‘Toc Toc’un neresi komedi?

6 Ekim 2019

Hani gün boyu temizlik yapan kadınlar vardır, temizlik hastası der geçilir halk dilinde. Bazılarının en ufak bir eğriliğe tahammülü yoktur, sürekli çerçeveleri düzeltir, sehpadaki kül tablalarını, masadan sarkan örtünün uçlarını... Simetri hastası diye bilinir onlar da. Bu hastalık grubunun psikiyatrideki adı ‘obsesif kompülsif bozukluk’; kısaca OKB.

Obsesyon (takıntı), zihinde sürekli tekrar eden, kişiye sıkıntı veren düşünceler. Bunların gerçek dışı olduğunu bilse bile kafasından atamıyor OKB’li hasta. Bu obsesif düşünceleri, onların yarattığı kaygıyı etkisiz hale getirmek için tekrar eden davranışlar sergiliyor ki bunlara da kompulsiyon (zorlantı) deniyor. En çok karşılaşılan OKB, bulaşma obsesyonu ve temizlik kompulsiyonu. Bulaşma obsesyonu olan OKB’li hasta eve misafir çağırıyor sözgelimi... Gelen misafirlerin eve mikrop taşıdığına dair de bir obsesyonu var. Onlar gittikten sonra temizlik kompulsiyonu devreye giriyor, sabaha kadar koltuklardan halılara, terliklerden, kaşık çatala evi dip bucak temizleyebiliyor

Yazının Devamı

Ben bu yazıyı kendime yazdım

22 Eylül 2019

İlk kahramanım babamdı. Ardından roman kahramanları geldi. “Pal Sokağı Çocukları”nın Nemeçek’i; arkadaşlık ve sadakat sembolü. Tabii ki “Çalıkuşu”nun Feride’sine hayran kaldım. Sekiz yıllık öğretmenlik deneyimimin köşe taşı oldu. Adalet duygusunu, acımasızlığı, başkaldırıyı İnce Memed’den öğrendim. Bir antikahraman gibi görünmekle birlikte Melville’in imza romanı “Moby Dick”in Kaptan Ahab’ını çok sevdim. İnsan kötücüllüğünün psikolojisiyle ilgili ilk izlenimlerimin alfabesini oluşturdu. Hayatım boyunca kötüleri kavramaya çalıştım. Hâlâ kavrayamadıklarım var ama olsun. “Kadının Adı Yok”un adı olmayan kadın kahramanı, kadınlık bilincimin temellerini attı. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” romanındaki Ela’yla o bilince katlar çıktım. Tolstoy’un İvan İlyiç’i de kahramanlarımdan biriydi. Onun sayesinde ‘ölümlülük bilgisi’nin hayatta ne kadar kıymetli ve dönüştürücü olduğunu fark ettim.

Yazının Devamı

Sanatçıyla yapıtını ayrı tutmak

8 Eylül 2019

Gatsby ve Ashliegh, New Jersey’de Yardley College’da okuyan, 20’lerinin başında iki sevgili. Ashliegh, Arizonalı, bankaları olan bir babanın kızı. Gatsby, New York’ta doğmuş büyümüş. Erkek çocuklarının anneleriyle olan netameli ilişkilerinden birinden geçmiş. Bütün kararlarını son derece baskın bir karakter olan annesi vermiş, hal böyle olunca ‘kayıp’ bir hali var, yönünü bir türlü bulamadığı. Ashleigh, okul gazetesinde çalışıyor. Şans bu ya, ünlü bir yönetmenle söyleşi yapma şansını yakalıyor. İki sevgili bu bahaneyle New York’ta bir hafta sonu geçirmeye karar veriyorlar. Ashleigh entelektüel olmasına entelektüel ama saflıkla alıklık arasında bocalayan bir portre çiziyor. Serde gençlik de var tabii. Filmin yönetmeniyle, ardından eşiyle problemleri olan senaristiyle tanışıyor. Senaristin eşi tarafından aldatılması sahnesinin içinde buluyor kendini. Derken yakışıklı ünlü bir oyuncuyla tanışıyor. Bu defa da onun evine, yatak odasına uzanıyor. Bu karmaşık süreç ilerlerken,

Yazının Devamı

İnsanları mutlu şehirler için

1 Eylül 2019

Bu hafta bağımsız sanat sitesi Artnet.com’da Kate Brown imzalı bir haber yayınlandı. Habere göre, Art Council England tarafından Araştırma Şirketi Wavehill Ltd.’nin yürüttüğü “Şehirlerin Planlanmasında Kültür ve Sanatın Önemi” (Value of Arts and Culture in Place-Shaping) başlıklı bir çalışma yapılmış. Çalışma kapsamında 1.756 kişiyle görüşülmüş. Araştırmadan çıkan sonuç, bir şehirde gerçekleştirilen kültür sanat etkinliklerinin insanların o şehirde kalmak ya da oradan ayrılmak konusunda etkili olduğu yönünde. Kültür sanat etkinliklerinin bu noktada belirleyici olmasının nedeni ise insanları mutlu etmesi. İnsan, şehir ona ne kadar çok kültür sanat etkinliği sunarsa, o kadar çok mutlu oluyor. Mutlu olduğumuz bir yeri niye bırakıp gidelim? Elbette ekonomik ölçütler önemli.

Maslow’un ihtiyaçlar teorisindeki piramidini tırmanırken önce fiziksel ve güvenlik ihtiyaçları sağlanmalı malum. “Çöpten ekmek toplayan birine git klasik müzik dinle, iyi

Yazının Devamı

Melisa Kesmez yazmasa deli olur muydu?

