Futbolumuzda şike zelzelesi tüm hukuki gizemleriyle ülkeyi sarsmaya devam etmektedir.
Hemen her renklerden oluşan futbol sevdalıları ekran başına kilitlenip, gelişmeleri hayret-korku ve merakla izlemektedir... Aziz Yıldırım, Şekip Mosturoğlu’dan sonra Serdal Adalı, Tayfur Havutçu ve Belediyesporlu futbolcuların da tutuklu olarak yargıya alınması işin vehametini zirveye taşımıştır sanırız.
Federasyon Başkanı’nın ligin ve Avrupa Kupaları’nın kaderini çizmek için UEFA’ya yani Cenevre’ye giderken verdiği tereddütlü beyanatlar konunun üzerine tuz-biber ekmiştir sanki. On yılların birikimi olan bu kirlenmeden arınıp, temizlenme fikri hepimize sıcak gelmektedir. Ancak 10-15 kişinin rol aldığı bu çirkin oyunların ince hesaplarını yapmadan, asırlık kulüplerimize yüklenmek ne derece adil bir yol ve hukuki bir yöntemdir; tartışılmaya değer doğrusu!
Ne yani; büyük kulüplerin çevresine çöreklenip ben şu futbolcuyu ayarlarım-biz bilmem ne maçını şu fiyata bağlarız gibi pislik yöntemlerle, önce o kulübün yönetici ve kasasını sögüşleyen bu ahlak yoksunları yüzünden mi futbolun ipini çekeceğiz ülkemizde?
Yazık, çok yazık olur arkadaşlar, bu kulüplere ve Avrupa’ya yaklaşabilmek adına
Futbolumuz, tam bir kaos içinde yaşamaktadır şu günlerde... Futbol Federasyonu’nun taze başkanı ve kurulu bu acılı zamanlardan, pis işlerin içinden bakalım hangi kararlarla çıkabileceklerdir ?
Görülen odur ki, kulüpler birliği şubatta yürürlüğe giren Sporda Şiddet Yasası hazırlanırken, meclisteki tasarıyı çok hafife almışlar, kanunun maddelerini inceleyip görüş bildirme konusunda ise tam manasıyla sınıfta kalmışlardır. Yani Fenerbahçe ligin ikinci yarısında fırtına gibi esip her takımın sırtını çimene yapıştırırken, vücudunda sarı-lacivert forma ile yarışan futbolcuların bir tekinin bile yaşandığı iddia edilen bu para yağmasından haberi mi olmuştur? Asla...
Alex, 28 golle sayı kralı olurken, şikeci rakipler ona yardım mı etmişlerdir yani; yuuuh be... Gökhan Gönül kendini parçalarcasına ve de sakatlanma pahasına koşup dururken, yarattığı ve tüm Avrupa kulüplerinin imrendiği kalite performansına şike damgası mı yapıştıracaksınız yani; yazıklar olsun bu yasaya da bunu uygulamada yanlış yapacaklara da yahu... Lugano’lar, Volkan’lar, Yobo’lar Mehmet Topuz’lar, Caner’ler Selçuk’lar, Emre’ler Niang’lar, Semih’ler ve ille de AYKUT KOCAMAN, saf ve tertemiz alın terleriyle tribünleri
Coşkun Özarı’yı yeni kuşaklar ne kadar yakından tanırlar pek bilemem. Ancak futbol dünyamızın içinde bir ömür yaşamış 2-3 kuşağın, bu büyük futbolcu ve teknik adamı çok daha iyi tanıdıklarını ve saygıyla andıklarını da iyi bilirim.
Özarı usta, Galatasarayımızın Türk futbolunda adeta kasırga gibi estiği yıllarda; Metin Oktay, Turgay Şeren, Suat Mamat, Kadri Aytaç, İsfendiyar Açıksöz, Ali Beratlıgil ve Kamil Altan gibi isimlerle birlikte futbolumuzu onurlandırmış en saygın starlardan biridir...
Onun ayağından çıkan en hassas ve verimli paslar; Metinlerin, Suatların, Kadrilerin ayakları veya kafa vuruşlarıyla gol serileri haline gelmiş ve Cim-Bom’un tarihinde layık olduğu sayfalara yerleşmiştir. Ayrıca Coşkun Özarı’yı seyrederek kendilerini orta saha uzmanı olarak yetiştiren şöhretli yan haf oyuncuları o kadar çoktur ki futbolumuzda.
