Fikret BİLA
"NE oldum" demeyeceksin,
"ne olacağım" diyeceksin...
İşte, enflasyonun başına gelenler: Üç haneliydi, şimdi iki haneli oldu!
Yüzde 101.6'yken, bir düştü, oldu yüzde 99.3!
Yüzde 101 nerede, yüzde 99 nerede?
İşte, düştü, bitti, geçti, gitti!
Yıllık yüzde 100'ler düzeyinde ifade edilen enflasyonda 2 puanlık bir düşüş için neredeyse bayram ilan edilecek!
2 puanlık bir düşüşün anlam ifade edebilmesi için yıllık enflasyonun yüzde 10'lar düzeyinde olması gerekir. Yoksa enflasyonun yüzde 99'la yüzde 101 arasında oynaması hiçbir anlam ifade etmez. 2 puanlık oynamalara bakıp da
"enflasyonla mücadele programımız sonuç veriyor" derseniz, dünyayı kendinize güldürürsünüz.
Enflasyon Türk ekonomisinin yapısal bir sorunudur. Bu nedenle geçici önlemlerle düşmesi mümkün değildir.
Türkiye'de hükümetler enflasyonu yıllardır talebi kısarak düşürmeye çalışmışlardır. Bunun için de bildikleri tek yol ücretleri düşürmektir. Enflasyon talep artışına, talep artışı da ücret artışlarına bağlandığı için, yüksek enflasyonun tek sorumlusu olarak ücretler görülür. Dolayısıyla ücretler baskı altına alınanca, enflasyonun da baskı altına alınacağı sanılır. Bu nedenle ünlü
"istikrar programları" denilince akla
"halkın kemer sıkması" gelir.
Oysa, bu
"teşhis" ve bu
"tedavi"nin doğru olmadığı çoktan anlaşıldı.
Türkiye'de enflasyon artık talepten çok maliyetten kaynaklanmaktadır. Birim maliyetlerde faizin payı, işçilikten çok daha fazladır. Bunu bir işletme ölçeğinde saptamak mümkün olduğu gibi, devlet bütçesinde de saptamak mümkündür.
"Marjinal maliyet" ile
"marjinal gelir"eşitliğine dayalı fiyatlandırmanın tarihe karıştığı,
"maliyet + tutturabildiğin kadar kar" esasına göre fiyatlandırmanın yapıldığı piyasa koşullarında, enflasyon kendinden beslenir. Böyle bir ortamda da enflasyonu sadece talebi kısarak indirmek mümkün değildir.
Türkiye talebi kısmak yönünde bütün rezervlerini hemen hemen sonuna kadar kullanmış durumdadır. Kamu kesimi yatırımları taban noktaya kadar düşürülmüştür. 1992 bütçesinde yüzde 17 olan yatırım payı, 1998 bütçesinde yüzde 6'dır. 1984 - 1998 arasında yüzde 23 oranıyla tabana indirilen personel giderlerinin bütçe içindeki payı, daha sonra yüzde 30'u aşmış, ancak 1998 bütçesinde yine tabana indirilerek yüzde 23'e çekilmiştir. 1992 bütçesinde yüzde 25 olan eğitim - sağlık harcamaları, 1998 bütçesinde yine yüzde 14'e geriletilmiştir. Ama buna karşılık bütçenin faize giden payı yüzde 40'lar düzeyindedir. Devlet bütçesi de maliyette artık ücretin değil, faizin baskın etken olduğunu ortaya koyuyor.
Devlet bütçesi gibi, gelir dağılımı rakamları da hükümetin ücretlerle oynayarak enflasyon sorununu çözme olanağının bulunmadığını gösteriyor.
Ücretlerin milli gelirdeki payı düşük yüzde 20'ler düzeyindedir. 1980'de bu payın yüzde 35'in üzerinde, 1990'de yüzde 30 düzeyinde olduğu düşünülürse, artık, ücretin payını daha da geriletmenin anlamlı sonuç vermeyeceği ortadadır. Zorunlu harcama düzeyine hapsedilmiş ücretli kesime yöneltilecek böyle bir politika ne kısılacak efektif talep, ne de tasarruf edilecek gelir bulacaktır.
Gelir dağılımı verilerine göre; nüfunun en düşük düzeydeki yüzde 20'lik kesimi milli gelirin yüzde 4.9'unu, ikinci yüzde 20'lik kesimi yüzde 8.6'sını, üçüncü yüzde 20'lik kesimi yüzde 12.6'sını, orta - üst dilim sayılan dördüncü yüzde 20'lik kesimi yüzde 19'unu, kaymak tabakasını oluşturan en üstteki yüzde 20'lik kesimi ise yüzde 54.9'unu almaktadır. Eğilime baktığınızda ise, 3 - 4 yılık süreç içinde en üstteki yüzde 20'lik kesim hariç, diğer bütün kesimlerin milli gelirden aldıkları pay düşmüştür. Payı artan tek kesim en üsttekilerdir.
Birim maliyetlerde sermayenin maliyeti olan faiz, ücretleri çoktan aşmış, büyük firmalarda faaliyet dışı karlar yüzde 50'nin üzerine çıkmışsa, devlet bütçesinde faiz giderlerinin payı yüzde 40, yatırımların payı yüzde 6, ücretlerin payı 23 ise, nüfusun en üstteki yüzde 20'lik kesimin milli gelirden aldığı pay, en alttaki yüzde 20'lik kesimin aldığı paydan 11 kat fazlaysa...
Ne enflasyon yüzde 101'den yüzde 99'a düştü diye sevinç çığlıkları atmak, ne de, ücretli kesimi hedef alacak bir istikrar programı için IMF'nin peşinden koşmak anlamlıdır.
Yazara EmailF.Bila@milliyet.com.tr