Kadın kendini de doğurur

23 Aralık 2018

Vazgeçilmek kime dokunmaz ki? Kadına biraz daha fazla demek doğru değil. Gözden çıkarıldığı için canı sıkı yanan erkekler görmüşlüğüm var. Ama buna en çok da kadınlar maruz kalıyor dersem yanlış olmaz. Sonuçta, kariyerini, dünyalığını yapıp 50’sinde “Ben artık başka bir hayat, farklı heyecanlar yaşamak istiyorum” diyerek, misal 25 yıllık kocasını bırakıp 25 yaşında bir erkeğe giden kadına çok sık rastlanmaz. Hamile kaldığı için terk edilen kadınlar sonra. Erkeklerin böyle bir derdi de olmaz.

Bir gün gelir, o çok sevdiğin adam bırakıp gider. Gitmek de ilişkiye dair elbet. Ama yaşlandık diye, hamile kaldık, anne olmak istiyoruz diye vazgeçilmek? Dokunur dediğim gibi. Hoş, ayakları yere basan, kendini bir erkek üzerinden tanımlama hatasına düşmeyen kadın için, üstesinden gelinemeyecek sorunlar değil bunlar. Ama kadın, sadece bir evlilik/ilişki içinde var olabiliyorsa işi zor. Bu bugün için de böyle, dün için de böyleydi. Alfonso Cuaron’un yeni ve ‘görkemli’ filmi “Roma”da olduğu gibi. Sofia ve Cleo’nun hikâyelerindeki gibi...

Cuaron’un başyapıtı olarak değerlendirdi pek çok sinema eleştirmeni filmi. Venedik’ten bu filmle aldığı Altın Aslan’ın yanına Oscar heykelciğini ekleyeceğine de

Yazının Devamı

Kardeş gibi, kardeşten de ileri

16 Aralık 2018

At ile insan arasındaki ilişkiyi anlatırken sık sık yapılan bir alıntı vardır Dede Korkut Destanı’nda geçen. Destanın kahraman- larından Bamsı Beyrek’in zindanda kaldığı 16 yıl boyunca kendisini bekleyen atı Dengiboz’la onca yılın sonunda karşılaştıklarında ona söylediği:

“At demezem sana

Kardaş direm

Kardaşımdan ileri”

Atlarla insanların dostluğundaki ‘kardeşlik’ boyutunu ve ilerisini 7 Aralık’ta vizyona giren ‘Bizim İçin Şampiyon’da iliklerime kadar hissettim. “Okeyde ara taş, jokeyde Karataş” gibi halk söylemlerine özne olmuş ünlü jokey Halis Karataş ve hâlâ kırılmamış rekorlara imza attığı atı Bold Pilot’ın hikâyesi bu kardeşten öte olma halini beyaz perdeye ustalıkla taşıyor. Yanına kattığı bir büyük aşk hikâyesiyle beraber.

Sivas’ın bir köyünden İstanbul’a jokey olma hayalleriyle gelen Halis Karataş, Türkiye Jokey Kulübü eski başkanı Özdemir Atman’ın yanında işe başlıyor. Atman’ın kızı Begüm’ün de gözde atı olan Bold Pilot ile tanışıyor. Hırçın, tavizsiz, rüzgâr gibi bir at. Yarışlara onunla hazırlanmaya karar veriyor. Öyle bir araya gelir gelmez başlamıyor kardeşlik hikâyeleri. Dikbaşlı bir at ve kaybetmeye tahammülsüz bir jokey. Biraz Begüm’ün biraz Özdemir Atman’ın

Yazının Devamı

İnsan eti ağır olmamalı

9 Aralık 2018

İnsan eti ağırdır derler. Çok içime dokunan bir sözdür ama işte doğrudur da. Hatta bugünün koşullarında çok daha fazla ağır sanırım. Hele İstanbul gibi kaotik ve alabildiğine yorucu bir şehirde yaşayanlar için. Günün 3 saatini işe gitmek ve eve dönmek için yolda geçirenler. Bitip tükenmek bilmeyen trafiği günün yorgunluğuyla birlikte sırtlayanlar. O sürekli koşuşturma hali. Bir yerden bir yere yetişme telaşlarımız. Modern insanın hızla imtihanı. Gün boyu girilen toplantılar. Hayatın zorluklarıyla başa çıkmakta zorlanan insanların gerginlikleri, çevremizde, iş yerlerimizde. Bir de para kazanmak, ev geçindirmek derdi. Buna paralel yürüyen kariyer planlamalarımız. O planlamanın içinde, inceliklerden uzak, iş odaklı sürdürdüğümüz yaşamlarımız. Ve eve dönüş. Döndüğünüz evde bakımınıza ihtiyacı olan bir aile büyüğü. Çağan Irmak’ın yeni filmi “Bizi Hatırla”da olduğu gibi, yaşlı bir baba misal. Kuş kadar hafif de olsa, insan eti ağırdır gerçeğiyle yüzleşmemiz.

