“Hepimiz aynı havayı soluyoruz. Hepimiz çocuklarımızın geleceğini önemsiyoruz. Ve hepimiz faniyiz”
John F. Kennedy
Temsili demokrasinin önemini Youtube ya da Instagram’da yapılan yorumlara bakarak anlayabiliyoruz. Birilerinin bir suç işlerken çekilmiş videoların yorumlar kısmına dikkat edin. Akla hayale gelmeyecek işkence şekilleriyle öldürülmelerini, aynı acının katlarca fazlasını kendilerine yaşatılmasını dileyen yazıları görünce dehşete düşüyorum. Bu yüzden işte Atina tarzı doğrudan demokrasi yerine temsilcilerimiz tarafından yönetilmemiz çok daha hayırlıdır. Evet bazen “bu kadar da olmaz” dedirten şeyler karşımıza çıkıyor ve öfkeleniyoruz. Ancak gelişmiş toplumlar hümanizm ilkesi ışığında davranırlar. Her ne olursa olsun suçlunun da insan olduğunu ve insanlık onuruna yaraşır şekilde muaemele görmesini savunmak, uygarlığı savunmaktır.
Böyle bir giriş yapmamım sebebi Filipinler eski devlet başkanı Rodrigo Duterte’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından yargılanmaya başlanmasıdır. Devletin tepesinde
“Silahlar bizi güçlü kılar, tereyağı ise şişmanlatır”
-Hermann Goring
Fransızların kökeni, 6. Yüzyıldan itibaren Galya’ya yerleşen bir Cermen boyu olan Franklara dayanır. Avrupa’yı ilk birleştiren ise 800 yılında Papa tarafından Kutsal Roma İmparatoru ilan edilen Frankların kralı Şarlman’dır. Putin, geçen haftaki açıklamaları sonrası Macron için Napolyon benzetmesi yaptı, ancak Macron’un içinden bir Şarlman çıktı da diyebiliriz.
Geldiğimiz nokta aslında Fransa’nın efsanevi Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ü de haklı çıkarmış oldu. De Gaulle, Fransa’nın ABD ve SSCB’den bağımsız olarak ulusal çıkarları doğrultusunda bir ulusal savunma mekanizması oluşturmayı doğru buluyordu. 1966’da NATO’nun entegre askeri kanadından çıktı. Nükleer güç ile caydırıcılık sağlamak gerektiğine inanıyordu. ABD ile fazla yakın bulduğu İngiltere’yi AB’ye almamak için diretti (vefatından üç yıl sonra İngiltere AB’ye üye olabildi). Şimdi ise yine İngiltere AB’de değil ve
“Daha demokratik, adil ve insancıl bir dünyaya doğru ilerliyor muyuz? Yoksa oligarşiye, otoriterliğe, sömürgeciliğe ve uluslararası hukukun reddine geri mi döneceğiz?” - Bernie Sanders
Yukarıdaki alıntı ABD’de Demokrat Parti’den iki kez başkan aday adayı olan Senatör Bernie Sanders’ın, geçtiğimiz Cuma İngiliz The Guardian gazetesinde kaleme aldığı makaleye aittir. Sanders, ABD’nin Rusya’yı kınayan ve Ukrayna’dan askerlerini geri çekmesini isteyen BM kararına ret oyu vermesiyle birlikte artık demokratik değerlerden uzaklaştığını ifade ediyor. Gerçekten de ABD’nin en yakın müttefikleri tarafından BM’ye sunulan bu metne ABD’nin hayır demesi paradigmal bir kaymanın somut örneğidir.
Love Actually (Aşk Her Yerde), hayatımda önemli bir yeri olan, defalarca izlememe rağmen her seferinde gözlerimin dolduğu bir filmdir Komedi türünde olmasına rağmen insanı derinden etkileyen sahneleri de vardır. Aklımdan çıkmayan bir kısmını kısaca anlatayım: İngiltere başbakanı bekardır ve başbakanlık yerleşkesi No:10 Downing Street’e adım
“Özgürlük, kök salmaya başladığında, hızlı büyüyen bir bitkidir.”
- George Washington
Sene 1921. İnönü Muharebelerinden sonra İtilaf Devletleri Londra’da bir konferans düzenlediler. TBMM’yi temsil eden Hariciye Vekili Bekir Sami Bey, İngiltere, Fransa ve İtalya delegeleriyle diyaloglarda bulunmuş ve anlaşmalar imzalamıştır. Türkiye’nin yeraltı kaynaklarını işletme hakkı dahil, söz konusu ülkelere ekonomik ayrıcalıklar tanıyan bu anlaşmalar TBMM tarafından reddedilmiş ve Bekir Sami Bey istifa etmek zorunda kalmıştır. Yunan Ordusu’nun tekrardan Ankara’ya yürüme hazırlığında olduğu bir zamanda Türkiye günü kurtarmak için geleceğini satmamıştır.
