmayacak.

Çünkü yabancılaşma terimi her ne kadar günümüzde bir anlam genişlemesine hatta anlam kaymasına uğramış olsa da aslında bambaşka ve çok önemli bir sosyolojik tespittir.

Yabancılaşmanın dört biçimi vardır. En basitleştirilmiş dille ifade etmeye çalışırsak, birinci aşama çalışanın emeğine yabancılaşmasıdır. Modern kapitalist toplumda artık çalışan kendi ihtiyacı için değil piyasa için üretim yapmaktadır. Önceden atölyesinde ya da tarlasında kendisi için üretim yapan birey artık emeğini nerede, nasıl ve ne için kullanacağına kendisi karar verememektedir. Artık emeğine yabancılaşmıştır.

Haberin Devamı

İkinci aşama ise ürüne yabancılaşmadır. Çalışan, modern üretim biçimleri ve aşırı derecede incelmiş iş bölümü nedeniyle çoğu zaman ürettiği şeyin ne olduğunu bile bilmiyordur artık. Hiçbir usta eseri yoktur artık. Marka ve model dışında ürünleri birbirinden ayıran pek bir özellik kalmamıştır. Dahası, sadece üretimde değil tüketimde de durum değişmiştir. Daha evvel kilerden sofraya gelen birçok ürün artık piyasadan temin edilmek zorundadır. Çalışan kendi ürettiği şeyi artık satın almak zorundadır.

Üçüncü aşama ise çalışanın diğer çalışanlara hatta geri kalan herkese yabancılaşmasıdır. Sık sık “insanın doğası” ile ilgili meta anlatılar dile getirilir ya, bence insan için bir “doğa”dan bahsedeceksek, bu doğa “dayanışmadır”. İnsanı insan yapan en önemli özellik de budur. Ama modern kapitalist toplumda dayanışma yerini rekabete bırakmıştır. Artık herkes birbirinin rakibidir.

Dördüncü aşama ise kişinin insani varoluşa dolayısıyla da kendine ve insana yabancılaşmasıdır. Çünkü artık piyasa ve onun talepleri önceliklidir. Kişi bu öncelikleri yerine getirmek için insani olarak her şeyinden -uykusundan, eğlencesinden, çocuğuyla geçireceği vakitten, boş boş oturacağı zamandan- feragat etmek zorundadır. Bu feragat sonucu hem insani olandan hem de kendinden uzaklaşır. Bunlar birey ve toplum açısından hem birbirini takip eden hem de aynı yapı içinde aynı anda var olabilen insanlık durumlarıdır.

Haberin Devamı

Bu süreçlerin toplumsal yapıların kendi öznellikleri içinde bir üst aşamaya geçmesi, evrimleşerek yeni yapılara dönüşmeleri, ortaya daha önce görülmemiş yeni toplumsal biçimler çıkarmaları için bazı koşullar gereklidir. Ya tüm bu süreçler doygunluk noktasına ulaşmış ve içinde bulunduğu toplumsal yapı açısından çeşitli nedenlerle artık taşınamayacak hale gelmiştir. Dolayısıyla, ufak bir kıvılcım ya da minik bir sarsıntı zaten olgunlaşmış olan koşulların etkisiyle bu toplumsal halleri yeni bir merhaleye geçirir. Ya da yaşanan olay o kadar büyük ve o kadar sarsıcıdır ki koşullar doygunluk noktasına ulaşmamış olsa bile tüm toplumsal var oluş biçimleri köklerinden sarsılır. Ortaya yepyeni koşullar ve durumlar çıkar.

Koronavirüs salgını hem doyuma ulaşmış koşullara sahip bir zamanda geldi hem de etkisi bir devrim kadar olmasa bile bir hayli yıkıcıydı. Salgın sonrası sürecin hayatımıza zorunlu olarak soktuğu birçok yeni davranış biçimi ve alışkanlık var artık. Toplumsal yapılanmadaki bazı unsurlar kalıcı olarak değişmiş durumda. Hayatımıza kalıcı olarak girmesi için belki bir 10-20 yıl daha beklememiz gereken birçok olgu artık günlük hayatımızın bir parçası.

