Ne yapacağız... Alkışlayacak mıyız Galatasaray’daki operasyonu?.. Hayır... Çünkü “tam” ve “zamanında” değildir. Yarısı Şampiyonlar Ligi ön elemesini kaybedince, yarısı bugün UEFA dönemecinden önce yapılmış, kopuk ve anlaşılmazdır.
Tarihte ilk defa dilim dilim değiştirilmiştir bir hoca. Hazine arazisine villa yapar gibi zaman içinde sinsice ve parsel parsel...
O kadar hatalıdır ki, söz tribünlere düşmüş, “hamle” adeta tribünlerin operasyonu haline gelmiştir.
Proje bazında hâlâ belirsizlikler içermektedir. Bırakın bizleri, Florya’da soyunma dolabı olan bazı insanlar bile anlamamıştır ne yapacaklarını.
Yol haritasını, Yönetim de açıklayamamakta ve el yordamıyla oluşmasını dilemektedir.
Yabancı futbolcular ise hepten soru işaretidir.
Dünya’nın en büyük teknik direktörünü getirseniz apışıp kalacağı bu tabloyu Bülent Korkmaz restore edebilecek midir?
En zehirli okları kim atıyor Galatasaraylı futbolculara?.. Emekli futbolcular.
En “has” Galatasaraylılar, gece avına çıkmış beyaz kukuletalılar gibi linç edecek Galatasaraylı arıyorlar.
Yöneticilerin “kurt”u ise eski yöneticiler.
Zaten Federasyonu eski Federasyoncular, hakemleri de eski hakemler paçavra eder bu ülkede... Gelenektir.
Bizim gibi gazetecilere böyle günlerde düşen görev ise “ne”oluyo be kardeşim” demektir.
Evet... Ne oluyor?..
Yabancı fonlardan para alıp, vatanı mı satıyor sahadaki futbolcular?
Keşke sayın Adnan Polat’ın düşlerindeki gibi bir ülke olsa Türkiye!..
Keşke, Galatasaray’ın Federasyon’la kavgası “isteyip de alamadığı” beş milyon dolar borca bağlanmasa.
Ama tersini söyleyene katıla katıla gülecek durumdayız maalesef.
Şöyle etrafınıza bakınız...
Demokrasinin namusu “sandık” bile beyaz eşya ile karartılıyor şu günlerde. Adayların seks kasetleri servis ediliyor. Siyasetçiler, memleketin mallarını yağmalamak üzere sözleşme yapıyor.
Bu koşullarda, “reddedilen borç talebi” ve “kavga”yı üst üste koymak o kadar nahif ki... İlköğretimdeki zeki bir afacan bile denklemi kurabilir.
Doğrudur-yanlıştır demiyorum; toplumsal koşullanmamız budur.
Lig kızışmış, tarihte örneği olmadığı şekilde Anadolu ipoteğine giriyor... Galatasaray, Kadıköy’deki UEFA finali için dönüşü olmayan bir adım atıyor ki, ya düşecek ya koşacak...
Fenerbahçe’de seçim depremi 10 yıllık saltanatı sallıyor...
Beşiktaş ise kasvetli “Mustafa” filminde başrol oynuyor...
Gündem gani yani.
Ama “Türkiye Okul Sporları Federasyonu”nu yazacağım ben!
Nedir bu... “Dam üstünde saksağan” mı?..
Lütfen dama çıkmayın hemen... Önce, Dünya Şampiyonasını “Allahuekber” ile tanıtan zihniyeti okuyun ve “saksağanın kuyruğunu” görün:
Hani o burnundan kıl aldırmayan, sadece kendi televizyonuna kendi dergisine konuşan, ona buna rötuş yapmaya kalkışan, nalıncı keseri gibi hep kendine yontan “üç büyükler” var ya... “Büyük” unvanları her daim nostaljik bir sıfat olarak kalacak ama (Bakınız; kırkına merdiven dayayan “Küçük” Emrah) süratle büyüyen Anadolu takımları karşısında eski hallerinden eser kalmayacak yakında.
Ateşe benzerlerdi, küle dönüyorlar.
