‘İşte benim Fener’im’

9 Aralık 2002


<#comment>Fenerbahçe hakkında söyleyeceklerimi kestirme yoldan anlatabilmek için Ümit Davala kadar "patavatsız bir açıksözlü" olmayı ne kadar isterdim.
İsterseniz o malum "kumandan hikayesi"ni tersine çevirelim. Hani "Zaferler elbette benim. Kaybetseydik benim boynum gitmeyecek miydi ?" diyen kumandan!..
Fenerbahçe’de kumandan kim?..
Ortaya çıkmalı ve cesaretle hataları üstlenmeli.
Avrupa gitti, kupa gitti, sessizlik bitmedi. "Ne olacak yani, şampiyonluk potasındayız işte" bahaneleri, çiğnene çiğnene çürüyen çiklete döndü.
Fenerbahçe öyle bir duruma geldi ki, eleştirilecek bir durumu kalmadı sonunda. Herşey ortada artık. Kavga bile... Diyarbakırsporlu futbolcuların bir hayretini ileteyim, anlayın kaosun boyutunu:

Yazının Devamı

Neresi doğru ki!

8 Aralık 2002


<#comment>Fenerbahçe’yi bu durumlara düşürmeye kimsenin hakkı yok. Ne Lorant’ın, ne onun arkasındaki kravatlıların, ne de sahada itişip kakışarak oynar gibi yapan ulusal ve uluslararası kahramanların.
Her şartta, faturanın adresi belli olan Fenerbahçe’de Lorant’ın günah keçiliğini sonuna kadar kullanan futbolcular, Diyarbakır Atatürk Stadı’nda kavga etmek için artık soyunma odasına bile gerek duymadılar.
İlk golün gizli kahramanı Ceyhun, orta sahada topu ayağından kaçırdığında arkadaşlarına bağırıp çağırırken, Fenerbahçe’nin ilginç kalecisi Oğuz, çaprazdan gelen topu içeri alarak ilk golü yiyordu. Sonraki dakikalarda ayağındaki topla kalabalıklara dalmayı meziyet sanan Ceyhun’a bağıran ise Ortega’ydı. Hocayı fırçalayan Ortega, Ceyhun’dan mı korkacaktı? Fatih Akyel ise Revivo’yu kibarlık edip, soyunma odasından benzettikten sonra kafayı Steviç’e takmıştı. Alenen itip, kakıyordu takım arkadaşını sahanın ortasında. İşin en kötü tarafı nedir biliyor musunuz, itip kakanlar, bağırıp çağıranlar da haklıydı.
Oysa altı üstü bir deplasman maçıydı bu. Süper Lig’de zirve yarışının ortağı Fenerbahçe, gidecek Diyarbakır’dan puan almaya çalışacaktı. Ama o da ne? Sıradan bir lig

Yazının Devamı

Avrupa’nın çöpü, Kupa’nın sapı

5 Aralık 2002


<#comment>"Dünya takımı yapacağız" dediler, Dünya(nın en tuhaf) takımı olup çıktı Fenerbahçe...
"Avrupa’nın çöpü, Kupa’nın sapı" derken, geride Mısır piramitlerinden sonra Dünya’nın sekizinci harikası olarak nitelendirilen bir stat ile dokuzuncu harikası Lorant kaldı.
Bir de Ortega... Mı?
Hayır. O artık "başkan adayı"!..
Nedir bu?.. Kaos mu, skandal mı, parasıyla rezil olmak mı?
Yoksa Harry Potter filmindeki gibi, "ilginçlik" dozu kaçmış bir kurgu mu izliyoruz Süper Lig’de?..

Yazının Devamı

Terim’in noel çamı

28 Kasım 2002


<#comment>Çaresi yok!.. Bir takımın hocası popülarite yönünden tüm takımın toplamına fark atıyorsa, ne kadar sevgi, ümit, nefret, hayal kırıklığı varsa gelip onda odaklanır ve acı bir yenilginin ardından, takımda girişeceği revizyonun sinyali değil de, devirdiği "futbol çamı" noel ağacı yapılır.
Sadece medyanın değil, doğanın kanunu bu.
Sayın Terim’in Ankara’daki basın toplantısında ağzından kaçırdığı, "Hem beni hem Galatasaray’ı yenmek için motive oluyorlar" tesbiti, kuşkusuz "nakavt sırasında hakemin yumruk attığından şüphelendiğini söyleyen boksörünki kadar" anlamsız ve bir o kadar da şuursuzcadır.
"Malumun ilanı" ile savunamazsınız o kariyeri.

"Bunlarla olmuyor"

Yazının Devamı

Şangur şungur!..

