Enis Arıkan'ın Exxen'de başladığı yeni programının tanıtımlarında Gülşen'i görünce hemen ilk bölümü izledim. Enis'den beklenti çok yüksek. Bunu bildiği için de çok enerjik olması lazım, beklentiyi karşılamak için izleyiciye keyif vermesi lazım, içeriklerin ilgi çekmesi lazım, 'bir sonraki bölümde neler olur' dedirtmesi lazım.
Bu kadar sorumluluk hissi Enis'e haklı olarak ilk başlarda gereğinden fazla heyecan yaptırır, zamanla program iyice kıvamını alır. Yüksek enerjisini eşleştirebileceği konuklarla devam ederse projenin başarısı da kaçınılmaz olur. Enis sevilen, kamera önünde olması için insanların desteğini hep yanında hissedebileceği bir profil. Programı bu dijital platformda yapmasıyla birlikte en büyük şansı da işinin en iyisi yönetmenlerden Fatih Ahmet Kaya ve ekibiyle çalışması.
Şimdi gelelim bugün bana yazmak için sebep olan asıl konuya...
Gülşen müthişsin!
-Programda nasıl doğal, abartısız ve ihtisaslı bir duruşu var...
-17'lik görünüyor, hani 'hiç yaşlanmıyor' derler ya. Halbuki neredeyse 25 yılı var bu sektörde Gülşen'in...
-Yemek yemeyi çok sevdiğini ama olmak istediği görünümde kalmak için her zaman iradeli olduğunu belirtiyor. Kimseyi kalıplara sokmadan genç ve sağlıklı görünmenin formülünü veriyor. Nasıl söylediğin ne söylediğinden çok daha önemli.
-Bir gün konser için dağlık bir alandan sahneye ilerlediği araç ters yola girmiş. Gülşen sahneye geç kalmamak için kucağında oğlu Azur Benan'la akşam karanlığında araçtan inip yürümeye başlamış. Üzerinde tamamı simli parçalardan oluşan kostümüyle Gülşen'i orada gören biri 'uzaylı' sanıp korkup kaçmış. Haklı aslında, hiç tahmin eder miydi orada, o saatte ve o halde Gülşen'i görmeyi.
-Ünlü sanan oluyor.
-Yazdığım yorumlar en başa çıktığı için ‘yine mi sen?’ diyen oluyor.
-‘Senin neden mavi tikin var?’ diye sorgulayanlar oluyor.
-‘Bana nasıl mavi tik alırız’ diye tanıdığım tanımadığım mesaj atıyor.
-Takipçi ve beğeni paketleri teklif ediliyor.
-Çekilişlere sponsor olmam için diğer kutum doluyor.
-‘Bunu hikayende paylaşır mısın?’ diye mesaj atan tanımadığım akrabalarım çıkıyor.
-Eklediğim herkes geri ekliyor.
Ne yaptık ne ettik 2020'den sağ salim çıkabildik. Artık her günü tarihe karışan 2020'yi, yıl içinde mesaimizi en çok harcadığımız sosyal medya adına değerlendirmek isterim. Mecrada öne çıkan onlarca isim oldu. Benim dikkatimi çekenleri nedenleriyle birlikte sizle paylaşacağım.
En samimi bulduğum Simla Canpolat
Keşfette karşıma çıkan reelsları için takibe aldım. Özellikle kadınlar için keyifli tüyolar paylaşıyor.
Samimi bulmamın 3 nedenine gelince;
-Akıcı olması. İçeriğin konusu ne olursa olsun sıkıcı çekimlerden kimse keyif almaz.
-İlham verici olması. Instagram'da kimse atom parçalamıyor. Hazırladığın kahveye bile ufak bir hareketinle fark katıyorsan tamamdır.
-Paylaşımcı olması. Bazen görmezden gelmeye çalışsak da içerik üreticiliği artık global bir sektör. Simla'nın bu işi yapan diğer arkadaşlarına destek olup paylaşımlarında yer vermesi yüce gönüllü bir davranış.
Zevkine en çok güvendiğim Elif Şahin
Bugün, 2020'de başımdan neler gelip geçtiğini yazmak istedim. Bu yılı ileride iyi hatırlamak adına güzel şeylere öncelik tanıyarak hem de. Yazacağım her kelime benimle ilgili.
Yılın başlarına dönüp fotoğraflara bakıyorum. Katıldığım partinin temasına uygun kostüm giymeyerek marjinal kalmışım üstelik.
Geçen yıl aldığım fazla kilolardan kısa zamanda kurtulmuşum. Hızlı kilo alır, hızlı veririm. Bu konuda Sibel Can'la kapışırım.
