Acılı Adana

10 Kasım 2002


<#comment>Adamın bir kere ters gitmesin işi, acılı Adana kebap yerken bile kırılır dişi...
6 şiddetindeki bir deprem Fatih Hoca’nın karizma gökdelenindeki 6 katta ağır hasar meydana getirmişken, en kolayı "vurun Adanalı’ya" demekti ama; bu kadar moralsiz ve yorgun bir takıma neylesin Fatih Hoca... Elindeki adamlarla kurmuş bir takım. Taktik bol gollü bir galibiyete dönük. Topu ele geçirdiğinde sahaya 2 - 5 - 3 olarak yayılıyor Galatasaray... Yayılıyor ama ortada bir Pinto unsuru var, bir de direkler. Arif ile Hasan Şaş toplam üç golü Adanaspor direklerine nişanlıyorlar. Pinto ise ceza alanında her ele geçirdiğini ısrarla dışarı atıyor. Orta sahaya gelince; onun dramı Cihan’ın adında somutlaşıyor. Bir de Halilagiç... Fiziği ve yeteneği ile devleşen Adanasporlu, Laila’nın badigardlarından beter... Kibarca gelmeyen hiçbir topa izin vermiyor.
Dünya garip... Bir sigara içimlik mesafedeki Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda "Beş bine karşı bir" oynuyorsun; uçakla iki saatte ulaşabildiğin 5 Ocak Stadı’nda şeker gibi tribünler buluyorsun. Kalabalık bir Ultraaslan grubu daha maç başlamadan Terim ve futbolculara moral aşılamaya çalışıyor, ama çok zor... Tahribat büyük... Galatasaray

Yazının Devamı

Başbakan kim?..

7 Kasım 2002


<#comment>Gazetecilik doktorluk gibidir... Uzmanlık gerektirir... Ama bu demek değildir ki, göz doktoru karaciğerin yerini bilmesin veya toplumsal bir olaya tanık olan ekonomi yazarı, haberin üzerine gitmesin.
Yani uzmanı olduğun dalı iyi bileceksin, ama yaşamla ilişkini o uzmanlık dalına indirgemeyeceksin. Yoksa "Maradona Tarikatı" üyelerinden ne farkın kalır.
Hep bunu bilir, bunu söylerim... Sonuçta bir spor yazarının, herhangi bir takımı "işinin ehli" bir teknik direktör kadar bilmesi olası mı? O zaman neden tüm spor yazarları profesyonel futbol adamlarından oluşmuyor? Çünkü onların futbol oynadığı, takımla uğraştığı zamanları, yazısını okunur kılmak ve yazılarına katacağı yaşama bakış lezzetini artırmakla geçiriyor spor yazarı. Veya öyle olmalı... İnsanlar bir spor olayını onun gözlükleriyle izlemek için okuyor yazılarını. Yoksa en somut yol, maç istatistikleri.
Bu kıvamı tutturmak her zaman kolay olmuyor elbet.
Seçim gecesi... Saat 01.00’i biraz aşmış. Ülkemizin Tayyip Bey’e teveccühü çoktan ortaya çıkmış. Show TV olaya renk katmak için iki ünlü spor yazarından görüş alıyor. Belli ki haberli; ikisi de kravatları takmış.
Önce 20 yıllık sevgili

Yazının Devamı

Terim ve press

31 Ekim 2002


<#comment>Galatasaraylılar yakınıyor: "Pres yok"
Fatih Terim’in şikayeti, tam tersi: "Press var".
Press, basın, medya, adı her neyse; yazdıkları, söyledikleri "kasıtlıymış" Fatih Hoca’ya göre.
İnsanlar o eski günlerdeki gibi dar alanda agresif oyun istiyor. Fatih Terim ise geniş sütunlarda sükunetli bir sabır. Tribünler ofansı özlüyor, Terim defanstaki "yandaş" kalemlere prim veriyor.
Brugge, buruş buruş etse de, Ali Sami Yen’in içinden Lokomotif geçse de, geçmiş günlerin hatırına, diline, kalemine hakim olacaksın.
Neden olmasın!..

Yazının Devamı

Dolmabahçe’de bayram

26 Ekim 2002


<#comment>Taktik, teknik, güç, kuvvet bir yere kadar. Sonunda iş gelip bunları sahaya indirecek bireysel ve ekip motivasyonuna dayanıyor. İşte Beşiktaş’ın en büyük artısı buydu, dün akşam. Adeta dargın oldukları İnönü Stadı kale ağlarıyla helalleşmek istiyorladı, Alaves maçından önce. Bunun ilk işaretleri geçen hafta gollerden sonra Denizli’deki kulübe kucaklaşmalarında yatıyordu. Lucescu’nun Beşiktaş’ı her takımın başına gelebilecek krizlerden birini daha geride bıraktı, Malatyaspor maçıyla.
Malatya da Fenerbahçe ve Galatasaray çok iyi bilir, öyle leblebi çekirdek değil gülle gibi bir takım aslında.
Beşiktaş’ın yükselişinin aynası Sergen’di. Koştu, çalıştı, tükenip yerini Nouma’ya bıraktığı 68. dakikada bile pres yapıyordu. Geride bir Ali Eren vardı, ayağıyla kafadan top alıyordu. Zago soğukkanlı, İlhan ise sinirlerine hakim bir şekilde eski günlerini arıyordu.
Ayağına gelen pozisyonları cömertçe harcayan Kaan Dobra da, aldığı topları ezip Beşiktaş’ın sağ kanadını yarı kapasiteye düşüren İbrahim de en azından çabalıyordu. İkinci yarı nostalji zamanıydı Beşiktaş’ta.
Yapılan değişiklikle arada bir Tümer - İlhan kompozisyonları izler gibi olup, Nouma’nın