25 Kasım 2002


<#comment>Tribünler inliyor: Cimbom... Bom.
Sahadan yanıt: Cimbom...Güm... Patır... Şangır...
Oysa, bir hafta sonra pazar günü, aynı stadda, aynı koltukta oturmuş; "yaşamışlık hissi" de denilen "deja vu" ya hazırlanıyordum ben... Rakibine velinimeti gibi nazik davranan bir takım karşısında Fenerbahçe gibi gol rekorları arayan Galatasaray hayalleriyle geldim Ankara’ya.
Bir tek tribünler benziyordu. Gerisi kel alaka...
Rakip seyircinin sahalara sokulmadığı günümüzde Galatasaraylılar "kibarlık etmiş" ve bir kale arkasını Gençlerbirliği seyircilerine ayırmıştı. Aynı kibarlığı Gençlerbirliği takımından görmeyi ne çok isterdi Galatasaray !..
Ne gezer... Çelik gibi çıktı Ankara ekibi. Oysa Terim’in ümidi vardı:

Yazının Devamı

‘Nefret’in dozu

21 Kasım 2002


<#comment>Yanlış mı duydum acaba; Sayın Terim gazeteci döven Ümit Davala’ya karşı medya mensuplarının protestosuna, Ümit Davala’nın arkadaşlarından bir misilleme beklediğini, ancak hayal kırıklığına uğradığını söyledi...
İnanamadım...
Sayın Hocam... Ayıp edenin yanında saf tutmak, o ayıbı bölünerek azaltacağına katlayarak arttırır ancak. Arkadaşını desteklemekle, ayıbı desteklemek ayrımı, bıçağın keskin tarafında pres yapmak kadar zordur bu durumda.
Bu işin desteği sessiz ve kapalı kapılar ardında sırt sıvazlayarak olur, olursa. Yoksa, ne diyecekler; "eline sağlık" mı?.. Deseler, en başta hocaları kızmaz mı?..
Çalışkanlıkta, yetenekte, başarıda, hırsta sınırları zorlamak iyi de, söz konusu "nefret" olunca, dozunu aşmamalı.

Yazının Devamı

Lorant’ın falı

18 Kasım 2002


<#comment>Sayın Lorant futbolcularını çingene falcının mendiline doldurduğu baklalar gibi karıştırıp sahaya saçıyordu her hafta. Falı çözmek de futbol yazarlarına düşüyordu. Neyse bu kez "baklalar" yerine oturdu da, kurtulduk bu zor bulmacadan.
Daha doğrusu Bursaspor kurtardı bizi ! Kimse Ankara’ya gelen Abdullah’ın niye kadroda olmadığını, Panathinaikos maçındaki Yusuf, Rapaiç ve Johnson’un neden kulübeden oturduğunu soramaz artık. Allah herkese Bursaspor gibi bir rakip versin Süper Lig’in şu tehlikeli günlerinde. Kestane şekeri gibi bir takım... Dünya kibarı... Sanki sahada Fenerbahçe’nin asları, genç takımla oynuyor. Bir tane Bursalı topa girmiyor. Pressiz, tekmesiz, adam adama mücadelesiz, ama yaratıcılığa, gole, seyre dönük bir futbol var sahada.
Daha maçın ilk dakikalarında belli oluyor ki, gece Washington’un gecesi olacak. Ne markaj var, ne ceza alanında yanına yaklaşan. Sanki Fenerbahçe santrforu yüksek gerilim hattı. Washington da mecburen attı... Hele ikinci golü var ki, karşısında Şenol Güneş’in Milli Takıma davet ettiği Erkan, elinden geleni yapıyor Brezilyalı’nın bir süre daha Türkiye’de kalabilmesi için. Washington, yerde aradığını gökte bulmuş. Bol bol

Yazının Devamı

‘Çıt çıkarmadan’

14 Kasım 2002


<#comment>Tam bir ay önce yazdığım bir yazının finali: "Yani, tribünde, stat çevresinde ve kulüplerin ensesinde kan emenler, artık emdiklerinin hesabını Devlet’e verecekler. Bireysel olarak ezip sindirdikleri insanların yerini, yine o insanların oluşturdukları Devlet alıyor şimdi.
Hiç merak etmeyin... Adım adım... Gürültü çıkarmadan... Planlı... Ve sonuna dek. Bir sorun, Devlet’i de endişelendirecek boyutlara gelince tek çare vazgeçmek. "
Bu sonucu, gelişmelerden çıkarmıştım... Ben çıkarmıştım ama, "mesleği" taraftarlık olan, gelirini "karaborsa" ve "haraçötan sağlayan insanlar ayamamıştı.
Yoksa, bir süreliğine yeraltına çekilir ve tüm polisiye operasyonları haksız duruma düşürebilirlerdi. Çözümleme, anlama, okuma becerileri, kavga içgüdüleri ile parasal sezgilerinin çok gerisindeydi Allah’tan.
Suçüstü oldular... İçeri alındılar... Öttüler...
İstanbul Emniyet Müdürü açıkça söylüyor şimdi:

Yazının Devamı