Eski çalıştığım şirkette çoktandır hak ettiğim terfiyi almışım. Hakkıyla alınca geç oluyor, güç olmuyor.
Eski flörtümle yeniden diyaloğa girmişim. Ölecek hastayı üç gün daha yaşatmışım.
Tuğba Yurt'la bir akşam oturup saatlerce müzik konuşmuşuz ve orada konuştuğumuz ne varsa harfiyen yapmış.
14 Şubat'ta tek başıma Londra'ya gidip yine yeni insanlarla tanışmışım. Hatta bir haftalık seyahate küçük bir aşk hikayesi de sığdırmışım. Bravo bana.
Instagram'da otu çöpü linkleyip 'hadi sayfayı yukarı kaydırın' diyen içerik üreticilerin bunu neden yaptığını biliyorsunuz. Siz alışveriş yaptıkça bundan komisyon alıyorlar. Peki ne kadar kazanıyor olabilirler hiç düşündünüz mü?
Satıştan komisyon vererek ilerleyen bu sisteme affiliate marketing (satış ortaklığı) deniyor. Türkiye'de bu sistemi en çok kullanan hepimizin iyi bildiği ünlü bir alışveriş sitesi. Bu sitenin pazarlama yöneticileri popüler içerik üreticilerle anlaşma yapıyor. Onlara konseptlere göre ürünlerin yer aldığı linkler hazırlayıp paylaşımları için gönderiyor. Takipçileri hikayedeki bağlantıya gidip alışveriş yaptıkça, içerik üreticileri ortalama yüzde 20 komisyon kazanıyor. Örnek bir hesaplama yapayım. Ayda bin takipçi linkler üzerinden kişi başı 300 liralık alışveriş yapsa toplam 300 bin liralık tutar oluşur. Bu tutarın 60 bin lirası içerik üreticinin hesabına hak ediş olarak yatırılır.
Kabataslak anlattığım gibi düşününce 'oturdukları yerden para basıyorlar' gibi düşünebilirsiniz. Ama bu 2020'li yıllarda artık global bir iş modeli. Unutulmaması gereken içerik üreticilerin etkileşimlerini arttırmak için çok çalıştıkları. Özellikle içerik üretmek noktasında. Yani her isteyen bir sayfa açıp onu yüzbinlere eriştiremiyor.
YILIN TV KARAKTERİ ŞEF MEHMET YALÇINKAYA
TV'de iyi çıkış yakalamak için çok izlenen bir kanalda görünmek yetmiyor. Bu bir oyunsa her oyunda olduğu gibi bazı kurallar var. Bir kere şahsına münhasır karakterin olacak. Sivri, sert ya da duygusal çıkışların olacak ki izleyicide merak uyandıracaksın. Özellikle jüri koltuğunda oturan isimlerin suya sabuna dokunmama gibi bir seçeneği yok. Şöyle bir gözünüzün önüne getirirseniz çekimser davranan isimlerin TV macerası uzun soluklu olmamıştır.
Son yıllarda ekrandaki projeleri inceliyorum. En iyi yapımlardan biri Masterchef, medya dünyasına şef Mehmet Yalçınkaya'yı kazandırdı. Günlük hayatında son derece nazik ve güler yüzlü olan Mehmet Şef, ekranda özgün bir karakter yarattı. Yarışmacıları tedirgin ediyor gibi görünse de aslında fikirlerine en değer verilen isim oldu jüri arasında. Çünkü ondan iyi bir şeyler duymak hem yarışmacılar hem de izleyenler için kıymetli geliyor. Bazen tepkilerini aşırı bulup sosyal medyada gündem yapsalar da art niyetli olmadığını herkes iyi biliyor. Masterchef bir eğitmenin öğrencilerle kendi arasında yaptığı atölye değil. Nihayetinde milyonların tanık olduğu, izleyenin adrenalin istediği bir şov. Acun Ilıcalı'nın yüzlerce isim arasından neden Mehmet Şef'i seçtiğini anlayabiliyorum.
YILIN KULAKLARA İKAMET EDEN İKİ HİT ŞARKISI
Günlerdir tüm köşe yazarlarının bahsettiği yeni Hande Yener albümüne dair söz hakkımı en son kullanmak istedim. Hatırlarsınız; bu albümde 20 şarkı olacağını ilk kez ben yazmıştım. Haftalar içinde gündemin gidişatıyla strateji değişti. Şarkı sayısı 20 olarak korunurken, lansmanı 2 parçaya bölündü. İlk 10 şarkı 'Carpe Diem - Part 1' olarak mecralarda yerini aldı.