Yazının Devamı

Kırk satır mı, bir Lorant mı

24 Ekim 2002


<#comment>Artık çok geç değerli Fenerbahçeliler!.. Lorant’tan kurtulma ümitlerinizi rafa kaldırın ve bu sezonu dünya futboluna Fenerbahçe’nin armağan ettiği kıymetli Alman hoca ile tamamlamayı göze alın.
Anlaşıldı ki; Lorant kafayı çekip Samandıra Tesisleri’nde havaya ateş falan etmezse, fantezi olsun diye sahaya on kişi sürmeyi denemezse, yönetim kurulundan bir - iki üyeyi azletmeyi düşünmezse, bu saatten sonra onu postalamak isteseler bile çok zor.
Tüm fırsatları harcadılar. İlk başlarda ben "ümidimi mimiklerine bağlamıştım" Lorant’ın ! Hani Fenerbahçe ileri gelenleriyle yemekler falan yiyordu Hoca... Sağa sola kaş göz edip öpücük yollama hareketleri yapınca, biri üstüne yürür de kaçar gider diye hayal kuruyordum, olmadı. Sayın Ali Şen’den ümitliydim; o da Başkan Yıldırım’ı "ilk sıraya" aldı. Geriye medya kaldı. Ama, medya Fenerbahçe’nin tek ve en büyük düşmanıydı yönetime göre.
Hani Sayın Aziz Yıldırım "bombayı kucağınıza bırakır giderim" demişti ya; Lorant da, Fenerbahçe takımını artık çözülemeyecek bir boz - yap haline getirdi nihayet. Hangi teknik direktörde, Lorant’ın attığı taşları kuyudan çıkaracak yetenek var ?
Yarın, öbür gün; o koltuklarda

Yazının Devamı

Roma yandı, işe yaradı

17 Ekim 2002


<#comment>Biz sadist miyiz de, "Fenerbahçe’nin küfür yüzünden ceza alması iyi oldu" diyoruz?...
Hayır... Ama, Fenerbahçe’nin cezalandırılması, Neron’un Roma’yı yakması gibi bir vaka... Herkes Neron’un psikopatlığını hatırlar ama, o yangınla Roma çarpık kentleşmeden kurtuldu.
Evet... İyi oldu; çünkü küfür denilen organize suçla Fenerbahçe gibi bir dev organizmada mücadele etmenin ve onu yenmenin kolaylığı apaçık ortada.
Rahatsız olan kitle ne kadar büyük ve güçlüyse, küfür mikrobundan kurtulma şansımız o kadar artacaktı bizce... Kulübün, günahsız insanların belki canı yanacaktı ama, sonuçta temiz tribünlere oturma ihtimalimiz vardı ve sadece bu ihtimal bile bize yeter de artardı.

HIRSIZIN SUÇU YOK MU?

Yazının Devamı

Küfürbaza ‘klasik’ işkence

10 Ekim 2002


<#comment>Yahu biz stadlara maç seyretmeye mi gidiyoruz göbek atmaya mı... Nedir o bangır bangır oyun havası öyle:
"Yerinize oturmayın" mı demek istiyorlar nedir; daha maç başlamadan önce?.. Sonra stadına göre, popüler müziğin en oynak ve en sulu zırtlak nağmeleri... Koltuklar titriyor, ciğerler sarsılıyor.
Yanındaki insana, ellerini boru yapıp duyurabiliyorsun sesini.
Peki, bu futbolun keyifli bir bölümü de muhabbeti değil mi?.. Kim girmiş, kim çıkmış, rakibin maçı kaç kaçmış...
Ne mümkün! Yüksek desibelin, sesten duvarlarıyla örülmüş yarım metrekare alanda, kırk bin kişinin arasında yapayalnızsınız.
Bazıları bu koşulları deşarj olma fırsatı olarak kullanıyor, bazıları ise alın yazısına katlanıyor.

Yazının Devamı

Üstün yetenekli haylazlar

7 Ekim 2002


<#comment>Bu Fenerbahçeli futbolcuların bir sorunları mı var, yoksa hocalarıyla frekans mı tuttaramıyorlar anlaşılamıyor. Ama yeteneksiz olmadıkları kesin. Aynen, mecbur kalmadıkça ödev yapmayan üstün zekalı haylazlar gibiydi üstün yetenekli Fenerbahçeliler.
Maç başladı, Fenerbahçe aktif dinlenmede... Taa ki, 18. dakikada golü yiyip işin ciddiyetini kavrayana kadar. Oysa şartlar günlerce önceden beri Fenerbahçeliler’in lehineydi. Stadda ise tribünlerin 10’da 9’u sarı lacivertliydi. UEFA’da tur atlamışlar, Başkan Aziz Yıldırım’a Egeliler "Başbakan" sıfatı yakıştırmışlardı. Rakip Altay’ın son para umudu gişe gelirlerine GSGM temlik koymuş, moralinin son kırıntılarını da yok etmişti.
Peki Fenerbahçe maça neden halı sahada toksin atar gibi başladı. Çünkü ligin daha 8. haftasında teknik direktörünü yemek istemeyen Fenerbahçe, forvetteki futbolcularını çerez niyetine atıştırmış ve Ortega’yı, Serhat’ın yanına rakip ceza alanına postalamıştı.
Aynen öyle... Serhat ve Ortega, 11 futbolcusundan yedisi orta saha adamı olan takımda, orta saha ile dargın durumdaydı. Ne zaman ki, aradaki mesafe kapandı, işte o zaman Fenerbahçe ilk Solna maçının ilk devresinden küçük hatıralar

Yazının Devamı