Bu karmaşayı o kadar iyi anlatıyor ki Çağan Irmak yeni filminde. Başroldeki Kaan, işinde başarılı, hırslı, önü açık, terfi üstüne terfi alan genç bir adam. Evli, iki de çocuk. Çocuklardan birinin yeme diğerinin konuşma bozukluğu var.

Yazının Devamı

Kayseri’de bir bibliyofil

2 Aralık 2018

Hayattaki en güzel şeyler- den biri de okuduğun kitabı biriyle paylaşmak, onun üzerine sohbet edebilmek. Aynı kitapların sayfalarından geçmiş kitapseverler birbirlerini bulduğunda gözlerinin içi güler. Daha düne kadar bu zevkten yoksundu Afife Küçükbenli. Sosyal medyada paylaşım rekorları kıran videosunda, Rus edebiyatından Fransız edebiyatına, okuduğu kitaplardan bahsederken, “En büyük sıkıntım, okuduklarımı paylaşacağım kimse olmaması” diyordu. Sosyal medya paylaşımlarından sonra, kitap kulüpleri, yazarlar, eğitimciler, TED Talks, öğrenciler kapısını çalmaya başladı. Artık kitapları konuşabileceği geniş bir çevresi var Afife Hanım’ın. Ne mutlu ki, geçen hafta, o çevreye ben de dâhil oldum.

Salı günü, fotomuhabir arkadaşım Ercan Arslan ile birlikte Afife Küçükbenli’yi, yaşadığı Kayseri’nin Yahyalı ilçesinde ziyaret ettik. Çiftlik evinde. Dağların arasında iki katlı bir ev. Hava mis gibi. Bahçesinde tavuklar, horozlar, kediler... Ahırda, koyunlar, kuzular. İkinci kata çıktık. Tek göz bir oda. İçeride gürül gürül yanan bir soba. Kapının girişindeki sehpanın üzerinde kitaplar. Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sı, Çehov’un “Köpeğiyle Dolaşan Kadın”ı, Victor Hugo’nun “Sefiller”i,

Yazının Devamı

Hayata dair... Hayat gibi...

25 Kasım 2018

Bundan 10 gün önce İletişim Yayınları’ndan Asu Maro’nun Tuğrul Eryılmaz ile yaptığı nehir söyleşi kitabı çıktı: ‘68’li ve Gazeteci’. Kitapta Eryılmaz’ın Diyarbakır’daki çocukluğundan gençlik yıllarına uzanıyor, 68’li olmayı öğreniyor ve usta gazetecinin mesleki deneyimlerini okuyoruz.

Yıl 2001, Milliyet Sanat dergisinde kadrosuz editör olarak çalışıyorum. Kadrosuz editör olur mu? O zamanlar oluyordu. Tarihe geçen, Milliyet’teki en büyük tensikat dönemi... Dergide ikisi kadrolu, 11 kişiyiz. Yönetim kadrosunun tamamı işten çıkarılmış. Yeni genel yayın yönetmenimiz Tuğrul Eryılmaz ile tanıştık. Çalışmaya başladık birlikte. Birkaç gün sonra haber geldi. Milliyet’in o dönemki genel yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz, “Milliyet Sanat’ta kadrolu olanlar kalsın, diğer hepsi gitsin!” demiş. Çantamı alıp çıkmadan evvel Tuğrul Bey’i aradım. Gideceğimizi haber vermek için. Üniversitede dersteydi. Durumu anlattım. “Bir yere ayrılmayın, geliyorum” dedi.

‘Bana kendinizi anlatın’

İki saat sonra yanımızdaydı: “Mehmet Yılmaz ile konuştum, 5 kişilik bir kadroyla devam edeceğiz. İki kişi zaten kadrolu. Kalan dokuzunuzun arasından üç kişi seçeceğim. Hiçbirinizi tanımıyorum. Şimdi bana kendinizi, ne iş

Yazının Devamı

Dünyevi yüklerden kurtulmak için

11 Kasım 2018

Gitmeliyim, gideceğim, bugün olmadı, haftaya derken iki yıl geçmiş Semih Çelenk’in yazıp yönettiği Fırat Tanış’ın oynadığı türkülü gösteri “Gelin Tanış Olalım” sahneye konalı. Sonunda geçtiğimiz perşembe, Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nin yolunu tuttum, hala kapalı gişe oynayan oyunu seyretmek için. Salona girip, akşam trafiğinden bezmiş, yorgun halde dünyevi yüklerimin tümüyle oturdum koltuğa, ağır mı ağır.