-'Carpe Diem' albüm ismi ve çıkış için en doğru şarkı. Kışın sunulan 'Pencere' global düzeyde yaşama dair olan bitene işaret etmişti. Şimdi de kişinin kendine yönelmesi ve yaşadığı her anın değerini bilmesi gerektiği vurgulanıyor. 20. yıl albümünün felsefe barındırması Hande için kaçınılmaz olurdu.
-Albümde yer alan 10 şarkının hiçbiri birbirine benzemiyor. 2000'den bugüne farklı zevklerdeki Hande Yener dinleyicilerinin her birini yakalayacak en az 2 şarkı var.
-İlk bölümde slow şarkı yetersizliği var. İkinci bölümün bu beklentiyi tamamlanması adına misyonu daha büyük olacak.
-8 tanesini Berksan'ın yazdığı şarkı sözlerini fazlasıyla başarılı buldum. Hem fonetik hem de ölçü olarak kulaklarıma zevk veriyor. Mesela 'Aşk Sandım'ın sözlerinde betimleme ve tezatların sınırları maksimum zorlanırken, kompozisyon bütünlüğü de korunmuş. Bu kadar yoğun bir anlatımdan sonra nakaratta başka bir dörtlük daha dinlemek yerine, veryansın eden 'aşk sandım' döngüsü ve akabinde gelen gitar solo bu işin nasıl olması gerektiğini ortaya koyuyor. (Şarkının ismini 'Nirvana' koymak yetmiyor bazen)
-Müzik ve düzenlemeler adına bu keyfi yaşatan Misha'ya da şapka çıkarmak gerek. Şahane işlere tanık olmuş 20 yıllık Hande Yener dinleyicilerini memnun etmek hiç kolay olmasa gerek. (Bu arada Misha'ya albümdeki favorilerini sordum. 'Sanırım Aşk Sandım ve Bulut' yanıtını verdi.)
-Fotoğraflar, klipler ve Hande'nin sosyal medya hesaplarında paylaştığı tanıtımların hepsi Aytekin Yalçın ve ekibinin ürünü. Fotoğraflar da tıpkı şarkılar gibi birbirine benzemediği için bütün olarak bir bakışta algılanmıyor. Şarkıları dinledikçe şifreler çözülüyor.
Hande'ye notlarım;
Deneyim ve gözlemlerimin yalancısıyım. Bir ilişkide kişilerin birbirini tanıyabileceği en iyi durum kavga ve sonrasıdır. Canım cicim yapınca her şey güllük gülistanlık görünüyor olabilir. Ama insan ancak kavga ederken taktığı tüm maskeleri düşürüyor.
Kişinin savunmasız 'en kendi olduğu' arena oluyor kavga. Eğer kavga ederken kişiler birbirine saygısını korumayı hala başarıyorsa o ilişki en büyük sınavını vermiş oluyor. Aslında bu dostlukta da böyle, komşulukta da, arkadaşlıkta da... 'Saygı' diken üstünde oturan 'kazanması zor, kaybetmesi kolay' bir kavram. Ama bir kavgada saygı karşılıklı kaybolursa ne olursa olsun o ilişkiden artık hayır gelmez. Bu yüzden evleneceğiniz güne dek hiç kavga etmemişseniz en azından -sudan sebepten- bir kere kavga edin! Bir bakın durum nasıl ilerliyor. En ufak terslikte ilişki çatırdıyor mu? O zaman bir kere daha düşünün.
İNSAN GERÇEKTEN HAYRET EDİYOR-Atına tekme atana da,
-Karısına kızıp arabasını yakana da,
-Yolun ortasına hacetini yapana da,
-Çocuk kitabında tecavüz hikayesi anlatana da,
-'Maske tak' dediği için otobüs şoförüne vurana da,
Bodrum'da da durum aynı. Kişi başı minimum fiyatlara bakınca;
-Gecelik oda + kahvaltı 400 lira
-Plaj girişleri 150 lira
-Plajda yeme + içme 250 lira
-Akşam yemeğinde alkollü fix menü 300 lira
-Merkezden plaja taksiyle gidiş-dönüş 150 lira, dolmuşla 20 lira
-Uçak biletleri gidiş+dönüş ortalama 500 lira
Tüm bu rakamları uzun zamandır iş yapamayan turizm ve eğlence sektörlerine korona etkisini göstermek için verdim. Geçen sene de rakamlar enflasyonla paralel yüksekti.