Geçenlerde seyrettiğim bir belgeselden bahsetmek istiyorum. Adı Herb&Dorothy, Japon yönetmen Megumi Sasaki tarafından çekilmiş. Filmde Herb Vogel ve karısı Dorothy’nin 45 yıllık sanat koleksiyonerliğinin hikayesi anlatılıyor. Çift, aralarında Donald Judd, Julian Schnabel, Picasso gibi isimlerin eserlerinin olduğu, dört bin parçalık bir çağdaş sanat koleksiyonuna sahip. Koleksiyon minimalist, kavramsal ve 60’lar sonrası Amerikan çağdaş sanatı eserlerinden oluşuyor. Buraya kadar kulağa tipik sanatsever, zengin bir çiftin hikayesi gibi geliyor, değil mi? Hikayenin seyri tam da bu noktada değişiyor çünkü Vogeller hayatlarını hayli mütevazı bir gelirle sürdürmüşler.
Hobiden sanat eseri koleksiyonculuğuna
Bir Getty, Eczacıbaşı, Rotschild ya da Koç ailesi ferdi değiller. Emekli olana dek Herb postanede çalışmış, Dorothy ise kütüphanede. Koleksiyon yapmak, gececi olarak çalıştığı postaneden arta kalan zamanında sanat tarihi dersleri alan Herb’ün fikriymiş. Hayli orta halli bir yaşam sürmüş bu çiftin tek tutkusu, beğendikleri çağdaş sanat eserlerini almak olmuş. Ünlü sanatçı Cristo, çiftin sanat tutkusunu bir alkoliğin içkiye duyduğu arzuya benzetiyor. Müzayedelerden, galerilerden eser
İşin başında Ömer Koç’un olması sebebiyle açılmadan efsaneye dönüşen, şehrin çağdaş sanat baronlarının dedikodusunu yapıp merakla beklediği mekan; Arter, nihayet açıldı. Burası Vehbi Koç Vakfı’nın bir projesi ve Türkiye’deki sanatsal üretime ve sunum imkanlarına katkıda bulunmak için açılmış yeni bir alan. Burada özel koleksiyon ve arşivlerden oluşturulacak sergilere yer verilecek, uluslararası kurumlarla işbirliğiyle düzenlenecek ortak yapımlara ve uluslararası sergilere ev sahipliği yapılacak.
Bu, sadece bir ‘başlangıç!’
Arter’in 19 Eylül’e dek açık kalacak ilk sergisi ‘Starter’, Vehbi Koç Vakfı’nın çağdaş sanat koleksiyonuna geçtiğimiz üç yıl içinde kazandırılan yapıtların bir bölümüyle oluşturulmuş. Bu serginin küratörü, koleksiyonun oluşturulmasına danışmanlık da yapan Rene Block. Sanatseverler bu ismi, küratörlüğünü üstlendiği 1995 İstanbul Bienali’ninden de hatırlayacaktır.
‘Starter’ sergisinde 1960’lardan günümüze çağdaş sanat alanında Türkiye’de ve uluslararası ortamda gerçekleştirilmiş 160’tan fazla yapıtı görme imkanınız mevcut. Serginin ‘Starter’ başlığının harika bir de logosu var. Ünlü Amerikalı kaligrafi ustası Tony Di Spigna ile çalışılmış. Fikir, grafiker Esen
Peki, kendini hırpalamadan, doğası gereği skinny olan erkeklerin en ünlüleri kimler?Fred Astaire, Michael Jackson, Savaş Tanrısı Hermes, Mick Jagger, Iggy Pop Pete Doherty, The Strokes grubu üyelerinin tamamı.New York sokaklarında zafiyet sınırında gezen, zargana erkeklerin sayısının çokluğunu farketmemek olanaksızdı!
İnanılmaz ince bu oğlanlar, skinny jean’ler, Converse ayakkabılar ve her tür hava koşulunda hafif bol tişörtlerle dolaşıyor. Bizde de böyle sıska delikanlılar var ama burada belli ki iş şirazesinden iyice çıkmış. O kadar çoklar ki... İnsan “Bunlar da biz kadınlar gibi zayıflık hastalığına tutulmuş, yazık” diye düşünmeden edemiyor. Kate Moss bile “Hiçbir şey skinny olmak kadar iyi hissettirmiyor” dedikten sonra...
