Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


ANAP lideri ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz ile Genelkurmay arasında "ulusal güvenlik" konusunda yaşanan tartışma bir kez daha gösterdi ki, rejimin laik niteliği ve üniter devlet yapısını olumsuz yönde etkileyebilecek adımlara Türk Silahlı Kuvvetleri kapalıdır.
Bunu doğal saymak gerekir.
Cumhuriyet'in kuruluşunda ve devamında, varlık sebebi sayılan bu iki niteliğin tehlikeye düştüğü her dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri devreye girmiştir. Siyasetin kendi mekanizmalarıyla bertaraf edemediği tehlikeler de Silahlı Kuvvetler'in sorunu çözmeye "memur" olduğu yaklaşımı hakim olmuş ve mücadele çoğu kez kenardan seyredilmiştir.
Yakın tarihimizde nihai hedefi üniter devlet yapısını parçalayıp ayrı bir devlet kurmak olan PKK ile mücadelede Türk Silahlı Kuvvetleri, 15 yıl süren bir savaşla terör örgütünü durdurmuştur. Hemen hemen aynı dönem içinde siyasi yoldan iktidara gelmeyi başarmış olan laik rejim karşıtı siyasi akımın durdurulup parçalanmasında da Türk Silahlı Kuvvetleri'nin aktif rol oynadığı ve açıktan olmasa bile rejim partileri tarafından örtülü biçimde desteklendiği de bir diğer yakın tarih gerçeğidir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ve devamı sürecinde kendine özgü koşulları ve gerçekleri göz önüne alınmadan kağıt üstünde ve gazete köşelerinde geliştirilen reçetelerin uygulanma yeteneklerinden söz etmek mümkün değildir.
Rejimin laik niteliği ve üniter devlet yapısı konusunda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin duruşunda bir değişiklik veya esneklik beklenmesi de ülke gerçekleriyle örtüşmez.
Bu iki noktada rejimin nitelikleri ile sorunu olmayan partilerin Genelkurmay ile "çatışma" içinde olmaları da mantıksızdır. Bu nedenle ANAP lideri Yılmaz ile Genelkurmay arasındaki tartışmanın anlam taşıyabilmesi için "ulusal güvenlik sendromu" kavramının neyi içerdiğinin somut olarak sayılması gerekmektedir. ANAP lideri Yılmaz'ın gelişmelere engel olarak gördüğü konuları ve bu konulardaki taleplerini sayması beklenmektedir.
Laiklik ve üniter devlet yapısı konusunda ANAP'ın Genelkurmay ile çatışma içinde olduğunu söylemek mümkün olmadığına göre, tartışma veya çatışma alanları net olarak ortaya konulmalıdır.
Ancak üzerinde durulması gereken öncelikli konu ANAP'ın Genelkurmay'dan önce bu tartışmayı siyasi partilerle yürütebilmesidir. Çünkü ANAP lideri Yılmaz'ın somut olarak saymadığı ancak ima ettiği bazı adımların atılması konusunda siyasi tablodaki engel aşılmış değildir.
Eğer Yılmaz ve ANAP laik rejim ve üniter devlet yapısını ayrı tutarak Avrupa Birliği'nin de (AB) talepleri doğrultusunda, Kürtçe eğitim, televizyon yayını, idamın kaldırılması, TCK'nın 312. maddesi ve Terörle Mücadele Yasası'nın (TMY) 8. maddesinin değiştirilmesini tavsiye ediyorsa bu konularda askerden önce koalisyon içinde önemli "engellerle" karşı karşıyadır.
Koalisyonun ikinci büyük ortağı olan MHP'nin özellikle bu konularda değişiklik yanlısı olmadığı açıktır. İdam cezasının kaldırılması dışındaki konularda ise DSP'nin de temkinli bir tutum içinde olduğu söylenebilir. Aynı temkinli yaklaşımın DYP için de geçerli olduğu ortadadır.
Genelkurmay'ın ve rejimle uyumlu partilerin ulusal güvenliğin vazgeçilmez unsurları olarak gördükleri laiklik ve üniter devlet yapısına karşı örtülü bir mücadele veren siyasi akımların varlığı da reddedilemez bir gerçektir. Laiklik karşıtlığı gerekçesiyle kapatılan Refah ve Fazilet partilerinin devamı niteliğindeki Saadet Partisi ve Yenilikçilerin oluşturacağı parti ile HADEP'in yer aldığı siyasi tablo, ANAP'ın tartışmaya açtığı sorunun sadece Genelkurmay kaynaklı olmadığını ve olmayacağını da göstermektedir.
Bu tablo içinde tartışmanın biçimsel yönü bir tarafa özünün anlaşılabilmesi ve gerginliğin giderilebilmesi için ANAP ve lideri Yılmaz'ın kaygılarını ve taleplerini daha somut biçimde gündeme getirmesi gerekmektedir.