Kıyasıya bir şampiyonluk yarışına sahne olan lig maratonunda Fenerbahçe yine önemli bir rakibi ve haftayı 3 puanla geçmenin huzuru içinde oynamaktaydı kendi evinde.
Ligin ikinci yarısında müthiş bir yarışma dengesi kuran sarı-lacivertli kadroda forma giyen herkesin liderliğe inanmış, şampiyonluğa şartlanmış bir düşünsel kenetlenmenin içinde oldukları muhakkaktır... Ligin ilk yarısındaki bocalama haftalarını zorluklarla da olsa atlatmasını bilen kişi olarak önce Aykut Kocaman’ı parantez içine almak gerekir... Başta Alex olmak üzere tüm soyunma odası ekibiyle barışık bir dünya kuran Aykut hocanın büyük gücünün de Başkan Aziz Yıldırım ve yönetimden kaynaklandığı hiç tartışılamaz.
Ayrıca futbol dünyamızda, yönetim kurulu odalarında ışıklar parlak yanıyorsa soyunma odalarından sürekli kahkahaların yükselmesi normaldir... İşte bu hakikat dünya futbolunun her başarılı takımı için her ülkede söylenen ve tekrarlanan anahtar sözcüklerdir.
İşte yukarıdaki futbol değerlerinin özü içinde çalışıp, ligi taşıyan Fenerbahçe’nin her hafta kazanma maharetlerinin ardındaki güzellikler bu inanç zenginliğinden kaynaklanmaktadır... Alex’in ayakta alkışlanan saha içi ve dışı başarıları, gol
Fenerbahçe, İzmir’de Buca ile 3 puan kazanmaya çıkmışken, ilk yarıda hababam sınıfının Ege versiyonunu ekrana sürmekteydi sanki.
Tüm futbol düşüncelerini gol yaratmak üzerine kurgulamış bir Fenerbahçe’nin stresli sahneler yaşaması doğaldı tabii. Ancak avlamaya giderken, kapıyı-pencereyi böylesine açık bırakıp Bucaspor oyun alanında 21 oyuncuyla trafikçilik yarışı yapmanın alemi var mıydı hani... Sağ çizgiden bindirmeler gırla gidiyor, ama yollar ana-baba günü sanki. Soldan çıktığı ataklarda Caner zaten yolları bilmeyen bir ambulans şoförü gibi aralardan sıyrılıp gideceğine devamlı sağa sola çarpıyordu yarışmada.
Göbekten çıkışlar dün ayrı alemdi sarı-lacivertli forma adına maçın ilk 45’inde. Yarım alana sıkışıp kalmış, 20 kişiye yakın kalabalıktan Alex nasıl silkinip kimin kaçışına pas hazırlığı yapabilirdi ki? Semih’in meziyeti boş alanlara kaçıp oluşacak pozisyonlardan ve de karambollerden sayı yaratmak üstüne. İyi de dün Buca oyun alanında boş bölgeler diyebileceğimiz bir boşluk çarptı mı acaba sizlerin gözlerine?
Buna karşın Buca, Fenerbahçe’nin arka bahçesi diyebileceğimiz defansif alanlarında top değil at koşturuyordu adeta. Abdülkadir isimli delikanlı babasının
Böylesine kritik haftalardaki hakem hatalarının ligin kaderini ve şampiyonun adını dahi değiştirebileceğinin farkında mıydı acaba sayın Hüseyin Göçek ?
Daha dakika dolmadan Alex’in ceza sahası içindeki indirilişi penaltı değilse eğer, siz hangi katliam anlarında bu cezayı cesaretle verebilirsiniz sayın Göçek..? Maçın başındaki bu olayın dışında, maça bitiş düdüğüne kadar asılan Fenerbahçe’nin sayısız hücum organizasyonları vardı müthiş gecede... Ancak Gaziantep’in de mükemmel bir kapanış düzeniyle oyuna kendi alanında kilitlenip, Fenerbahçe’nin pas düzenini dar alanlara sıkıştırıp boğması kendine özgü taktik anlayışıydı Saracoğlu’nda.
