Hummalı ve muammalı maç

3 Ekim 2002


<#comment>Galatasaray-Brugge maçını ekrandan izleyen milyonlardan biri de bendim. "Müsabakayı özetle" deseniz, şunu söylerim:
"Topu takip eden kameranın kadrajında, her an Galatasaylıların iki katı Brugge oyuncusu vardı"
Nasıl ve nedendi bilemem!.. Bunu isterseniz konuk ekibin katı defans anlayışı önünde Galatasaraylıların gol çabalarına bağlarsınız, isterseniz "nerede eski Galatasaray" diye ağlarsınız. Zaten cümle yorumcuların fikirleri bu kavşakta ayrıldı. Hadi biz stadda değildik; maçı -ne demekse- çıplak gözle izleyemedik... Peki izleyenler neden uzlaşamıyordu?
Bu ne menem bir işti ki, bunca yetişmiş kadroya sahip spor yazarlığı müessesesi, bir takımın iyi ya da kötü oynadığı konusunda kanaat birliğine varamıyordu? Çok seslilik, net sorulara net yanıtlar aranırken bile madalyona ters taraftan bakmak mıydı yoksa?.. Ya da kimin ne pozisyon alacağını kestirmeye çalışıp, karşı pozisyonda mı yer almaktı...
Ben de maçı ekrandan izleyen milyonlarla birlikte, ikna olunmadan kapattım televizyonu. Futbol gibi somut bir oyunda, neydi acaba bunca muamma?..
Tek nedeni vardı:

Yazının Devamı

Sergen’in hayaleti

29 Eylül 2002


<#comment>Lucescu’nun Allah’ı var. Beşiktaş’ın berbat futbolunda suçu en az olanlar arasında Rumen hoca. İlginç bir kurgu yapmış. İleri ikilide Ahmet Dursun ile Sergen, arkalarında oyun kurucu gibi Pancu... Hücumlarda Kaan Dobra da katılacak ve dörtlü bir forvet Ankaragücü’nü gole boğacak.
Ama ne gezer. Kaan Dobra oyundan kopuk. Ahmet Dursun çabalıyor, ama yetmiyor. Sergen ise felaket. O raket gibi sol ayağı, sanki derin dondurucudan yeni çıkmış.
Sergen’in pasları hiç atılmamış sayılabilir, ama diğer arkadaşları da üçüncü pası yapamıyor. Sahada ver - kaç yerine ikili tartışmalara tanık oluyor tribünler... Yasin - Zago, Ali Eren - Cordoba gibi. Lucescu ne yapsın? Erken gole seviniyor garibim. Biliyor ki, istikbali burada yazılmaya başlıyor ve 180 dakika sonra herşeyin sonu bile gelebilir.
Maçın ilk yarısından benim aklımda üç şey kaldı. Bir tanesi ve de belki Beşiktaş açısından en önemlisi Sergen’in hayaleti... Evet, sahadaki 10 numaralı forma boştu ilk 45 dakikada. Galiba sekiz pas verdi Sergen; sekizde sekiz ıska. Bir tek 30. dakikada kullandığı serbest vuruşta Ankaragücü kalecisi Zafer ile Pancu’yu karşı karşıya bırakabildi, o kadar. Geri kalan sürede kendisine

