Mustafa Kemal Ulusu / kulusu@hotmail.com
Çevremizde bizlerin ve birkaç önceki neslin dahi zaman zaman, “Ah nerede o eski günler ah!” diye yakındıklarını sıkça duyuyor ve yaşamıyor muyuz?
Geçen haftaki o eski İstanbul ve eğlenceleri yazıma o kadar çok müspet geri dönüş oldu ki, o yıllara göre gerçekten çağ atlamışız, yepyeni dijital bir döneme girmişiz, bas bir tuşa Dünya ayağına geliyor, istediğin tüm müzikler, tiyatrolar, filmler, maçlar, konserler, tüm Dünya şehirleri hepsi elinin altında.
Ayrıca her türlü seyahat ve gezilerin yanında, tüm kafe ve restoranlarda yeme içme ve de eğlenceler gırla gidiyor.
Evlerde ise (Tabii ki büyük şehirlerde) kaloriferi, süper mobilyaları, beyaz eşyaları vb. herşeyi , hepsini taksitle alabiliyorsun. Gıda da öyle, paran varsa yok yok.
Tüm bu büyük imkanlara rağmen insanlarımızın çoğunluğunda huzur yok, peki bunun sebebi ne?
Sebep mi bence birinci sebep şudur; Bilhassa büyük şehirlerdeki insanlarda bu büyük harcamalarla başlayan büyük
İsmail Özcan - Eğitimci/Yazar
Geçtiğimiz günlerde Mersin’de bir anne kreşe gönderdiği iki yaşındaki kızına kreşte şiddet uygulandığından şüphelenmiş. Kreş ilgililerinden bu konudaki sorularına kaçamak yanıtlar alınca şüphesi daha da artmış. Bunun üzerine kızının oyuncak ayısının içine dinleme cihazı koyarak yavrusuna küfür ve hakaretlerden oluşan sözlü şiddet uygulandığını belgelemiş. Çocuğunun vücudunun çeşitli yerlerinde gördüğü yara berenin de kendisine uygulanan fiili şiddetin izleri olduğu böylece açığa çıkmış. Olayla ilgili yasal işlem başlatılmış, kreş kapatılmış.
Bu olay bir bölüm yazılı, sözlü ve görüntülü medyada haber oldu ve epeyi de gündem oluşturdu. Özellikle küçük yaşta çocukları olan anne babaların bu olaydan sonra zaten her zaman var olan tedirginliklerinin daha da arttığına şüphe yoktur.
ŞİDDET VE KÖTÜ MUAMELE
Çocuklarımızın daha önce de birçok defa bakıcılar elinde, yuvalarda, anaokullarında şiddete ve kötü muamelelere
Bülent Akarcalı - bulent@bulentakarcali.com
Avrupa Konseyi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bulunduğu Fransa’nın Alman sınırına komşu Strasbourg kenti ve civarında 40 yılı aşkın bir süredir kalabalık bir Türk nüfusu yaşar.
Sessiz, sakin ve herhangi bir suça bulaşmadan yaşarlar. Fransız komşularından saygı görürler. Herkes hemen hemen iyi Fransızca konuşur. Gençler eğitimli ve terbiyelidir. Çalışırlar ve de hem belediyeye hem de Fransa devletine vergilerini öderler.
Bir süre önce Türk toplumunun kurduğu bir dernek bir cami inşaatı için belediyeye müracaat ettiğinde yalnız hoşgörü ve ilgiyle değil belediyenin inşaata “Biz de yardım edelim” teklifiyle karşılaşırlar. Yardımın miktarı da az buz olmayıp 2.5 milyon euro yani yaklaşık 24 milyon TL’dir!
AVRUPA’NIN EN BÜYÜĞÜ
Eyüp Sultan olarak adlandırılan cami, Avrupa’nın en büyüğü olacak şekilde projelendirilmiştir. Macron’un kendine göre bir Fransız İslam’ı yaratma döneminde belediyenin böyle bir davranışı dernek mensuplarını ve
Prof. Dr. Ali KAHRİMAN - Maden Y. Mühendisi Siyaset Üstü Düşünce Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Türk Dil Kurumu’na göre, iki zıt anlamlı kelimenin bir arada kullanılması anlamına gelen “OKSİMORON” kavramı, “çalışma tatili” veya “tek seçenek” gibi birbirini yok ediyor gibi görünen kelimelerle ifade edilen bir konuşma şeklidir. Paradoks ise anlamsal bir zıtlıktır. Yani birbirine aykırı iki önermenin birlikte olmasıdır. Paradoksun doğruluk ve yanlışlığının incelenmesi gerekir. Her ikisi de çelişkilerdir. Ancak paradoks, üzerinde düşünülmesi gereken bir şeydir. Oksimoron ise o anda zevk alınan, sonra kaybolan bir tanımlamadır. Özetle, oksimoron bir dil sanatı, paradoks ise bir mantık çıkmazıdır. Sürdürülebilir kalkınma, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneklerinden ödün vermeden günümüzün ihtiyaçlarını karşılama kapasitesidir.