Haberin Devamı

Öncelikle, tüm bu değişikliklerin insan için iyi mi yoksa kötü mü olacağına dair en ufak bir fikre sahip değilim. Ama bu yarattığı bir takım keskin değişiklikleri görmediğim anlamına da gelmiyor. Sadece uzun vadeli sonucun olumlu mu olumsuz mu olacağı konusunda bir fikrim yok. Mesela uzaktan çalışma.

Üretimin denizaşırı ülkelere kayması, dijitalleşme, üretimde somut olmayan emeğin payının artması, sanayi 4.0, sensor teknolojisinin gelişmesi, 3d printer’lar, robot teknolojisi, karanlık fabrikalar, küresel ağın güçlenmesi vs. gibi faktörler uzaktan çalışmayı zaten bir noktada hayatımızın vazgeçilmezi haline getirecekti. Şirketler açısından gayet avantajlıydı. Yemek, servis, temizlik, çeşitli ek hizmetler, elektrik, su, telefon gibi bir araya geldiğinde ciddi yekûn tutan birçok kalemden tasarruf etmek mümkün olacaktı. Çalışan için de avantajlıydı. Evde, rahat koltuğunda oturarak çalışacak, belki bir iki toplantıya katılacak ama geri kalan zamanda istediği vakit mesai yapıp istediği vakit dinlenecek, kendine vakit ayıracaktı. Pandemi süreci işte bu süreci bir anda çok hızlandırdı. Şirketler ardı ardına uzaktan çalışma sistemine geçtiler. Beklenildiği gibi başta şirketler ciddi anlamda tasarruf ederken, bir zaman sonra verimlilikte ciddi bir düşüş görmeye başladılar.

Çünkü tüm bu sürecin ciddi bir yan etkisi olmuştu. Modern kapitalist toplumdaki sınıf ve üretim ilişkilerinin doğal bir sonucu olarak zaten yukarda yazdığımız dört ayrı yabancılaşma etkisini halihazırda yaşayan birey, insana yabancılaşma aşamasında bir de iş yerine ve evine aynı anda yabancılaşma gibi bir durumla karşı karşıya kalmıştı. İş yerinden kopuşla birlikte zaten sınırlı olan sosyal ilişkileri iyice azalırken fiziki olarak mekândan uzaklaşma ise kişinin “iş” ve “üretim” ile kendi benliği arasında kurduğu ve modern kapitalist toplum tarafından ha bire örselenen ilişkide, elinde kalan son birkaç bağdan birini daha yitirmiş oldu.

İnsanın işle, üretimle kuruduğu ilişkinin sağlıklı bir ilişki olması onun mutluluğu, huzuru ve gelişimi için elzemdir. Çünkü “insan için kendi emeğinden başkası yoktur”. Her ne kadar modernite üretim ve insan ilişkisine büyük bir darbe vurmuş olsa da bu ilişki hâlâ çeşitli bağlar üzerinden devam ediyor. Hâlâ her nerede çalışıyor olursa olsun ortaya “iyi” bir iş çıkarmak için uğraşan çok insan var. Ama evden-uzaktan çalışma bu bağlardan birini daha ortadan kaldırdı.

Öte taraftan, mesai mobil telefonlar, e-postalar ve kısa mesajlarla özel alana -eve- taşınalı bir hayli zaman olmuştu zaten. Ama uzaktan, yani evden çalışma modern insanın son sığınaklarından biri olan evini de elinden almış oldu. Bugün birçok insan için artık ev kavramı alıştığımızdan bambaşka bir anlama geliyor.

Tüm bunların bir yan etkisi oldu elbette. Çalışanlar büyük bir hızla “sessiz istifa” denen duruma sürüklenmeye başladı. Sessiz istifa en net ve açık olarak “işin gerektirdiğinden daha fazlasını yapmama” olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede eğer mümkün olabiliyorsa mesai saatleri dışında işle asla ilgilenmemek de sessiz istifanın önemli bir parçası.

İşte çoğunluğunu beyaz yaka çalışanların oluşturduğu büyük bir grup -dünyada da Türkiye’de de- tam bu durumun içinde. Ve bu hem bireysel hem de toplumsal açıdan çok ama çok büyük bir risk. Bu riskleri başka bir yazıda değerlendireceğiz.