Yazının Devamı

Her şey daha beter olacak

26 Eylül 2002


<#comment>Aslında bir Fenerbahçeli’nin Lorant’a kızgınlığı kadar doğal bir şey olamaz dünyada... Hatta onu sevenin Fenerbahçeliliğinden şüphe ederim.
Mesela Oğuz... Neden kızmasın ki Alman’a.... Üstelik herşey gözünün önünde oluyor. Sonuç ortada... Hayatının en büyük hedefi avuçlarından uçmak üzere. Gerçi Lorant başarılı olsaydı, sonuç yine değişmeyebilirdi ama, o başka mesele!..
Sonra Başkan Yıldırım... O Fenerbahçe için sağlığını ve parasını riske ediyor, hoca bir çuval inciri berbat ediyor. Umarım rüyasında saçını başını yoluyordur Lorant’ın da, hıncını alıyordur.
Hatta Fenerbahçe’nin malzemecisi bile kızgındır. Soyunma odasında tek başına kaldığında onun kramponlarına tekmeler atmadığını kim bilebilir.
Bir de Fenerbahçenin ekmeğini yemiş eski futbolcular var... Sonradan yazar olanlar, en iyi yazar olduğunu sananlar, yazmayanlar, okumayanlar... Hepsi kızgın olmalı.
Kim sevebilir Lorantı?.. Belki Galatasaraylılar... Biraz da Beşiktaşlılar.

Yazının Devamı

Bu hafta ‘light’

19 Eylül 2002


<#comment>Dün akşam Galatasaray Şampiyonlar Ligi’nde sınavdaydı. Ters Köşe maçtan önce bitti. Okuduğunuzun akşamı, Fenerbahçe, Beşiktaş, Ankaragücü, Kocaeli ve Gençlerbirliği, UEFA’da tur şansı arayacak.
Yani iş ciddi!
Hani derler ya; bu mesele "milli"... Milli olmasa bile vicdani!
Hal böyle olunca, biz de çaresiz kalemimize taş basıp, ciddi sorunlara ciddi ciddi yaklaşmayacak, ufak taşlama ve takılmalarla yetineceğiz.
Gerçi piyasadaki bazı adamlar; neyin, ne zaman, nasıl yazılacağına bile karışabiliyorlar ama, bizim stilimiz bu.
Zor durumdakilerin üzerine saldırıp bir parça daha koparmak yerine, öneri getirmek... Yerin dibine sokmak değil, esprinin kaz tüyü yastığı ile vurmak... hakaret etmeden, olumlu örnekleri sergilemek. ilginçliği tersliklerde aramamak. Olaya yöneticilerin balkonundan değil tavan arasındaki pencereden bakmak... Takım tutmak uğruna saçmalamamak, angaje olmamak, sözünün arkasında durmak...

Yazının Devamı

Rüyadaki takım

15 Eylül 2002


<#comment>Bıkmışım artık Lorant’ı anlamaya çalışmaktan. Nefret ediyorum onun yerine düşünmekten. Yok, kimi oynatacak, yok hangi sistemi uygulayacak, hangi futbolcuyu ne zaman saha kenarına alacak... Mümkün değil tutturmak. Açın dünkü gazetelere bakın iki tane birbirini tutan olası Fener kadrosu bulanlar, İsveç’e benim davetlimdir... Yüreği olan gelir Solna maçına; daha doğrusu yüreğinde sorun olmayanlar.
Uğraşmıyorum hocayla... Zaten bugün var, yarın yok. En çok bu maçın "gıyaben derbi" olması ilgilendiriyor beni. Aynı Malatyaspor bir doksan dakika Galatasaray ile, bir doksan dakika Fenerbahçe ile oynadı. Ve iki maçı da izleyenler farkı anladı.
Olamaz mı? Neden olmasın...Aynı şeye eşit olan iki şey birbirine eşitse eğer aynı Malatya’ya karşı alınan sonuçlar bize gösteriyor ki, Galatasaray’ın elinden iyi kurtulmuş bu Fener.
Gerisini ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Zaten telaşlıyım, İstanbul’a uçak yok. Gidip soracağım; acaba Fenerbahçe’nin özel uçağında yer açıldı mı? Hani olur ya; hoca, yardımcısı, bir - iki yabancı, kimbilir belki olayı soğutmaya çalışan bir - iki yönetici yırtar dönüş biletini.
Malatyaspor, Fatih Terim’in tesbiti gibi bir Real Madrid