Geçenlerde okuduğum bir yazı, bedenine ve kılık-kıyafetine dikkat eden metroseksüel erkeklerin, tıpkı kadınlar gibi, vücut imajlarıyla ilgili realist olmaktan giderek nasıl da uzaklaştıklarını anlatıyordu. Son dönemde erkek defileleri görüntülerine gözünüz ilişti mi hiç? Zargana gibi çocuklar, ciddi ince kadınların giyebileceği ölçülerdeki kıyafetlerle ve durgun bakışlarla podyumda salınıyor. Moda dünyası da artık anoreksiyanın erkek türünden
Bu yazı, çalışmalarıyla İstanbul kafe kültürüne yön vermiş bir tasarım-mimari firmasının, New York’un en şık yerinde ürünlerinin satılıyor olmasının hikayesidir
Autoban, İstanbul’da yolu House Cafe’lere, Kitchenette’lere düşmüş herkesin tarzına dair fikir sahibi olduğu bir Türk mimari- tasarım firması. Henüz 40’ını bulmamış ama ünleri çoktan yurt dışını aşmış iki üniversite arkadaşının ortak projesi... Sadece ikisinin harıl harıl çalıştıkları günlerden bugün 35 kişinin çalıştığı bir yapıyla, Tünel’deki gösterişli ofislerinde hizmet veriyorlar.
Autoban, sadece iç mimari projeleriyle değil, aynı zamanda mobilyalarıyla da dünyanın belli başlı tasarım etkinliklerinde ödül almış bir firma. Bunları arasında çok önemli iki markanın; Wallpaper ve Edida’nın ödülleri de var. Tasarım dergilerinin takipçileri, resimaltını okumadan dahi Autoban ürünlerini tanıyor.
Autoban mobilyalarının bir kısmının üretimi, bir süre önce yaptıkları anlaşmayla, dünyaca ünlü mobilya firması De La Espada tarafından üstlenilmişti. Tasarım ve mimariyle ilgili yabancı basının ne zamandır baştacı ettiği Autoban’ın De La Espada tarafından keşfi, doğrusu hayli ‘yerinde ve zamanında’ bulunmuştu. Lakin
Dünyanın en iyi mağazalarından New York’taki Barneys’te tasarımcı Sibel Saral’ın gömlekleri için ayrılan koca bölümü gördüm, gururlandım...
Geçen salı tefrika etmeye başlamıştım, iş için hızlandırılmış bir New York seyahati yapma şansım oldu. Gitmişken iki arada bir derede vitrin bakma ortamı da yarattım kendime. New York çok katlı mağazalarla dolu ama ben dallandırıp budaklandırmadan sadece Barneys’i gezmeyi tercih ettim. Beylik markaların sıra sıra dizildiği, tipik lüks mağaza olmaktan öte bir yer olduğu için. Barneys’in koleksiyonunda her sezon, gelecek vaat eden tasarımcıların ürünlerine büyük yer veriliyor. Birbiriyle tutarlı ürünleri bir araya getiren, modanın ‘yeni’lerini ilk keşfedip sunan, çok şık bir mağaza.
İşte yükselen değerler hangileri diyerek Barneys’de dolanırken şık gömleklerle kombinlenmiş, şehirli, cool kıyafetlere takıldı gözüm. Bir de baktım ki gömlekler, tasarımları İstanbul’da da satılan Sibel Saral’ın koleksiyonundanmış! Tasarımcının adını da standın üzerine koca koca yazmışlar.
‘Doğru’ gömleği nasıl anlarsınız?
Saral, her birinde farklı detaylara yer verdiği koleksiyonlarıyla gömleği kadınların iş gardırobuna hapsedilmiş bir parça olmaktan
Crosby Caddesi’nde açılan The Crosby Hotel, şehrin en ‘cool’ oteli unvanını almış. Her telden ve yöreden detayların olduğu bir dekorasyon. Yaşadığınız yer olmasını istemeyeceğiniz kadar kalabalık bir lobi. Yine de klasik ile minimal arasında gidip gelen, standarda kitlenmiş, tekrarlayan mekanlardan biri olmamasını seviyorum. Sahipleri İngilizmiş, bu da muhtelif köşelerde Kraliçe’yle ilgili imajların, eserlerin varlığını açıklıyor. Bir de girişte ünlü heykeltraş Anthony Gormley’nin heykeli var ki görmeye.
