PKK olayının stratejik boyutuna kamuoyunda ilk dikkati çeken Şükrü Elekdağ olmuştu. Elekdağ, dört buçuk yıl önce şöyle yazıyordu:
"Türkiye'nin yaşamsal hakları ve toprakları üzerinde hak iddia eden Yunanistan ve Suriye, ülkemize karşı çıkar birliği içindedir ve Türkiye'yi çökertmek amacıyla PKK'ya her türlü yardımı yapmaktadır. Türkiye, bu ülkelere karşı savunma planlamasını, aynı anda iki ayrı cephede çatışmaya zorlanacağı varsayımı üzerine dayandırmalıdır." (Milliyet, 27 Kasım 1994).
Elekdağ, Türkiye'nin Ege'de ve Güney'de aynı anda iki cephede topyekün bir savaşın yanı sıra içerde "körüklenecek" bir yarım savaşa hazır olması gerektiğini vurguluyordu. Buna da "iki buçuk savaş stratejisi" diyordu.
Gelişmeler, deneyimli diplomatı haklı çıkardı. Sonuç, Sayın Elekdağ'ın öngördüğü stratejiye dayalı uygulamayla alındı. Gerçi ordular birbirine girmedi ama, girmelerine ramak kaldı.
Önce "buçuk düşman" dize getirildi. 1993 başlarına kadar Güneydoğu'da taktik üstünlük sağlama ve taban bulma yolunda önemli yol alan PKK, bu tarihten sonra geriletildi. Tabandan koparıldı. Gece ve gündüz alan kontrolü, Türk güvenlik güçlerinin eline geçti. Sınır ötesi operasyonlarla bu üstünlük perçinlendi. Üç - dört yıl sonra Türkiye, Suriye ve Yunanistan'dan hesap soracak noktaya geldi. Yunanistan ve Suriye'nin arkasındaki destekler de ardından ortaya çıktı.
Öcalan'ın İmralı'da anlattıkları, filmin geriye sarılmasından başka bir şey değil.
Ne Öcalan'ın ne arkasında duranların, konuyu siyasi platforma taşıma çabalarının da pek fazla "kıymeti harbiyesi" yoktur. Arazide yenilen adama siyasal hak falan vermezler. Demek ki, işin birinci boyutu, "Türkiye'yi çökertmek" amacıyla başlatılan dış saldırıların, içerde "körüklenen" buçuk savaşla desteklenmesidir. Konuyu, "insan hakları mücadelesi" şeklinde göstermeye çalışanların, hiç bu boyuta temas ettiğini duydunuz mu? Duymadınız. Çünkü onlar, tüm insanlığın davası olan "insan hakları" gibi kutsal kavramların arkasına saklanarak, kavram kargaşası yaratarak, işin bu boyutunu devamlı gizlemeye çalıştılar. Çünkü onlar, Türkiye'nin çökertilmesi için "buçuk" cephesinde yerlerini almışlardı.
Öcalan, "Ülkenin birlik ve bütünlüğü"nden, "Türk ve Kürt'ün kardeşlik ve beraberliğinden", "Türkiye düşmanları tarafından kullanıldığından" söz ediyor. Şimdi "buçuk"çular ne yapacaklar? Bugüne kadar hiç ağızlarına almadıkları bu ifadeleri, Öcalan'dan cesaret alıp kullanacaklar mı? Aslında, artık bunun da önemi yok. Yenilmiş orduların buçuk cephesi olarak bundan sonra onların da fazla hükmü kalmadı. Kendilerine yeni kimlik ve kişilikler arayacaklardır. Eminim, yüzlerine değilse bile, kimlik ve kişiliklerine "estetik ameliyat" yaptırma olanağını, başta medya olmak üzere birçok yerde bulacaklardır. Bugüne kadar hep öyle oldu da...
Gelelim dış cepheye. Suriye tarafı şimdilik pısmış gibi görünüyor. Yunanistan tarafı ise hala direniyor. Ağababaları, Yunanistan'ı henüz teslim etmediler. Üstelik Türkiye'ye karşı hala bu terör suçlusunu savunuyorlar. Korkarım, bu sorun da diyalogla değil, husumetle çözülecek.
Yazara E-Posta: h.bila@milliyet.com.tr