Ancak Murat Ceylan’ın ve Hürriyet’in hatta Antep savunmasının korkutucu faul darbeleri, Emre Güngör’ün Lugano ile giriştiği ayıplı dalaşmalar oyuna renk katmak yerine yarışmaya sarı yağmuru yaratmaktan başka ne işe yaramaktaydı ki? Bu arada üstad Alex’in etrafındaki markajcı kalabalık Fenerbahçe’nin bu sezonki gol ve pas prensine adeta nefes aldırmıyorlar ve maçta sayı bulmak umutları özellikle de Fenerbahçe adına karambollerden çıkacak şanslara kalıyordu müsabakada... Tabii Antep’in aralıklı da olsa yaptığı kontratak çıkışları önemli
Galatasaray-Trabzon maçının ilk yarısı futbol oyununun ateşli atmosferinden hayli uzaklarda yaşanmaktaydı Türk Telekom Arena’da.
Trabzon’un ille de 3 puan kazanma isteklerinin ayaklanıp Galatasaray’ın oyun alanına sayısız hücumlarla yüklenmesi beklenmekteydi aslında. Haftalar öncesinden çeşitli dedikoduları ayyuka çıkan bu önemli yarışmada Galatasaray ilk 45’te Trabzon’dan daha akılcı ve top kullanma üstünlüğü kurmaktaydı, kendi sahasında. Hele Arda, 16. dakikada yakaladığı pozisyonda daha çabuk olup golü yakalasa Trabzon için işler çok erken ters-yüz olabilirdi doğrusu.
Yani, bir maçın favorisi olmak büyük stresleri taşıyarak oynamak sorumluluğudur bir yerde. İşte bordo-mavililerin dün taşımakta zorluk çektiği gizemli durum tam da bu tarife girerdi... Buna karşın Galatasaray’ın ligde iddiasız kalışı, ancak camia adına üstlendiği onurla savaşmak sorumluluğu sarı-kırmızılı 11’in gerekli dopingi oluyordu dünkü anlamlı yarışmada.
* * *
Maçın ikinci bölümünde de ilk yarının vasat futbolu devam halindeydi Arena Stadı’nın taze çimenlerinde... Colman’ın can sıkarcasına gözlere batan pas hataları devam ediyor, Umut, Jaja, Alanzinho ve Burak’la gol pozisyonları yaratmayı
Eskişehir’de her şey bir anda başlayıp bitti sanki... İki takım da sahadaki oyun planlarına ısınıp maçın kontrolünü elde etmeye çalışırlarken baktık ki karşılıklı goller sıralanmış ve yarışmanın rakamsal kaderi ile belirlenmiş neredeyse...
Alper ile başlayan Eskişehir atağında, Batuhan’ın kafasından gelen gol sayısı güzel mi güzeldi. Ayrıca golün hazırlanışı, son vuruştaki estetik, şıklık olarak da günün en güzel sayısıydı Batuhan’ın bu vuruşu...
Arkasından sol kanattan içeriye sokulan Caner’in iki Eskişehir savunmacısı arasından yaptığı gol vuruşu ile, hemen ardından Niang’ın şık sayısı benim gözlerim gibi Bülent hocamızın da aklına hoş gelmemiş olacak ki pozisyonlara seyirci gibi kalan Brezilyalı Diego’yu hemen alıverdi oyundan... Kulübeye çöken Diego sakatlığı için mi ağlıyordu, yoksa bu sezon maç başladıktan sonra en erken zamanda oyundan çıkarılan futbolcu olduğu için mi, orasını pek anlayamadım.
Gollerin dışındaki zamanlarda beklenen heyecan fırtınası yaşandı diyemeyiz dünkü yarışma adına... İki tarafın da “kontrollü kalma” gereğini hissetmesi yarışmanın hırs temposunu etkiliyordu doğal olarak... Hele ikinci yarıda sarı-lacivertli ekibin skoru muhafaza etmek adına
Beşiktaş, Gaziantep ve İstanbul Belediyesi-Gençlerbirliği Ziraat Türkiye Kupası’nda yarı final oynadılar geçmiş iki akşam...