Beyazlar içinde, çıplak ayak sahnede Fırat Tanış. Bir modern zaman Abdal’ı... Öyle bize bakıyor, yerleşmeye çalışan seyirciye, huzurlu bir gülümsemeyle. Esasen her birimiz kendi hakikatini arayan hikâyeler olarak neler geçmesine neden oluyoruz aklından kim bilir? Az sonra da o bizi bize anlatacak zaten.

Ve oyun başlıyor. 1 saat 20 dakika boyunca birbirinden güzel bilgelik hikâyeleri anlatıyor, onları türkülere teyelliyor. Pir Sultan Abdal ile açılışı yapıyor: “Bir nefescik söyleyeyim / Dinlemezsen neyleyeyim”. Sesi türküdeki gibi ummana dalıyor. Seyir defterinden çıkardıklarını dinlememek, etkilenmemek ne mümkün: “Eksiklik kendi özümde/ Dârına durmağa geldim”. Kendine rıza göstermek zordur, bilen bilir.

Sonrasında sahnenin önüne gelip oturuyor. Yol erbabı olduğumuzu

Yazının Devamı

Hangisi Yılmaz Güney?

4 Kasım 2018

Bir insanı, üzerine yazılan altın varaklı cümlelerden, etrafında oluşturulan ‘efsane’ halesinden soyup anlatmak... Tam da bunu yapıyor, 2012 yılında Antalya Film Festivali’nin Ulusal Yarışma Bölümü’nde yönettiği ‘Güzelliğin On Par Etmez’ ile En İyi Film ve En İyi Senaryo’nun aralarında olduğu altı dalda Altın Portakal’ı kazanan Hüseyin Tabak, geçen hafta vizyona giren “Çirkin Kral Efsanesi” adlı belgeselinde. Yılmaz Güney’i sinemacı, baba, koca, evlat, kardeş, arkadaş, devrimci kimlikleriyle, kılı kırk yararak karşımıza çıkarıyor.

Önce yönetmenler Michael Haneke, Costa Gavras, Cannes Film Festivali eski direktörü Giles Jacob’un aralarında olduğu önemli isimlerden Yılmaz Güney sinemasındaki dehayı, yönetmenin üslubuna uygun, hiçbir abartıya yer verilmeden dinliyoruz.

Ardından, setteki Yılmaz Güney’i karşımıza çıkarıyor Tabak. Öfke kontrolü olmayan, hayli sert bir yönetmen. İlk eşi Nebahat Çehre “Sette çok zordu. Hepimiz diken üstündeydik. Hata kabul etmezdi” diyor. Çevirmene, yanlış çeviri yaptığı için tekme tokat girişiyor misal. Oyuncu çocuklardan birini, motive etmek uğruna epey ağırca azarlıyor sonra. Ama set sonrası o öfkeli adam gidiyor, şefkatiyle öpe koklaya sarıp sarmalıyor

Yazının Devamı

Mrs. Harris’e çok ihtiyacımız var

28 Ekim 2018

Bazı kitaplar vardır okuduğum, özlerim ben onları. Zaman zaman kütüphanemden çıkarır, altını çizdiğim satırları gözden geçirir, hasret gideririm. Bu kitaplardan biri de ilk baskısı 1989 yılında Can Yayınları’ndan çıkan “Bayan, Bu Çiçekler Size”. Amerikalı yazar Paul Gallico’nun bu şahane romanının bende ayrı bir yeri daha var. 25 sene önce gazeteciliğe başladığımda, bir kültür sanat dergisine tanıttığım ilk kitap olması. Bir süre önce aklıma düştü “Bayan, Bu Çiçekler Size”. Kitap bende yok, baskısı da tükenmiş. Ama nasıl bir özleme, onca yıl sonra yeniden okuma isteği… Bir sahaftan bulup kavuştum kitabıma. Okunmuş kitap okumayı da sevmem üstelik. Ama o sözünü ettiğim özlemle oturup bir solukta okudum, yaprakları sararmış, kapağı solmuş kitabı. Eğer bir insanı mutlu eden kitaplar listesi hazırlayacak olsam, ilk üçte mutlaka o da olurdu.

Roman, Mrs. Harris adında İngiliz bir gündelikçi kadının hikâyesini anlatıyor. Bütün hayatı temizliğe gittiği evler, yakın arkadaşı Mrs. Butterfield ve evinin dört bir yanını süsleyen çiçekleri. Bir gün temizlediği evlerden birinde, ev sahibi Lady Dant’in elbise dolabını açmasıyla başlıyor her şey. Dolapta gördüğü Christian Dior imzalı koyu kırmızı,

Yazının Devamı