Yazının Devamı

Futbolun masumiyeti

12 Eylül 2002


<#comment>Bazen aklıma geliyor; futbol kulüplerine, yöneticilerine, futbolcularına, hocalarına, çok mu yükleniyoruz acaba ?..
Sonuçta, başarının karşılığı şampiyonluk; başarısızlığınki, kaçan bir kupa...
Onların hataları, sefalete düşürmüyor, açlığa mahkum etmiyor, umutsuzluk, çaresizlik, ahlaksızlık yaratmıyor; sadece üzüyor insanları.
Yanlış bir adım zaten sahada yanıtını buluyor. Hatada ısrar eden, pılısını pırtısını toplayıp gitmek zorunda kalıyor.
Galiba onlar, "kitleleri ardında sürükleyenlerin" en masumları.
Baksanıza politikaya...

Yazının Devamı

Demokrasi ve Ali Şen

5 Eylül 2002


<#comment>Hayatın cilveleri bunlar: Başkanlık yaptığı dönemlerdeki tek adam otoritesi ve tropik siklon gibi esen görev süresi, kimileri tarafından "diktatörlük" olarak algılanan Sayın Ali Şen, şu sıralarda Fenerbahçe Kulübü’ndeki "demokratik yapı"nın en önemli unsuru ve güvencesi haline geldi.
Adına ister "muhalefet" deyin ister "nifak", isterseniz "eleştiri"; kulubü adeta yeniden "inşaa eden" Aziz Yıldırım’ı bu kadar yüksek sesle uyarmaya, ancak Ali Şen cesaret edebilirdi.
Evet... Bunlar hayatın cilveleri.
Sayın Kenan Evren’in komşusu ve çok yakın dostu Sayın Ali Şen’in, Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin demokratikleşmesine yaptığı bu tarihi katkı, şu günlerde artı sonsuzdan eksi sonsuza kadar kantarlanabilir ama, uzun vadede kulübe "demokratik" etkileri kesindir.
Çünkü muhalefetsiz iktidar, denetimsiz güç, zaman zaman kendini yaratan nedenlere bile savaş açabilir...
Bu kişisel bir mesele değildir. Bir ortamın demokratik olabilmesi için artılardan eksileri çıkarmadan sadece aksayan yönleri dile getirenler de olmalıdır. Yönetenlerin, eleştiriden nefret etmesi de eşyanın tabiatı gereğidir. Onlar hep "en iyiyi yaptıklarından" emindir. Tenkitler başarıya

Yazının Devamı

Yerli drama

2 Eylül 2002


<#comment>Televizyondaki yerli dizilerde neler olup bittiğini asla takip edemiyorum. Ama, "Drama" eksikliğimi Fenerbahçe Cumhuriyeti’nde yaşanan olayları izleyerek gideriyorum. Çok daha hüzünlü, çok daha heyecanlı ve insan gelecek haftayı iple çekiyor.
Burada "mahallenin muhtarı" Aziz Yıldırım... Muhtar, semtinin suyuna yoluna iyi koşturuyor lakin, mahallelinin istediği başka...
Lorant ve Oğuz, "itilmiş" ile "kakılmış" sanki. Herkes onları itip kakıyor; onlar da birbirlerini...
Ve "aşkına eşkiya" bir seyirci...
Gerçi dün çok farklıydı. Aziz Yıldırım stada gülücükler içinde geldi. Tribünler yine Sarı-Lacivertti, fakat yarıya yakını boş koltukların rengi... Lorant ve Oğuz ise eleleydi... Sarmaş dolaş çıktılar Şükrü Saracoğlu’nun sararmış çimenlerine... Bu arada çimenlerin ve sahanın durumu, sanki son haftalarda Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu ruh halini anlatmaktaydı. Lorant ve Oğuz, "manalı" bir şekilde kenetlenince belli oldu ki, Fenerbahçe ile Fenerbahçeliler arasında barışma kokteyli olacaktı Denizlispor maçı.
Lorant, Feyenord rövanşı için, "Bu kader maçı değil" demişti ya; belki de haklıydı. Asıl Denizlispor karşılaşması teknik heyet için tam

Yazının Devamı