Çünkü futbol denilen popüler kültür branşında, hiçbir birey/hiçbir takım var olduğu için popüler değil, popüler olduğu sürece var. (Bakınız siyasi tarihimizdeki vakalar. Uğruna ölmeyi göze alanlardan bir tanesi, pencere camını bile kırmadı bir başbakan sehpaya giderken)
Başarısız, güçsüz ve koltuktan düşmüş bireylerin veya takımların, eski anıların “yüzü suyu hürmetine” zaman zaman popüler olması mümkün, ama popüler kalması imkansız maalesef.
İdrak edip önlem almazlarsa ve popülariteyi başarıda değil de sansasyonel işlerde ararlarsa, bu sezon milat olacaktır.
Ve üç büyüklerden birer büyük futbolcu hakkındaki bu yazı, son örneklerden biri olacak kalacaktır.
Neyse... Sadede gelelim.
Beşiktaş’ın Aurelio’su Ernst
Gerilimden motivasyon sağlarsın... Ama fazla gerersen koparırsın. Önce kupadan, şimdi ligden, yarın UEFA’dan.
Galatasaray’ın başına gelenler, taa en “yukarıdan”!.. Cezalı duruma düşmüş Lincoln, adeta sinir hastası haline gelmiş Baros, eliyle ayağıyla konuşan Sabri, her hamlesi penaltı kokan Servet, sürekli itiraz eden Ümit Karan ve diğerleri...
Fizik bitmiş, kimya bozuk... Pervasız ve gamsız sahadaki halleri. Nereden alıyorlar bu cesareti?..
Sürekli hakemleri suçlayarak onları “şımarık evlat” haline getiren yönetim kurulundan.
O zaman... Antalyaspor tarih yazdığında şaşırmayacaksın.
Sonuç olarak sinirlerin laçka, gücün yok, kulübeden de bir yaratıcılık gelmiyor... Kader açısından rakibe bağlısın.
Maça gelince... Aslında çok daha zevkli olabilirdi doksan dakika. Lakin futbol bir “hatalar” oyunuydu ve hem Antalyaspor, hem de Galatasaray hata yapmaktan kaçınıyordu. En azından ilk yarı kilitlenmiş gibi bir maçtı.
Başkan Aziz Yıldırım’ın “yasak aşk yaşadığı” iddiası, kimi ilgilendirir? Sadece ailesini... Eşini, çocuklarını, yakınlarını.
Başkan’dan süper transferler, muhteşem yatırımlar, ünlü hocalar ve şampiyonluklar bekleyen büyük Fenerbahçe ailesine ne, onun aşk hayatından.
Zaten, futbolun “maço” düzleminde, bedeli “utanç” olan bir eylem değildir çapkınlık!
Ekrandaki spor programları “ota-topa” anket yapıyorlar ya; sorsunlar Fenerbahçelilere... Yüzde doksan “Helal olsun” demezse, bu işi bırakırım ben.
* * *
O zaman, internette dolaşan haber “yüz kızartıcı bir yalan” da olsa, paparazziliğin doruklarını zorlayacak kadar doğruluk payına sahip de olsa, “mesaj” açıktır:
“Yeniden aday olacaksan çok yumruk yiyeceksin”!
“Dedikodu” yıkıcı ve zehirli bir eylemdir, değil mi? Peki, ondan daha yıkıcı ve daha zehirli olan nedir?
Dedikodunun “gerçek” çıkması... Kuru iftiranın bir anda “dedikodu” kirinden sıyrılıp haber niteliği kazanması ve pir-ü pak olması.
Lanet olası... Dedikodu iğrençliğine razı eder insanı.
Çünkü, hiçbir kıymeti harbiyesi olmasa bile tüm dedikoduların “imajını” düzeltir bu olay... İtibar kazandırır. En uç noktadaki hayal ürünlerine bile “Acaba ?” dedirtir.
Yani, yalan yanlış üfürmek değil, doğruları fısıldamaktır en berbatı.
Doğrular niye fısıldanır; orası da ayrı mesele.
Geçtiğimiz bir aydır bilardo topu gibi dönüp durmaktaydı benzer bir hadise: