<#comment>#comment> Fenerbahçe bu... Söz konusu transfer ise, kimse onun eline su dökemez. Suyu boşverin, eline göremez bile... Malum, "ağanın eli tutulmaz".
Fenerbahçe ile transfer, üzüm ile pekmez kadar neden - sonuç ilişkisi içindedir. Bu yüzden "kayıplar" keskin sirke olur, gerçeğin karesi değil "küpü" oranında algılanır. Ama transfer sözcüğü, en çok Fenerbahçe adıyla anılınca sükselenir.
Öyle ya da böyle; bir transfer Fenerbahçe ile ne denli içli dışlı ise o kadar kıymetlidir.
"Yılın transferi" yapılacak da, konuda Fenerbahçe olmayacak!..Buna inanan delidir. Şayet Revivo transferindeki gibi taraflardan biri de Galatasaray ise, olay bitmiştir. Ortadoğu’da savaş çıksa, kimin umrunda...
Ya takla atarsa
<#comment>#comment> Sergen’in kilo alması komik bir hadise. Bir kere, bize ne ? Tasası bize mi düştü? Kocaman adam, ister sakal bırakır, ister göbek. Yağları ağır gelip koşamazsa, malulen emekli olur; kendisi karar verecek.
İkincisi; kaç kilo fazlası var bir türlü anlaşılamadı. Gazeteler sekiz diyor, menajer Sinan Engin dört, Sergen üç...
Ağırlık kadar matematiksel bir konuda bile bunca belirsizlik, olsa olsa bizde olur. İnsan delirecek...
Aslında Sergen’in gürbüzleşmesinde beni tek üzen nokta, fazla kiloların nedeni: Suçlu; ayçekirdeği... Tatilde fazla "çitlemiş" kıymetli futbolcumuz.
Keşke tembellik edip şezlongtan kalkmamış ve akşam yemeklerinde deniz mahsullerine kendini kaptırıp, şampanyayı fazla kaçırmış olsaydı.
Kebap ve baklavaya bile razıydım...
<#comment>#comment> Bu mu vefa... Bu mu sevgi... Bu ülkenin yüzünü ağartanlara çektirdiğimiz eziyetler yetmedi mi?
Galatasaray’a kimsenin "işkence" yapmaya hakkı yok... Yapamazlar... Yaptırmayız.
Ona yüz milyon dolarlık Olimpiyat Stadı’nı müstehak gördüğümüz için utanmalıyız!..
Hafif bir soğuk algınlığı var ama kafayı üşütmedim; olay bu merkezde. Söyleyen ben değilim.
* * *
"Hayali cihan değer" olimpiyat uğruna açlık sınırı altındaki insanların eksilen lokmalarıyla yaptırılan dev bir spor kompleksinde, "gel inşaatın bitene kadar oyna" deniyor; ortaya Galatasaray adına birtakım "fetbaz eskici taktikleri" sürülüyor:
<#comment>#comment>Beşiktaş’ı çok zorlu günler bekliyor çook...
Fatih Terim pes etmedi... Oğuz Çetin yeni başladı... Ersun Yanal daha hızını alamadı.
Bir yandan da UEFA Kupası...
Eğer Beşiktaş, Lucescu’nun, "Birinci sayfa sözü vermiştim... Tuttum" cümlesini ciddiye alır da rehavete kapılırsa, yüzyılın en büyük hayal kırıklığı kupasını alması işten bile değil.
"Durmayalım, düşeriz" sözü, Beşiktaş’ın sloganı olmalı devre arasında.
Bence, sahip olduğu avantajlar ile rakiplerinin berbat durumları arasındaki farka orantılı bir puan üstünlüğü yakalayamadı ilk yarıda Beşiktaş...
<#comment>#comment>Okur, yazardan ne bekler; okur - yazar olmasından başka?.. Bir sürü yetenek, fazilet ve tabii ki ciddiyet...
Ciddi ciddi durum tespiti yapmalı bir spor yazarı... Olaya analiz ve çözüm önerileri ile yaklaşmalı... Konu bir kulüp ise, söz konusu kulübe fikirler, o kulübü sevenlere tavsiyeler getirmeli... Veya tersi.
Ya konumuz Fenerbahçe olursa?..
Fenerbahçe’de o kadar çok şey iç içe, alt alta, üst üste, dolaşık - bulaşık ve ardışık meydana geliyor ki, sadece durum tespiti için gereken süreye, bir sezon bile yetmez valla... Şimdi anlatmaya başlasan, gelecek sezonun ortalarında yeni bir teknik direktör kovulma vakasına kadar biter mi, bitmez mi bilinmez.