İyi de böylesine finale yakın futbol gecelerinde “ISSIZ TRİBÜNLER”e bakabildiniz mi? Bomboş ve seyircileri cezalandırılmış takımlar ekran başındakilere futbol lezzeti yaratmaya çalışıyorlardı, beyinleri ve bedenleri el verdiğince...
Eyy, futbol oyununun doğasına aykırı “SEYİRCİSİZ” kararlarıyla dünyayı rehabilite eden spor dalını Türkiye’de katleden federasyoncular... Artık aklınızı başınıza alıp bu çağ dışı uygulamayı yok ediniz. Yüksek para cezası varken masum seyirciye kıymak ve onları yok farzetmekle bir yere varamazsınız.
Yoksa seyirci size ceza kesip “TRİBÜNLERE GELMEME” kararı verirse eğer, işte o zaman “Futbolun katilleri” durumuna düşersiniz ve sizleri kimseler kurtaramaz.
Fenerbahçe, Bursa ile sezonun en zor ve kritik yarışmasını paylaşmaktaydı kendi evinde. Semih ve Niang’ı çift santrfor olarak oyuna süren Aykut Hoca, ligin belki de ilk büyük sürprizi ile süslemekteydi sarı-lacivertli formanın sahaya çıkış tertibini...
Fenerbahçe tüm gücü ve teknik birikimiyle Bursaspor oyun alanına yerleşiyor ve 20 dakika boyunca kök söktürüyordu adeta Bursaspor’a... Ancak orta alanda Alex’in liderliğinde süregelen pas gösterileri kolayca gol pozisyonları haline dönüşemiyor ve Bursaspor müthiş bir fizik gücü zenginliğiyle sarı-lacivertli oyuncuların gol düşüncelerine devamlı karşı tavır yaratma başarısını sürüyordu süratli yarışmanın gündemine... Yani sahanın ve tribünlerin getirdiği ağır baskıdan ilk yarıların ortasında çıkmayı bilmiş bir Bursaspor varlığı çıkıyordu ortaya, Kadıköy’de.
Yalnız ilk yarı sonunda Semih’in boğazına, ceza sahası içinde sarılıp penaltının babasını yaratan Serdar Aziz’in bu kurnazlığını yalayıp yutan Kuddusi Müftüoğlu, kendi kariyerinde bu sezonun en ağır günahını işledi, bize göre.
* * *
İkinci yarıda da tam bir puan kavgası ve ligin zirvesi adına yapılan birçok sinirli dakikanın görüntüleri dolaşmaktaydı sahada... Eh,
Milli Takım, grubundaki puan cetvelinin zorladığı koşulları aşmak adına “kazanmaya mecbur” bir yarışmanın presleri altında oynamaktaydı Şükrü Saracoğlu’nda...
Millilerimiz iyi de başlamıştı oyuna... Yağmurun ağırlaştırdığı zemine rağmen çabuk düşünüyorlar, çabuk top kullanıyorlar ve çok seyrek pas hataları dışında Avusturya’ya top göstermiyorlardı adeta... Orta alanda özellikle Gökhan ve Hamit ile başlayan hızlı çıkışlar Avusturya defansını adeta bunaltıyor, ancak tüm gücüyle kapanıp sadece savunmayı düşünmeye çalışan rakibimiz “gol yememe” üzerine kilitliyordu maçın geleceği kaderi hakkındaki futbol düşüncelerini...
Avusturya’nın bu düşünceye katılıp kalması Arda’nın ustaca vuruşu ile gol sayısına kadar sürüyordu sadece... Maçın ikinci perdesine de ilk yarıdaki kontrollü temposuyla giren Türkiye yine top kullanma ve paslaşma üstünlüğünü rakibine kabul ettiren bir yorumla devam ediyordu oyuna...
Ay-yıldızlı ekip sürekli hücum denemeleri ve kanat ortalarının zengin kullanımıyla ikinci sayıyı arıyordu ısrarla... Çünkü gruptan çıkıp Almanya ile birlikte yola devam etme şansının ancak bu maçtan puanla çıkılması halinde canlanıp devam edeceğinin çok da farkındaydı ay-yıldızlı