EKONOMİK KALKINMAYA KATKI
Bu kavramlar ışığında değerlendirdiğimizde; sürdürebilir kalkınma, madencilik ve çevre ilişkisi
Zafer İŞERİ - Avukat Arabulucu TBB İstanbul Delegesi
Devletlerin hükmi şahsiyetleri vardır. İnsan gibi haklar edinip sorumluluk altına girebilirler. Belli taahhütlerde bulunabilirler. Bu doğrultuda başka şahıs ya da devletlerle sözleşmeler imzalayabilirler. Mevcut sözleşmelere katılabilirler. Halen Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Çalışma Örgütü, UNESCO, Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütü, Ekonomik İş Birliği Teşkilatı, Avrupa Konseyi, Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü ve benzeri binlerce organizasyon kapsamında karşılıklı sözleşmeler ve bağlı sorumluluklar devam etmektedir.
Anayasamız, devletimizin uluslararası mecradaki itibarını ön planda tutarak, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaları kanunlarımız ile aynı kuvvette kabul etmiştir. Dahası, milletlerarası sözleşmelerin içeriği Anayasamıza aykırı olsa dahi, bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamayacağı belirtilmiştir. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir milletlerarası sözleşme
Avukat Canan Arın
İstanbul Sözleşmesi, tam adı ile “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, bütün dünyada yaygın olan kadına şiddeti önleme konusunda en gelişmiş insan hakları sözleşmesidir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Fransızcanın cins ayrımına dayalı bir dil olmasından “Erkek Hakları Sözleşmesi”dir. Bunu kadınlara uygulayan Olympe de Gouges, başı giyotinle vurularak öldürülmüştü.
Tarihi, kadınlar açısından tanımlamak istersek “kadınların insan olarak kabul edilme mücadelesidir” diyebiliriz.
İşte İstanbul Sözleşmesi bu mücadelenin kazanılması yolundaki en önemli sözleşmedir.
İmzacı devletlere kadını şiddetten koruma yükümlülüğünü verir.
Sözleşmeye göre şiddet “ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya
Prof. Dr. Cengiz Kuday
Başlıktaki sözler Türkiye’nin en gözde kulüplerinden birinin başkanına ait. Havaalanında basın toplantısında sarf ettiği sözler (Bu arada başarılı olmalarını candan dilediğim) bir maç öncesi söylediği sözler. Sayın başkanın öfke kelimesinin lügat manasını tam bilmediği kanaatindeyim.
Ben futbolu seven, seyreden, seyretmekten zevk alan, bütün iyi oynayan takımlara eşit gözle bakan biriyim. Fenerbahçe taraftarıyım. Olma sebebim ise çok basit; çocukken yaşadığım Anadolu şehrinde çok yakın bir arkadaşımın oğluna İstanbul’dan gelirken hediye aldığı FB armalı bir kemerden bana da alması ve hediye etmesi sonucu Fenerbahçeli oldum. Daha sonra hayatımın bir devresini geçirdiğim çocukluğumun İzmir’inde her hafta gittiğim Alsancak ve Buca sahalarında o zamanın iyi futbol oynayan takımlarına ayrım gözetmeksizin hep birlikte coşkuyla destek verdik, tebrik ettik.
Metin Oktay ile GS’li olduk. Kaleci Akın ile Altaylı, Şenol Güven ile İzmirsporlu Nihat, Fevzi, Talat ile Göztepeli, Ergun ile Karşıyakalı en eski Türk
Bülent AKARCALI / Sağlık ve Turizm eski bakanı
Bugün soykırım inancı, 19. Yüzyılda Anadolu’da sayıları 1800’ü bulan Hristiyanlaştırma Misyonlarının çalışmaları sonunda kadim Gregoryen mezheplerinden döndürülüp Katolik-Ortodoks-Protestan/Evanjelist olarak 4 parçaya bölünen Ermenileri bir arada tutan milli kimlikleri haline gelmiştir.
Büyük filozof ve matematikçi Dekart’ın, varlığının ispatı olarak söylediği “düşünüyorum ki varım” yani düşünebilmem varlığımın kanıtıdır demiş olması, Diaspora için adeta “soykırıma uğradım ki varım” anlayışına dönmüştür. Diasporada soykırım inancı birlikteliklerinin, dayanışmalarının, etnik kimliklerin omurgasını oluşturmaktadır.
Dolayısıyla ne diasporanın ne de soykırım iddialarını tanıma kararı alan Parlamento ve iddialara destek veren diğer unsurların hiçbirinin tarihi gerçekleri araştırmak gibi bir sorunu, düşüncesi yoktur, var idiyse de artık kalmamıştır.
Soykırım iddiaları tartışılmaz-araştırılmaz adeta tanrısal bir emir, tebliğ halinde bir algıya