Gerçi, işin en keyifli yanı, ilk aşamasıdır... Elini taşın altına koymadan yapılan durum tespiti atmosferinde, eser - gürlersin. En ufak bir hata, kaleminden akan kanla Kurban Bayramı’ndaki Müslüman bahçelerine çevirir sayfaları. Dizi bile yaparsın icabında. Ama söz konusu Fenerbahçe olunca bitiremezsin.
<#comment>#comment>Her şey çok farklı olabilirdi! Şayet Sergen, kullandığı penaltıya karizma katmak için efelenerek yaklaştığı topu laubalilik sınırına taşıran bir vuruşla Beşiktaş’ın fırsatını yırtılan ganyan kuponuna çevirmeseydi.
Herşey... Zaten UEFA apoletleriyle erimeye yüz tutumuş İnönü gerilimi sıfırı tüketebilir, kaybedecek bir şeyi kalmayan konuk takım yedi kişilik defansından orta sahaya ve hücuma da adam ayırabilir, açılmış bir oyunda Beşiktaş’ın yetenekleri becerilerini sergileyecek alan bulabilir, izleyenler keyif alabilirdi. Açıkçası ben bu ümitlerle gelmiştim.
İnönü Stadı’ndaki "son" görevimde Beşiktaş sezonun en iyi futbolunu oynuyordu Malatya karşısında. Demek ki, yedi haftadır şöyle gümbür gümbür bir Lig maçından tenkit yazamamıştım... Hasret kalmıştım. O günden bu güne iki gömlek üstün olmalıydı Beşiktaş. Maalesef tek fark teknik kadrodaki paltolardaydı.
En azından ilk yarıda...
Berbat bir futbol kalabalığına mahkum etti iki takım da bizi... Beşiktaş hücumda kalabalıklaştıkça Samsun’un tüm takımla yaptığı müdafaa ceza yayının çevresini Eminönü iskelesine çeviriyordu. İtiş kakış bir insan yığınından bir tane bile pozisyon üretmek mümkün olmuyordu.
<#comment>#comment>2008’e aday olmayı akıl ettiğimizde, yanımıza Yunanistan gibi bir komşumuzu alma fikri, bizim açımızdan "ilginç" olabilirdi. Ama huzur içinde olimpiyat düzenlemek isteyen Yunanistan için "şans"ın da ötesindeydi.
Olsun!.. Çünkü o sıralarda elimizde Galatasaray övüncünden başka bir şey yoktu. Halkları politikacılarından daha toleranslı iki ülkenin kolkola aday olması, futbola "barış misyonu" eklemeye çalışan UEFA kıstaslarına göre reddedilemeyecek bir kart olacaktı.
Yunanistan’ın bir taşla iki kuş vurması bizi alakadar etmezdi.
Ardından Türk Milli Futbol takımının Dünya üçüncülüğü geldi. İstanbul’daki iki, İzmir’deki bir heybetli stadı ve futbola tapan milyonlarıyla Türkiye, artık vazgeçilmezdi bizce!.. Hele yanında Yunanistan’la...
Lakin bizi bu dostluk havaları mahvetti.
Bir Fenerbahçe - Panathinaikos maçında anlaşıldı ki, halkların dostluğu bile fanatizme anestezi olamıyordu. En ufak çıkar çatışmasında, bütün eski defterler açılıyordu. İstanbul’da "1453 afişi"ne karşı sandalye ile ayran, Atina’da panzerli koruma sahneleri, Türk - Yunan ortaklığının altındaki sandalyeyi çekip tüm stratejiyi yerle bir etti... En büyük silahımız geri tepmişti.
<#comment>#comment>Oğuz Çetin’in "terfi"indeki paradoks, hiç de başarılı olamadığı yardımcı antrenörlük sonucunda rütbe alıp "antrenörbaşı" olmasında odaklanıyor bence.
İnsanların yutkunup da söyleyemedikleri bu.
Yoksa, Oğuz’un Fenerbahçeliliğinden, karizmasından şüphe eden yok. Belki diploması biraz sorun çıkarabilir; lakin fırsat verilmeyen adamın söz konusu işi beceremeyeceği nasıl iddia edilebilir?
Bakarsınız Oğuz Çetin aslında teknik direktör olmak için doğmuş bir kişidir. İkinci adam pozisyonunda yetenekleri gölgelenmiş, hem kendini ifade edememiş hem de Türk ve Dünya futboluna getireceği yeni açılımları sergileyememiştir. Belki Denizli ve Lorant’a saygısından harekete geçmemiştir; kim bilir?
Şaka bir yana; Fenerbahçe’nin kendine başkan bile bulamadığı kaos günlerini Kaptan Oğuz’un kişiliği ile kazasız belasız atlattığını hatırlarım ben. Kendisi ile o günlerde yaptığım bir söyleşinin başlığı şöyleydi:
"Başkan yoksa Kaptan var"...