25 Ağustos 2019

‘Yazmasam deli olacaktım’. Sait Faik’in bu sözünün arkasında koca bir hayat vardır aslında; onun sertlikleri, haksızlıkları, yaşamak mümkünken yaşanamamışlıkları, derin bir kederi ehlileştirme çabası, parasızlık nedeniyle annesine bağımlı olma zorunluluğu belki, anlam arayışı, varoluş sıkıntısı, akıl denen ince çizginin sapma tehlikesine meydan okuyuş, ezeli bir yalnızlıkla hemhal oluş. Sever bizim yazarlar yazmasam deli olacaktım demeyi. Havalı durur. Ama Sait Faik’te durduğu gibi durmaz.

Niye bilmem, hep bembeyaz ipek mendil gibi bir kâğıda saplanmış kurşun kalemin üzerine yerleşmiştir Sait Faik zihnimde. Kalemi ipeksi kâğıdı yazarak işler. O, kalemin zirvesinde, yalnız. Zirve zordur, tekinsizdir, ağrılıdır. Canı yansa da sıkı sıkıya sarılmıştır kalemine Sait Faik, harf döker durur. Bu resme baktıkça büyülenirim; onu okudukça. Yazıya inancım tazelenir. Ara ara açar kitaplarını, okurum Sait Faik’in öykülerini. Okudukça anlarım, sahiden de yazmasa delirecektir.

Melisa Kesmez’de de bunu gördüm. Bu yıl Sait Faik Hikâye

Yazının Devamı

‘Hayat o kadar berbat olamaz’

18 Ağustos 2019

"Hayat o kadar berbat olamaz diye düşünürüm’ der Orhan Pamuk, “İstanbul Hatıralar ve Şehir” adlı kitabında: “Ne de olsa insan Boğaz’da bir yürüyüşe çıkabilir.” Bu sadece bir tanesi. Her İstanbullunun bu şehirden bir gerekçesi mevcuttur berbatlıklarla başa çıkmaya çalıştığı. Canına tak ettiğinde kendini dışarı atıp ona koştuğu. Bazen berbatlık bizzat şehrin keşmekeşi olsa da tutunulacak bir dalı mutlaka vardır. Aslında çoktur. Herkesin İstanbul’u başkadır. Gözünde taşıdığı aynanın gümüş astarının kumaşına göre değişen. Ben en çok da yazarların İstanbul’unu severim. İstanbul’un kokusunu kitap kokusuna benzettiğimden belki.

Bu hafta yine bir yazarın, bizim meslekteki sıfatıyla “edebiyatın cumhurbaşkanı” Doğan Hızlan’ın İstanbul’unu gezme şansım oldu, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Yayınları’ndan çıkan Çağlayan Çevik’in titiz bir çalışmayla hazırladığı “Benim İstanbul’um” kitabının sayfalarında. “Ahh, nerede o eski İstanbul!”

Yazının Devamı

Teşekkürler Toni Morrison

11 Ağustos 2019

18 Şubat 1931’de Ohio’ya bağlı Lorain’de dünyaya geldi Toni Morrison. Wofford Ailesi’nin dört çocuğunun ikincisi olarak, Chloe Anthony adıyla. Okul yıllarında arkadaşları Chloe ismini telaffuz etmekte güçlük çekince, ikinci adını kısaltıp kendine Toni demeye başladı. Edebiyatla ilişkisi ailesi sayesinde kuruldu. Hikayelere bayılıyordu; hikaye anlatıcılarına da. Lorain Lisesi’ni dereceyle bitirdikten sonra üniversite öğrenimi için Washington’daki Howard Üniversitesi İngilizce Bölümü’nü tercih etti. Yüksek lisansını Cornell Üniversitesi’nde yaptı. Tez konusu Virgina Woolf ve William Faulkner’dı. Sonrasında Texas Southern Üniversitesi’nde ders verdi. 1957’de İngilizce öğretmenliği için Howard Üniversitesi’ne geri döndü; orada Jamaikalı mimar Harold Morrison ile tanıştı. Evlendiler, iki çocukları oldu. 1964’te eşinden boşanıp, üniversitedeki görevinden ayrılan Morrison, iki küçük çocuğu ile birlikte New York’a taşındı. Random

Yazının Devamı

Gelsin 50 yaşım, hoş gelsin sefa getirsin!

28 Temmuz 2019

Bir süredir epeyce yaklaştığım 50’li yaşları pek merak eder oldum. Özellikle biri canımı sıktığında “Dünkü çocuk değilim, 50 yaşıma geliyorum!!!” cümlesini çok sık kullanıyorum. Sanki 50 yaş, hadsizlik yapanların şöyle bir silkelenmesine neden olabilecek iyi bir mazaretmiş gibi.

Yaşıtlarımın çoğu pek sıcak bakmıyor bu durumuma. Her 50’ye yaklaştığımı vurgulayışımda, benden bir yaş küçük mesletaşım olan yakın bir arkadaşım özellikle, şöyle elinin tersiyle ağzıma bir tane indirmek istiyor. Daha 50’ye var, bu neyin acelesi diye. Acele filan değil aslında. Sahiden çok merak ediyorum, 40’ların gelgitli kabuğundan sıyrılmayı. İtiraf edeyim Duygu Asena’nın “Hayattaki en büyük aşkımı 50 yaşımda yaşadım” gibi bir cümlesi vardır ki o da aklımın bir yerlerinde kıpırdayıp duruyor.

Bu merakı giderecek, fazlasını da verecek çok hoş bir film girdi vizyona geçen hafta. Şilili yönetmen Sebastian Lelio’nun “Gloria Bell”i. Bu bir yeniden çevrim. Lelio ilk “Gloria”yı 2013 yılında çekmiş

Yazının Devamı