Anlaşılıyor ki, rejim karşıtı akımların, terör örgütlerinin ilk hedefi devlet...
Devlette köprübaşı tutmak...
Hangi örgüt veya hangi akım, gün ışığına çıkırılıyorsa, ikinci aşamada devletteki uzantıları veya örgütlenmeleri oluyor.
Bu, PKK için de, Hizbullah için de, takiye yapan rejim karşıtı dinci akımlar için de geçerli.
Eskiden
"devlet memuru" demek, çağdaşlığın asgari ölçülerine sahip kişi anlamına gelirdi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin memuru, zihni açık, ufku açık, Cumhuriyet memuru olduğunun bilincinde insan demekti. Yargıcıyla, savcısıyla, doktoruyla, öğretmeniyle, mühendisiyle, polisiyle, müfettişiyle memuruyla böyleydi bu...
Atanması, terfii, tayini belli kurallara bağlıydı.
"Memurum" demek güvenceydi.
* * *
ANCAK
"devlet memuru" değişti. Değiştirildi.
Özellikle son 20 yıldır çok açık biçimde memur kimliği ve görünümünde önemli farklılıklar gözleniyor. Din istismarıyla beslenen iktidarlar, memurun atanmasını ve yükselmesini demokratik laik Cumhuriyet'le bağdaşmayan ölçülere kaydırdılar. Tarikat yakınlığı, bıyık tipi, namaza gidip gitmeme, oruç tutup tutmama gibi ölçüler esas olmaya başladı.
Çağdaş görüntü içindeki bürokrasi, son 20 yıldır böyle bir görüntüye büründü. Tabii bu görüntü içinde de terör örgütleri, rejim karşıtı din esaslı akımların memurları devlet içinde giderek yaygınlık kazandı.
Bugün yüksek yargı organlarından Başbakanlığa, güvenlik kurumlarından hastanelere kadar birçok kamu kurumunda hakim memur tipi böyle...
Bu yaygınlıktan bir tek Türk Silahlı Kuvvetleri kendini koruyabildi, koruyabiliyor. Ancak diğer kurumların
"memur" kavramını yeniden ele almaları gerekiyor.
Tarikatlardan, tekkelerden çıkmayan, o yollarla terfi eden
"memurlar" artık şaşırtıcı değil.
Devlet, memurlarına bir o gözle baksın bakalım...
Çoğunlukla ne görüyor...
Aydın Cumhuriyet memurlarını mı?
Yoksa Cumhuriyet'i çarşafa sokmaya çalışan takiye memurlarını mı?
Yazara E-Posta: fbila@milliyet.com.tr