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1921 tarihinde Bekir Sami Bey’e yazdığı mektupta şu ifadeleri kullanmıştır: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin şimdiye kadar çeşitli vesile ve vasıtalarla bütün dünyaya ilân edilmiş olan prensipleri yüksek malumunuz olup, bu prensiplerin ana çizgileri şu kısa
“Tarihimizde ikince kez bir İngiliz Başbakanı Almanya’dan onurlu bir barış getirerek döndü. Bizim için barış zamanı olduğuna inanıyorum. Evinize gidin, güzel bir uyku çekin.”
-Neville Chamberlain, 30 Eylül 1938 (İngiltere’nin Almanya’ya savaş ilanından 1 yıl önce)
1938’de Hitler Avusturya’yı Almanya ile birleştirmiş, (“anşlüs”) Almanların çoğunlukta olduğu Sudetenland’a (Südet Bölgesi) göz koymuştur. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avusturya-Macaristan dağılınca yeni kurulan Çekoslovakya devletinde etnik kökeni Alman olan nüfusun yoğunlukla yaşadığı toprak parçasına Sudetenland denmiştir. Krizi çözmek için İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain Lord Runciman’ı Çekoslovakya’ya gönderir; çeşitli gruplarla görüşmelerde bulunan Runciman farklı öneriler getirse de arabuluculuğunda başarısız olur. 15 Eylül 1938’de Başbakan Chamberlain Hitler ile görüşür ve Sudetenland’ın Almanya’ya devredilmesine razı olur. Bu olay
“Her millet bilsin ki, ister bizim iyiliğimizi, ister kötülüğümüzü istesin, özgürlüğün yaşaması ve başarısı için her türlü bedeli ödeyeceğiz.” John F. Kennedy
Hiç düşündünüz mü Büyük İskender nasıl oldu da fetihlerine devam ederken geride bıraktığı topraklar hala onun kontrolünde kaldı? Sonuçta sayıca çok daha fazla olan halk, istese garnizondaki askerleri alaşağı edebilirdi. Bunu tarihteki tüm imparatorluklar, devletler için söyleyebiliriz. Bahsettiğimiz olgu güç ve gücün biçimidir.
Uluslararası İlişkiler teorilerinde güç ikiye ayrılır: Sert güç ve yumuşak güç. Silah zoruyla ya da ekonomik baskıyla birine bir şey yaptırmak sert güç örneğidir. Fiziksel ya da ekonomik bir baskı unsuru olmadan karşınızdakine etki etmek ise yumuşak güçtür. Amerikalı siyaset bilimci Joseph Rye 1990’ların başında yumuşak güç kavramını literatüre kazandırmıştır. Robert Keohane ile uluslararası liberalizmin
“Suç ve suçlulara yönelik muamele konusunda halkın ruh hali ve öfkesi, herhangi bir ülkenin medeniyetini ölçen en şaşmaz sınavlardan biridir.”- Winston Churchill
ABD’nin dünyaya karşı çizdiği özgürlükler ülkesi imajının yanıltıcı bir maske olduğunun en bariz göstergelerinden biri Guantanamo’daki askeri hapishanedir. Kendisini hür dünyanın lideri olarak tanımlayan Amerikan devleti, bir suç atfetmeden, yargılama yapmadan insanların özgürlüklerini ellerinden almış, üstüne üstlük ağır işkencelere maruz bırakmıştır. Eski Başkan Obama Guantanamo’yu kapatma vaadini 8 yıl içinde gerçekleştirememiş, Amerikan zulmünün simgesi ayakta durmaya devam etmiştir. Şimdi ise Trump Guantanamo’nun kapasitesini 30 bin’e çıkarmayı planlıyor; göçmenleri oraya yollamak istiyor.
George W. Bush döneminde “terörle savaş” ilan edilmiş, terörist oldukları iddia edilen kişiler Guantanamo’daki askeri hapishaneye konulmuşlardı. Yerküre üzerindeki tüm
“Çağdaş insanlar için ölüm bizim çözebileceğimiz teknik bir problemdir”
-Yuval Noah Hariri
Tarih: 14 Haziran 2017, saat: 00.54. Şehrin en zengin bölgelerinden birinde, milyonluk arabaların park ettiği sokakların arasında bir gökdelende gecenin karanlığı yerini alevlere bırakmıştı. Dördüncü kattaki bir buzdolabındaki elektrik arızasından dolayı çıkan yangın tüm binaya yayılmış ve ancak 60 saat sonra söndürülebilmişti. İngiltere başkenti Londra’nın batısındaki Kensington & Chelsea bölgesi sınırları içinde yer alan Greenfell Kulesi yangınından bahsediyorum.
İkinci Dünya Savaşı’ndan beri İngiltere’de çıkan en ölümcül yangında 72 kişi hayatını kaybetmişti. Binanın dışı yanıcı bir madde olan polietilen tabakasıyla kaplandığı için yangın kısa sürede yayılmıştı. Yangından sonra açılan soruşturma pek çok ihmal ve sistematik sorumsuzluk tespit etmişti. Ölümler önlenebilirdi.
Kartalkaya’daki facia ile Greenfell yangını arasında çarpıcı benzerlikler var. İkisi