* * *
Sevgili ağabeyimizle içli dışlı dostluğumuz ve birlikteliğimiz Milli Takımlar bütünleşmesini yaratmaya çalıştığımız yıllarda oluşmuştur... Futbol Federasyonu’nun kasalarında meteliğin olmadığı 1975-80’li yıllarda Coşkun ağabeyin aylığı 5 bin liraydı sadece... Yani bugünün TL’si ile 500 TL! Ama o, bir gün bile para konusunu gündeme
Milli Takım, Belçika önündeki dünkü futboluyla gruptan çıkma umutlarımızın çok gerilerinde gezinmekteydi doğrusu...
Belçika’nın oyuna çok ciddi başlayıp hayal ettiği gole pek erken kavuşması... Sonrasında ise yine ikinci sayıya yaklaşıp kaçırması gibi Belçika’nın pozisyon meziyetlerini Türkiye sadece groki bir vaziyette seyredip durmaktaydı deplasmanda...
İyi ki Arda sağ kanatta buluştuğu topla müthiş bir zeka ve teknik meziyetini konuşturdu da Burak’ın aklı başında gol darbesiyle de içinde yaşadığı ŞOK’tan çıkabildi bizimkiler...
Bir haftalık kampta ne yapmıştı Türkiye? Tüm dikkatleriyle bu fevkalâde önemli maçın havasını yakalamaya mı uğraşmışlardı, yoksa Türkiye’deki transfer dedikodularıyla ve Hiddink’in “gidiyor-gidecek” haberlerine kafa yorarak mı harcamışlardı koskoca 7 günlük zaman dilimini?
Çağlar’ı böylesine önemli bir 90 dakikada sahaya sürmek riski akılcı bir iş miydi teknik kulübeye göre? Hücumun en hassas bölgesinde fena oynamasa da Kazım’ın yerine Semih’i kullanmak daha doğru olmaz mıydı, sizlere göre de?
İşte böylesi sualler kafalarda gezinip dururken Belçika’nın oyuna hâkimiyeti ve maçın kontrol üstünlüğü ile sona erdi ilk yarı...
* * *
Fenerbahçeli ayaklar Sivas’ta korku filminde yer alan oyuncular gibi girip çıkmaktaydılar şampiyonluk yarışmasının hayati pozisyonlarının çekim sahnelerinde...
Halbuki Andre Santos’un vuruşuyla gelen erken gol hem tribünlerde hem de ekran başındaki milyonlarca Fenerbahçeli’nin nefes darlığına çare oluyordu anında... Ama gol sonrası sakatlanan Gökhan Gönül’ün “çıktım-girdim” kararsızlığı bir anda takımı fena bir dünyanın sarıp sarmalamasına sebep oluyor, sarı-lacivertli ekip tam 15 haftadır peşpeşe kazandığı üçer puan zenginliğinin ve saat gibi muntazam çalışan takım birlikteliğinin dışına düşüyordu bir anda...
İşte bu kargaşa anında kaybedilen defansif diziliş ve kademe kargaşası Sivas’a kolay ve net bir sayı kazandırıyor, bu hayati maça kilitlenmiş dünyadaki tüm Fenerbahçe aşıkları korku dolu dakikalarına sıkışmak zorunda kalıyorlardı. Evet, ilk yarının sonuna kadar “acabalarla devam eden” tarihi yarışmada Fenerbahçe, Niang başta olmak üzere bir çok oyuncunun net pozisyonlarında top bir türlü ağlarla buluşamıyor ve o anda Fenerbahçe ile özdeşleşmiş olan seyirci kafaları geçmiş yıldaki Trabzon maçını hatırlayarak ürpertici zamanlar yaşıyorlardı bulundukları mekanlarda...
*
Ankaragücü kazanmak adına, kendine göre pek ince hesaplarını yaparak gelmişti İstanbul’daki şampiyonluk yarışının kaderini etkilemeye.
