MASAMIN üzerinde Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin açılış davetiyesi var. Davetiyeye uzun uzun baktım. 2004’ün 11 Haziran’ına döndüm.
İzmir Sanat’ta klasik cuma günlerinden biri... İşler bitmiş, hafta tamamlanmış; bir iki kadeh şarap içiliyor.
Ahmet Piriştina heyecanlı...
Bir sonraki hafta hem oğlu Levent evlenecek hem de Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin temel atma töreni yapılacak. Tavla oynanıyor. Zarlar atılırken; sağa sola laf atıyor.
“Açılış konserini kim vermeli?”
Herkes farklı bir isim ya da orkestra söylüyor. Sonrasında konser verebilecek sanatçılar konuşuluyor.
“Pavorotti olmaz mı?” diyor.
Bizler onay verince... Bir isim daha, bir isim daha söylüyor.
O gece sadece Adnan Saygun konuşuldu. Ben Saygun’un İzmir anılarından, yaşam öykülerinden bir iki satır bahsettim. Herkes Piriştina kadar heyecanlıydı.
Çünkü biliyorduk ki; Adnan Saygun bittikten sonra farklı projeler de vardı. Piriştina, İzmir’i Türkiye’nin kültür, sanat başkenti yapmak istiyordu. Sonrasını biliyorsunuz. Bu keyifli gecenin birkaç gün sonrasında Piriştina aramızdan ayrıldı. 18 Haziran 2004 yapılması planlanan tören ertelendi.
Ardından da talihsiz davalar, ihalelerin yarım kalması... Piriştina’dan göreve gelen Aziz Kocaoğlu, seçildiği gün “Piriştina’nın seçim bildirisinde ne yazıyorsa hepsi yapılacak, bu kentle ilgili hangi hayalleri kurduysa onlar gerçekleşecek” demişti.
Kocaoğlu sözünü tuttu. Geç de olsa Türkiye’nin en nitelikli, en görkemli sanat merkezini İzmir’e kazandırdı.
Adnan Saygun Sanat Merkezi dün gece muhteşem bir törenle açıldı.
Piriştina burada konser dinlemeyi çok istemişti. Ben de bu güzel gecenin ortasında gözlerimi kapattım ve Piriştina’nın 2004’ün 11 Haziran’ındaki o şen kahkahalarını, o heyecanını düşündüm.
Piriştina’yı sevgiyle bir kez daha anıyorum. Kocaoğlu’na da verdiği sözü yerine getirmesinden dolayı teşekkür ediyorum. Dilerim; İzmir bir kültür ve sanat başkenti olsun.
Ahmet Adnan Saygun
İZMİR Sanat’ta o gün Adnan Saygun’dan çok konuştuk. Nasıl bir sanatçı, hayatı nasıl geçmiş, müziğe başlaması nasıl olmuş, nasıl ünlenmiş? Saygun gerçekten de dünya çapında bir müzisyendi. Ama onun bu başarı hikayesinin arkasında çok ilginç olaylar da vardı. İşte o gün anlattıklarım...
* * *
Saygun ilk işine 1920 yılında yani 13 yaşındayken başlıyor. 1. Beyler sokağındaki Milli Sinema’da filmlere piyano ile müzik eşliği yapması yanı sıra, gişede bilet satmak, projeksiyon yönetmek gibi sinemanın diğer işlerine de bakıyor.
Milli Sinema, Saygun’un babası Celal Bey tarafından, yine kendi çabalarıyla kurduğu Milli Kütüphane’ye gelir sağlamak amacıyla o dönem işletiliyor.
12 yaşında piyanosuna kavuşan Saygun, onu yaratıcılığın doruklarına götüren uzun yolculuğuna başlıyor. Bir iki yıl sonra piyano çalmak yetmiyor, kompozisyon yapmak, büyük formlara gitmek istiyor. Armoni öğrenmesi gerekiyor. Ama ne öğretecek kimse, ne de öğrenecek kitap var. Bir armoni kitabından bahsediyorlar. O sıralarda yapılan Elhamra Sineması bekçilerinin İstanbul ile ilişkileri var. Onlara rica ediyor. Güç bela kitap İstanbul’dan getiriliyor. Hemen tercüme edip ilk denemelerine başlıyor. Bu arada 15 yaşında liseyi bitirebiliyor. Baba Celal Bey üzüntülü, bir meslek sahibi olamayacağı için endişeleniyor.
* * *
“Müzisyen ya kahvede, ya da gazinoda çalar, başka şey yapmaz. Sen meslek sahibi ol, bunu da bırakma, ister piyano çal, ister beste yap. Bunları kendin için yap, ama mutlaka bir mesleğin olsun” diyerek onu uyarmaya çalışıyorsa da boşuna. Adnan Saygun şiddetle direniyor. Hocası İsmail Zühtü “Bunun kafasını kessen, içinden Wagner’in kanı çıkar” diyor. Bunun üzerine babasının arkadaşları araya giriyor ve bir türlü meslek sahibi olmak istemeyen bu çocuğa bir geçim kaynağı, onu müzikten koparmayacak bir iş bulmaya çalışıyorlar. 1923 yılında postanede gişe memurluğu başarısız meslek denemelerinden biri. 9 ay sonra bunu su şirketinde memurluk ve baharatçı dükkanında baharat şişeleri doldurma işleri takip ediyor. Bu iş gayretlerinin yanı sıra 1923’te İzmir’e gelen Hüseyin Sadedin Arel ile iki ay kadar armoni çalışıyor.
O günleri Saygun şöyle anlatıyor:
“Bir yıl sonunda ben 15-20 çeşit iş yapmıştım. Her girdiğim yerden ayrılıyordum. Bana nota satan bir dükkan açması için babama rica ettim. Babamın arkadaşları benden umutlarını kesmişler, ‘Yazık bu çocuktan artık hayır gelmez’ diyorlar. Babam üniversiteye girmem için ısrar ediyor, gitmem diyorum. Nota ve kitap satmak için direniyorum. Babam çaresiz. Sonunda İzmir’de Beyler Sokağı’nda bir dükkan açtık. Ben, ‘Nota almak isteyenler dinlemek, denemek isterler, piyano da çalmak gerek’ diye piyanomu da dükkana getirdim. Artık kendi dünyama kavuşmuştum. Sabah 7’de geldiğim dükkanda gece yarılarına kadar piyano çalardım. Gelenlere de ne isterlerse yok derdim. Kalkmazdım bile piyanodan. İşte ilk kompozisyonlarımı ben o günlerde yaptım... Dükkan 1924’te açıldı ve 1925’te iflas ederek kapandı.”
Adnan Saygun ilerleyen dönemde dünya çapında bir müzisyen oldu. Elbette Saygun’un sanatçı kimliğiyle ilgili anlatılacak çok şey var.
Ama onu büyük sanatçı yapan yaşam öyküsü işte böyle başlamış.