Şu çok konuşulan The Standart Hotel’e dair: Hiç de anlatıldığı kadar seksi, vahşi bir durum yok, burada. Bu denli büyük iddialarla tanıtılmış olması, bence sahibi, Uma Thurman’in eski sevgilisi, Andre Balazs’in pazarlama dehasından kaynaklanıyor. Hangi otelin alt katlarında perdeler açık yaşasanız, sansürlük olursunuz? Odalar makul ve mantıklı. En hoşuma giden, Paul Newman’ın Newman’s Own marka, organik krakerlerini odada bulmak oldu. Newman’ın kızı Nell Newman, Amerika’nın ilk organik gıda üreticilerinden olan babasının işini devam ettiren, çiftlikte yaşayan, şöhretle ve Hollywood’la hiç işi olmayan bir kadın...
La Esquina Brasserie, bana methedildiği kadar var. Büfeden bozma,
Nihayet! Modeller ait oldukları yere, dergi kapaklarına geri dönüyor! Moda takipçileri bu dönüşü uzun zamandır bekliyordu. Çünkü ‘bu iş için gereken görüntüye ve klasa sahip’ olanlar onlar...
Abuk sabuk ünlülerin yaptı(rdı)ğı koleksiyonlardan, en şaşaalı markaların kampanyalarında güzelim modeller yerine ne idüğü belirsiz şöhretler görmekten çok sıkılmıştım. Celebrity’lere dair her şeyin arzu nesnesi olarak sunulmasından da gına geldi. Sadece bana değil; Amerikan Vogue dergisinin okur mektupları sayfasını okuyorum, her seferinde kapağa koydukları cibiliyetsiz ünlülere dair bir eleştiri muhakkak oluyor.
Hayalimi geri ver!
Moda takipçileri modellerin dönüşünü uzunca bir süredir sabırsızlıkla bekliyordu. Zaten modayı gönülden sevenler, kıyafetler kadar mankenlere de tutkundur. O nefis kıyafetleri, başka bir dünyadan gelmiş gibi duran bu güzel insanların üzerinde gördüğümüz için severiz ve kıyafetler kadar onlar gibi görünebilme hayalinin de peşine düştüğümüz için.
Yeni sezon kampanyalarında Dolce&Gabbana hariç tüm büyük markalar, en ünlü top modellere geri dönüş yapmış. (Dolce&Gabbana’nın Madonna’lı kampanyasını tenzih ederim, Steven Klein’ın çektiği fotoroman tadındaki kampanya,
Bu sene şansım yaver gidiyor. Gençler için düzenlenen etkinliklere katılıp, gençlik aşısı olup dönüyorum. Geçen hafta da üniversiteliler için düzenlenen Koç Fest’le birlikte, Gaziantep’teydim
Belki reklamlarına rastlamışsınızdır: Koç Holding, Koç Fest adıyla Anadolu’nun belli üniversitelerinin kampüslerinde gençlik festivalleri düzenliyor. İstanbul’daki seçkin üniversitelerin bahar festivallerine yolu bir kez düşmüş olanların aşina olduğu tarzda etkinlikler. Bence esas cazibesi, İstanbul’un seçkin okullarında okuyan bir avuç şanslı genç dışındaki grubun da ‘üniversiteli’ olmanın tadını çıkarmasına olanak vermesinden geliyor. Bahsettiğim ayrıcalıklı üniversitelerin öğrencileri, zaten her türlü donanıma sahip, bu şenlik olmasa kendi festivalini yaratabilecek imkanda olan gençler. Marifet, büyükşehirli yaşıtlarından hiçbir farkı olmayan Anadolulu gençlere bu seçeneği sunmakta. Koç Holding bu kapsamda her detayı düşünmüş. Festivalde hem eğlenceli etkinliklere, hem de spor müsabakalarına yer vermişler.
Spor ve eğlence bir arada
Bastıran yağmur, finallerden bunalmış, şehre gelen bu çarpıcı etkinliği merak eden Gaziantep Üniversiteli gençleri pek etkilemiyor. Herkes muhtelif