Mesut Bakkal Hoca’nın oyun planlarında hızlı hücum harekâtı, defansta sert duruş ve orta alanda Fenerbahçe’yi susturmak adına kasıtlı fauller yapmak dahi serbestti (!) anladığımıza göre... Kontrataklarda hücumcu oyuncuların dahi yaptıkları sertliklere dayalı sinirli hareketlerin Sestak’ın yakışıksız tekmeleri de dikkate alındığında Ankaragücü’nün Fenerbahçe deplasmanında ne pahasına olursa olsun yenmekten öte niyetlerde olduklarını resimliyordu sanki, dün tribün ve ekranlara.
Ancak Mesut Hoca’nın sanırız büyük kabahati Fenerbahçe’nin bu yılki özellikle de ligin ikinci yarısındaki ayaklanmasına iyi bakamamış olmasıdır. Baylar, son 15 haftadır rakip tanımadan devamlı kazanan bir takımı incelerken miyop gözlüklerle değil, büyüteç denen özel camlarla irdelemek gerekir, sarı-lacivertli ekibin artılarına merakla bakarken.
Önce Fenerbahçe’nin ligin ikinci devresinde Türkiye’nin en çağdaş, en tempolu ve en yaratıcı takımı olduğunu sportmence kabul ediniz. Bu devrede Alex adlı kaptanın ve Türkiye’ye gelip giden yabancılar içindeki tartışmasız en
Hayatta bir işi "angarya" kabilinden bir isteksizlik içinde yapmaya çalışmak kadar can sıkıcı bir durum olmasa gerek.
Futbolcusunuz... Dünyanın en ilgi çeken ve neredeyse tüm dünya gençlerinin olmak istediği bir "profesyonel futbolcu" mesleğine sahipsiniz... Ancak ne yazık ki, Türkiye'nin en yeni ve görkemli stadı Arena'da top koşturmakta olsanız da hiç bir coşku gelmiyor içinizden daha daha iyi oynayabilmek adına...
Dün Galatasaray-Kasımpaşa maçını izlerken ve iki takımın oyuncuları koşuşup dururken işte bu düşünceler dolaşıp durmaktaydı kafamın içinde...
Öyle ya, lige havlu atmış bir Galatasaray'dan daha organize ve iyi oynamalarını beklemeye kimin ne kadar hakkı olabilirdi ki? Bir sezonda üç teknik direktörü kullanıp harcayan, arızalarla dolu bir yönetimden, futbolcu ve futbol olarak geriye ne kalabilirdi ki?
Yabancı futbolcu transferleri konusunda tarihimizin en hüzünlü ve ekonomik zararlarla dolu transfer hikayelerine konu olmuş Cim-Bom'un soyunma odasından oldukça uzun bir süre yepyeni bir silkiniş ve diriliş beklemek futbol dediğimiz oyunun doğasına aykırı değil midir?
* * *
Kasımpaşa benim de Adalet'te forma terlettiğim en flaş ekiplerinden birisiydi
Sezonun en canlı ve en anlamlı 90 dakikası oynanmaktaydı Karabük’teki nefesleri kesen gecede.
Karabük’ün, Fenerbahçe önünde ezilip, büzüleceğini sananlar ne kadar yanılıyorlardı dünkü yarışmada, özellikle ilk yarıda gördünüz... Fizik güç olarak savunmaya kilitlenip, geriye dönüşlerde orta alan paslaşmaları ve hücum çıkış kalitelerinde Karabük’ün ilk 45’te Fenerbahçe’den daha organize ve bilinçli olduğunu söylersek yanlış mı olur dersiniz?
Niang haftalar süren sakatlıklar sonrası dün Karabük’ün kalabalıktan öte adeta mahşer yeri görüntüsünde uyguladığı defans sağlamlığı içinde çok zamanlar çaresizce soğuk kalıyordu sarı-lacivertli formaya. Ayrıca orta alana dönüp o bölgedeki pres ve top kapma kapışmalarına tutuk kalışı da Fenerbahçe’nin saha hakimiyetini fena anlamda etkiliyordu doğrusu.
Sol kanatta Santos ofansif, Stoch defansif anlamlarda cılız kalınca Karabük’ün sağ kanat oyuncuları diledikleri gibi top koşturuyor ve sayısız tehlikeler yaratıyordu maçın ilk perdesinde.
* * *
İkinci 45’te, üç puansız bir gecenin Fenerbahçe’ye gönül verenlere karanlıklar getireceğini hisseden sarı-lacivertli kadro, yüksek viteslerdeki düşüncelerle sarılıyordu maça... Gökhan Gönül’ün