Greg Packer, yeni bir ‘numune’ değil. Bu acayipliğiyle gazeteciler onu çoktan keşfetmiş; New York Times’a da, New York Post’a da, The Wall Street Journal’a da konu olmuş bugüne dek. 40’larında, bekar bir adam. Kendisini ‘dozu kaçmış bir hayran’ olarak tanımlıyor.
Şöhreti tek bir nedenden; sırada ilk olma merakından kaynaklanıyor. Ünlendikçe buna bir de medyada görünme tutkusu eklenmiş. Son olarak Apple’ın yeni oyuncağı i-pad’in kuyruğunda göründü Packer. Kendisinin bu garip zaafı sadece Apple ürünlerine yönelik de değil.
Packer oradaydı
İşte, “Böylesi anca Amerika’dan çıkar” diye düşündüğüm bu kaçık adamın ‘ilk’ler sicili:
* Super Bowl bilet satışlarında
* Bill ve Hillary Clinton’ın kitaplarının imza gününde
Üzerinize birkaç beden büyük bir gömlek giyin, kemer yardımıyla gerekli düzenlemeleri yapın ve altına giyeceğiniz dar bir pantalonla siz de son günlerin en trend görünümünü, ‘evsiz adam’ tarzını yakalayın
Modayla ilgili, amatör veya profesyonel, minimum teşriki mesaisi olanlar bilir: Birkaç sezondur ‘üstüme ne varsa geçirdim çıktım’ havası veren kıyafetler aldı başını gidiyor. Geçenlerde Cadde’nin yetkin moda yazarı Hacer Yeni de konunun bu sezondaki yansımalarını, hem de çok doğru bir örneği kerteriz alarak anlattı: Balmain’in yırtık-pırtık ve fakat 1500 TL! civarında satılan tişörtüydü verdiği örnek.
Ne alırsan 2000 TL!
Balmain de Balmain hani; Köklü Fransız marka, bu anlamda tezlere konu olur. İki nesildir ailenizdeymiş gibi duran Balmain jean’ler, büyük lüks mağazalarımızda 2000 TL civarında satışa sunuluyor! Bu jean’in numarası ne diye merak ettim, bir tanesini geçiriverdim üstüme. Aman! Hayatımda hiç bu kadar ince gösteren bir jean giymemiştim! Kılık-kıyafetle ilgili bir Nirvana’dan söz edeceksek o da jean’in içinde incecik göründüğünüz andır! ‘Bu Balmain, zengin kadınları işte tam da buradan vuruyor’ diye düşünüyorum. Aşil topukları olan zayıf görünme tutkusundan. O
İstanbul’un Kantin’ini bilenler bilmeyenlere anlatsın, alt katındaki Dükkan’ı da keşfetsin. Yemek yemeyi sevenlere aynı şeften yeni rotalar
Gurme rolüne soyunduğumu sanmayın. Ben yemekten evinde lezzetli yemek pişen, özenli sofralar kurulan her Türk kadar anlıyorum. Ayrıca iş ağız tadına gelince doğuştan şanslı bir millet olduğumuzu da düşünüyorum. Çoğumuzun ilk mutfak bilgisini aldığı harika yemek yapan annesi ya da bir yakını var. İnanılmaz zengin önerileri olan bu ülkede, herkes kendi memleketine göre payına düşeni almış, tadını çıkarıyor.
İstanbul’un ölçeğine göre hâlâ kavruk olan yeme-içme sahnesinin benim için bir numaralı şefi, Kantin’in sahibi Şemsa Denizsel. Hepimize aşina, Türk mutfağından lezzetler pişiriyor. Ama hiçbiri de evimizde sunulduğu şekliyle, klasik esnaf lokantası usulü önünüze konulmuyor. Denizsel’in yemeklerini anlatırken kullandığı ‘Yeni İstanbul mutfağı’ tabirini de çok beğeniyorum. Bu şehirde büyümüş olanların aşina olduğu lezzetler, Denizsel’in elinde başkalaşım geçiriyor. Brokoli çorbasını, köfte ekmeği, yulaflı şinitzeli, pizza ile lahmacun arası çıtırları yedikçe arar oluyorsunuz. Fem Güçlütürk’ün dediği gibi, Kantin hiç bıktırmıyor. Kullanılan tüm
Dünya çapında eserler barındırmasına rağmen üvey evlat muamelesi gören Arkeoloji Müzesi, hala İstanbullular’ın ilgisini çekebilmeyi bekliyor
Havanın şahane olduğu bir pazar günü aylak bir gün geçirmek yerine Sultanahmet’e gitmeye karar veriyorum. İstanbullular’ın çoğu güne benimle aynı motivasyonla başlamış gibi... Meydan cıvıl cıvıl, tramvaylar bir dolup bir boşalıyor. İlk durak, Topkapı Müzesi. Turistler, İstanbullular bilet gişesinin önünde uzun kuyruklar oluşturmuş. Giriş bileti, 20 TL. Bakıyorum, Türkiye’nin dört bir yanındaki müzelere yıl boyunca bedava giriş sağlayan Müzekart da aynı fiyata. Müze gezmeyi seven her akıllı alışverişçinin yapacağı gibi, seçimimi Müzekart almaktan yana kullanıyorum.
Sarayın her bölümüne uzun kuyruklarla giriyoruz. Gözlemim şu ki, ziyaretçilerin çoğu Topkapı Sarayı’nı bir imparatorluğun merkezi olduğu için değil, daha ziyade halifenin yaşadığı yer olmasından sebep merak ediyor, çünkü en kallavi kalabalıklar, kutsal hazinelerin sergilendiği bölümlerin önünde var.
‘Elit’ ve ‘aristokrat’ müze
Uzun zamandır Arkeoloji Müzesi’ne gitmediğim geliyor aklıma. Topkapı Sarayı’nın aksine, insanlar buraya şöyle bir bakıp çıkmak için giriyor gibi.
Kampanya yararına yapılan müzayedede son eser, Türkan Şoray’ınki. 200 bin TL verecek babayiğit aranıyor. Ne olacak şimdi diye bakınırken Haluk’un numarasını kaldırdığının farkında bile değilim
Cadde’ye ilk yazım... Hararetle ilham gelmesini bekliyorum, ilk yazımda enteresan bir şeylerden bahsedebilmek için. Şansım yaver gidiyor, geçen gece katıldığım bir etkinlik bana tam da aradığım malzemeyi veriyor. Hilton Convention Center’da Beyaz Müzayede’nin Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Milliyet’in ortaklaşa düzenlediği ‘Baba Beni Okula Gönder’ kampanyası yararına yapacağı sanat müzayedesine katılıyorum. Herkesin aklında Türkan Saylan var bu gece.
Ortam pek afilli. Bir kere benim düşündüğümün iki katı kalabalık. Türk eliti diye tarif edeceğim, soyadı herkese aşina olan ailelerin fertleri burada. Medya dünyamızın en oturaklı isimleri de öyle... Bir de bu geceye kendi yaptığı resimleriyle katkıda bulunan star kadrosunun neredeyse tekmili gecede yerlerini almış. Bir kere Türkan Şoray orada; ışığıyla yine herkesi ‘yıldız çarpmışa’ çeviriyor. Gecenin en ilgi çekici masalarından biri benimkisi; yanıbaşımda gecenin kahramanı Haluk Akakçe oturuyor.
Son eser Sultan’ınki
Müzayede